Kanlı Sahnelerle Özgün Bir Tarz Yakalayan İtalyan Korku Sinemasının En İyi Örnekleri
italyan korku sinemasından bahsedeceksek bir kelimenin üzerinde özellikle durmamız gerekiyor. o da giallo. giallo, italyancada sarı renge tekabül etmektedir. aynı zamanda, 1960’larda başlayan ve 1970’lerde zirve yapan italyan korku sineması için de kullanılan bir terim haline gelmiştir. bunun çok basit bir sebebi var. zamanında italya’da çok popüler olmuş gizem içerikli ucuz romanların kapakları sarı renkte olduğundan cinayet ve vahşet odaklı italyan korku filmleri de artık giallo olarak anılmaya başlanmıştır. ilk giallo, büyük italyan sinemacı mario bava’nın çektiği the girl who knew too much filmidir. filmin ismi, alfred hitchcock’un yönettiği the man who knew too much filmine bir göndermedir aslında. zaten giallo filmleri, alfred hitchcock’un 1960 yapımı efsanevi psycho filminden doğmuştur. psycho’nun dünya çapında elde ettiği başarı mario bava’yı da etkilemiş ve giallo filmlerinin başlamasına da ön ayak olmuştur. çaresiz bir kadın kurban, başlarda yüzü hiçbir şekilde seyirciye gösterilmeyen bir katil ve amerikalı meraklı bir adamın yer aldığı pek çok film ardı arkasına italyan ve oradan da dünya sinemalarında gösterilmeye başlamıştır. tabi giallo filmlerini tüm dünyada tanınır hale getiren isim ise bava’nın asistanı dario argento olacaktır. lafı çok da uzatmadan bu sarı renkli ama kanlı sahneleri sebebiyle aslında fazlasıyla kırmızı olan italyan korku filmlerine bir göz atalım.
black sabbath (1963)
ilk filmimiz bir korku antolojisi. üç kısa korku filminden oluşan ve tarantino’nun da beğendiğini her fırsatta dile getirdiği enteresan bir film. günümüz seyircisi için oldukça basit gelecek bir film aslında. özellikle korku-komedi türüne pek alışık olmayan kişiler filmi beğenmeyebilir. fakat antolojinin üçüncü filmini izlemenizi kesinlikle tavsiye ederim. günümüz şartlarına göre bile değerlendirecek olursak hakkını teslim etmemiz gereken oldukça korkutucu bir kısa filmdi.
the bird with the crystal plumage (1970)
ve dario argento sahneye çıkar. listede onun iki filmine daha yer verdim. aslında sayıyı daha da artırabilirdim ama listenin onun filmlerinden ibaret olmasını istemedim. giallo akımının ilk filmi olmasa da giallo’yu tüm dünyaya tanıtan film bu olmuştur. film, hem italya’da hem de dünyada hatırı sayılır bir gişe başarısı elde etmiştir. hatta 1978 yapımı halloween filminden sonra iyicene popüler olacak olan amerikan yapımı “teen slasher” filmlerine giden yolu da açtığını söylesek abartmış olmayız. ayrıca film sonu açısından da, ta o zamanlardan göze aldığı radikal tercihi ile alkışı hak ediyor.
torso (1973)
bir diğer italyan korku yönetmeni efsanesi sergio martino'nun filmine geldi sıra. birbirinden güzel genç kadınlar, filmdeki gençlerin her yerine sinen hippilik, yüzü maskeli bir katil, hunharca öldürülen kadın ve erkekler... bunlar, siz bir giallo izlerken karşınıza illa ki çıkacak belli başlı unsurlardır. tüm bu unsurları ustalıkla kullanan bu filmi mutlaka izleyin derim. bu arada filmin son yarım saatinde, ispanyol gerilim filmlerini aratmayacak muhteşemlikte tırnak yedirtecek sahneler sizleri bekliyor olacak.
let sleeping corpses lie (1974)
yönetmeni ispanyol olmasına rağmen italyan yapımı zombi filmleri arasında oldukça başarılı bir film. pek çok “en iyi zombi filmi” listesinde kendine yer bulabilen ama çok fazla kişi tarafından bilinmeyen gizli bir hazine. kuş uçmaz kervan geçmez bir anadolu kasabasına yolunuzun düştüğünü ve kasabalıların sizi yemeye çalıştığını hayal edin. keşke yeşilçam da zamanında bu korku alt türünde filmler çekebilseymiş.
deep red (1975)
sıra, giallo’nun zirvesine ve aynı zamanda dario argento’nun da en iyi filmine geldi. konu yine aynı… tek farkı, bu sefer amerikalı değil de bir ingiliz adam korkunç cinayetlere şahit oluyor ve bulaşmak istemediği bir gizeme ortak oluyor. her anlamda gerçek bir başyapıt… diğer giallo filmleri bir tarafa bu film bir tarafa… her korku severin bu filmi bir kere olsun izlemesi şart bence. yoksa bir şeylerin eksik kalacağına emin olabilirsiniz.
suspiria (1977)
ve geldik bir başka korku şaheserine. çekildiği dönem içerisinde en kanlı filmlerden biriydi ve her anlamda korku türünü etkilemeyi başardı. daha sonra amerikalılar tarafından defalarca kullanılacak olan cadı ve tarikat kültü gibi korku unsurlarını o dönem için kusursuza yakın kullanmayı başardı. hatta amerikalılar 2018 yılında italyan bir yönetmene filmi tekrar çektirdiler. ben yeniden çekim olan filmi beğenmesem de çok başarılı bulanların da olduğunu hatırlatmakta fayda var. fakat yeniden çekimden önce bu korku başyapıtını mutlaka izleyin.
cannibal holocaust (1980)
italyan korku sineması her ne kadar amerikan korku filmlerinden etkilenmiş gibi dursa da kendilerinin de korku türüne öncülük ettikleri pek çok filmleri bulunmaktadır. bunlardan biri de bazı ülkelerde yasaklanan cannibal holocaust filmdir. bu filmle korku sinemasına ilk buluntu (found footage) filmini armağan etmişlerdir. aslında bu filmi herkese tavsiye etmem. oldukça sert ve vahşi bir film. filmin yönetmeni ruggero deodato, filmdeki oyuncuları gerçekten öldürüp kameraya aldığı şüphesiyle mahkemeye bile çağrılmış. ancak oyuncuları mahkemeye çıkarıp “bakın bu insanlar yaşıyor işte” diyerek suçlamalardan kurtulabilmiş. bunları filmdeki gerçekçiliği hayal edebilmeniz için anlatıyorum. filmde tercih edilen safi şiddetin sizi fazlasıyla rahatsız edeceğine emin olabilirsiniz.
the beyond (1981)
italyan korku sineması devlerinden biri olan lucio fulci’nin kült filmine geldi sıra. yine italya dışında bir yer, yine yaşayan ölüler ve yine çığlık atan güzel bir kadın… bu minvalde italyan yapımı o kadar çok film çekilmiş ki öğrendikten sonra şaşırmaktan kendimi alıkoyamadım. hem şaşırdım hem de cahilliğime yandım. zamanında italyanlar hollywood ile yarışacak düzeyde ve sayıda korku filmleri çekebiliyormuş. o dönemde çekilen ve tarantino’nun da çok sevdiği filmlerden biri olan the beyond filmi de yukarıda da bahsettiğim gibi aynı usulde ilerliyor. film amerika’da geçiyor, filmde yürüyen pek çok ölü var ve başkahramanımız güzel kadın fena çığlık atmıyor. bu arada, filmin muazzam bir açılış sahnesi bulunmakta. uzun zamandır bu denli sert ve gerçekçi bir açılışa şahit olmamıştım. zaten film şöhretini bu sertliğine ve gerçekçiliğine borçlu. vahşet dolu sahneler inanılmaz derecede gerçekçi çekilmiş. günümüzde çekilen bilgisayar efektli pek çok filmden daha kaliteli bir makyaj çalışmasının olduğunu söyleyebilirim. fakat, bu gerçekçiliği dışında günümüz seyircisini tatmin etmekten uzak bir film olduğunu belirtmekte de fayda var. beklentinizi çok yükseltmek istemiyorum.
cemetery man (1995)
zombi filmleri arasında hatırı sayılır bir yeri olan, korku-komedi türünde hazırlanan her listeye girebilen, izlenesi bir film. fakat beklentiniz yine çok yüksek olmasın. 2004 yapımı shaun of the dead ayarında bir kalite beklemeyin diye uyarıyorum sizi. bazı sahneleri ise aklınıza mıh gibi kazınacaktır. bahsettiğim sahneler motorsikletli zombi sahnesi ile sezen aksu’nun “hadi bakalım” şarkısının çalmaya başladığı sahne. zombilerin başkahramanımıza saldırdığı bir sahnede birdenbire sezen aksu’yu ve “eline diline hâkim ol, sonra öcüler yer seni” nakaratını duyunca gülümsemekten kendinizi alıkoyamıyorsunuz. bu arada şunu da eklemekte fayda var. film, birinci saatin ardından bambaşka bir yere gidiyor ve nihilist bir sonla bitiriveriyor. bu tercih, bazılarının hoşuna gitse de ben filmin ilk bir saatini daha çok sevenlerdenim.