Özel Mülkiyet Kavramının Ortaya Çıkışı ve Sonrasında Yaşanan Müthiş Değişim
özel mülkiyet, neolitik devrimle birlikte ortaya çıkan bir olgudur. tarım devrimine dek avcılık ve toplayıcılıkla geçinen topluluklar, özel mülkiyet kavramına sahip değildi. çünkü topluluk, ortak olarak herkes için yetecek kadar ürün topluyordu, meydanda yığılan malzemelerden herkes ihtiyacı kadar alıyordu. üretimde herhangi bir artık söz konusu değildi, çünkü zaten avladıklarını ve topladıklarını muhafaza da edemiyorlardı (meyve ve etler uzun süreli muhafaya uygun değildiler, çürüyorlardır), ki zaten herkesin erzağı bittiğinde ava gidildiği için, muhafaza etmeye gerek de yoktu. ancak tarım devriminden sonra, insanlar tüketebileceklerinden çok daha fazla mahsül elde etmeye başladılar. üstelik bu, depolanmaya da uygun bir üründü.
dolayısıyla, artık ürün ortaya çıkınca, artığın kime ait olacağı sorusu da ortaya çıkmış oldu. böylelikle ilkel komünal topluluklar sona erdi, tarlaların etrafı çevrilmeye başlandı. üstüne üstlük, özel mülkiyetin doğuşu, miras meselesini de ortaya çıkardı. avcı toplayıcı toplumlarda (çoğunda) çocukların biyolojik ebeveynlerinin önemi yoktu, ama artık devredilecek bir ürün söz konusu olduğu için, insanlar hangi çocukların kendi çocukları olduğunu bilmek istediler, bu nedenle de erkekler birlikte oldukları kadınlara işaret koymaya başladılar. bu, evlilik kurumunun ortaya çıkışıydı. başka bir deyişle, özel mülkiyet, endüstriyel kapitalizmden çok önce ortaya çıkmış ve aile, hukuk gibi ekonomi dışındaki alanları da derinden etkilemiş bir olgudur.
özel mülkiyet aynı zamanda devletin ortaya çıkmasını sağlamış, toplumu toplum haline getirmiştir.
özel mülkiyet ile birlikte mülklerin sahiplerinin ölmesi, mülk paylaşımı üzerine sorunların çıkması ile baş edebilmek için miras ortaya çıktı. ilkel toplumlarda biyolojik anne ve babaya dikkat edilmezken, özel mülkiyetin doğuşuyla gelişen miras kavramıyla bu tutum değişti. bu olaylar zinciri sebebiyle yeni bir toplumsal yapı şekillendi, özel mülkiyet insanların hayatına yerleşti. bu toplum yapısının doğası gerekliliğinden toplumu düzene sokmak için yeni ahlaksal, kültürel ve sosyal kavramlarların etkisiyle kitlesel bir şekilde sınıflar doğdu. bu sınıfların mücadele içine girmesi kaçınılmazdı.
sınıflar tarih boyunca çıkarlarının çatışmasından dolayı sürekli savaşım haline girdi. tarihin her sahnesinde sınıfsal çatışıma kendini gösterdi. aslında bu durumun düzeltilmesi ve üretim sürecinin güvene alınması için sınıflar üstü yeni bir aygıt kurulmuştu. bu aygıtın adı devletti. devlet sürekli olarak gelişti, kendine yeni kollar kurdu, yeni organlar hayata geçirdi. devlet sınıfların çatışmasını engellemek için kurulduysa bile misyonunu yerine getiremedi, sınıfların uzlaşamayacağının bir kanıtı haline geldi. kurulduğu günden beri egemen sınıfların çıkarlarını savundu ve hala savunmakta.
özel mülkiyet, sanılanın aksine son derece insani olan bir durumdur ve bu sorun tam olarak anlaşılmadıkça romantik komünistler nedeniyle sorunun gerçek boyutu asla anlaşılamayacaktır.
tarihte ilk defa bir yerin etrafını çevirip "burası benim" diyen adamı kimse protesto etmedi. çünkü diğerleri de derhal başka yerlerin etrafını çevirip "o zaman burası da benim" dediler. çünkü bir şeyi sahiplenmek son derece insani bir şeydi. hatta ve hatta bu nedenle o ilk baştaki bir yeri çeviren adam ve o olay hiç olmadı çünkü her zaman bir şekilde insanlar (hatta hayvanlar) bir şeyi ya da bir yeri sahiplendiler. bulduğunuz bir mağara sizindi. aldığınız kadın, onun doğurduğu çocuk hep "benim" olarak tanımlandı. hayvanlar bile territoryal canlılar yani bir bölgeyi sahiplenip oraya girenlere saldırıyorlar. insanlar da önce bireysel olarak, sonra da gruplar, kabileler olarak ve en son da ulus/milletler olarak arazilere sahip çıktılar. yani bunun kurtuluşu yok. orası bizim ve gerekirse ölüyoruz orası için çünkü hayatta kalmamızı sağlayacak kaynaklar orada.
bu nedenle şu sahiplenme düşmanlığını merkeze koyarak yapacağımız eleştiriler mantıksız. eğer bir şeyi eleştireceksek sahiplenmenin sürekli olmasını yani toplumda yeni gelen bireylere sahiplenecek şey (toprak, para vb) kalmamasını eleştirmeliyiz. mülkiyete düşmanlık ederek kazanılabilecek bir mücadele yoktur. ancak, bir mülkiyetin bir bireyden ebediyyen diğerlerine aktarılması ve bu sürecin zamanla yeni insanlara sahiplenecek bir şey bırakmaması uygulamasını ya da mülkiyetin böylece rantçılığa dönüşmesini eleştirebiliriz. belki miras denen şey sadece belli bir süre için geçerli olmalı; örneğin 49 yıl ya da 99 yıl. böylece zaman dolduğunda o mülk tekrar kamuya geçerek yeni gelen insanların sahiplenmesine açılabilecek hale gelebilir.
şu anda bu ülke dahil olmak üzere dünyada sahiplenilmemiş toprak pek yok gibi. bu nedenle yeni gelenler her zaman ve her zaman bu eski toprak sahiplerine kira vb ödeyerek var olabilmek durumundalar. adaletsizlik burada. adamın dedesinin dedesi savaşarak belki bir yeri korumuş ve sahiplenmiş ama torunların bununla ilgisi olmaksızın oturdukları yerden ebediyyen kendilerini geçindirme imkanları var. bu adaletsizlik. o nedenle dediğim gibi belli bir süre sonra (99 yıl vb) o mülkü o kişilerce sahiplenilmesi sona ermeli. yeni gelenlere toprak sahiplenme olanağı sağlanmalı yoksa ebediyyen bu rantçı sistem sürecek.
aynı şey para (kredi) için de geçerli. paranın arzını kısıtlı tutarak değerini yükseltmek ve bu şekilde sürekli bir borç-kredi ekonomisi var etmek de sorgulanmalı. en azından bireylere kendilerine bir ev ve geçim sağlayacak kadar başlangıç parası (faizsiz kredi vb) sağlanmalı ki insan belli bir güvenliği elde edebilsin. ondan sonra gider elma mı yetiştirir yoksa cep telefonu mu yapar ona karışmamalı. bu mülkiyet hakları arasındaki çizgiler çizilir ve adil olursa sorunların büyük kısmı çözülecektir.