Gerçekçi Kabul Edilen Eserlere Sihir Katan Sanat Akımı: Büyülü Gerçekçilik
Nedir, ne değildir?
l.p.zamora ve w.b.faris'in magical realism adlı kocaman derleme kitaplarına yazdıkları giriş yazısında belirttiklerine kulak verirsek, "gerçekçilik"le aynı kökenden beslenen, gerçeğin doğası ve temsili göz önüne alındığında "gerçekçilik" akımının (realism) bir uzantısı olarak değerlendirilmesi gereken ancak aynı zamanda aydınlanma sonrası akılcılık ve edebi gerçekçiliğin varsayımlarına da temelden karşı çıkan; zihin/beden, ruh/madde, yaşam/ölüm, gerçek/imgesel, erkek/kadın gibi ikili karşıtlıkların ve bunlar arasındaki sınırların ortadan kaldırılmasını, aşılmasını veya bu kavramların iç içe geçmesini onaylayan ve buna zemin hazırlayan, politik olanla fantastik olanı kaynaştıran, latin amerika'nın tekelinde olmamakla birlikte en önemli temsilcilerinin latin amerika edebiyatı içinden çıktığı akım. gogol, kafka, borges, carpentier, paz, calvino, allende, marquez, kundera, rushdie, fuentes, morrison... bu akım içinde adı geçen yazarlardır.
sanatın her alanında ama en çok edebiyatta rastlanılan bir tarzdır
öncüsü g g marquez olmakla beraber boris vian, paul auster, jorge amado, tom robbins gibi yazarlar benim okuduğum kadarıyla bu tarza uygun yapıtları olan yazarlardır.
büyülü gerçekliğe uygun yazılarda her şey gerçektir. okuyucu anlatılanlar karşısında hayretler içinde kalmaz ama aslında anlatılanlar bire bir düşünüldüğünde hiç de gerçek değildirler. rüzgarla uçup giden kadınlar, uçabilen ama yükseklik korkusu olan insanlar, pan'la arkadaşlık edip yüzyıllarca yaşayan sevgililer ve birbirlerine aşık olan kediler ile kırlangıçlar o kadar kendinden emin bir şekilde anlatılır ki okuyucunun bunların gerçekliğine inanmaktan başka şansı kalmaz. içlerinde ironi ve mizah her zaman vardır. bütün acımasızlıklar, dehşet verici olaylar sanki her gün sokakta görülen şeylermiş gibi rahat, büyülü, ağır başlı ve naif bir dille anlatılır.
marquez yüzyıllık yalnızlık adlı kitabının arka kapağında bu tarzı büyük annesinden aldığını söyler. çok etkileyicidir.
aynı büyülü gerçeklik arizona dream filminde görülmektedir bence. orda da inanılmaz olaylar gayet normalmiş gibi anlatılmıştır. izleyici için her şey çok tanıdık ama aynı zamanda çok enteresandır.
Etkili olduğu bölgeler
masalsı öğeleri gerçekçi karakterler arasında, gerçekçi bir ortam içinde sunar büyülü gerçekçilik. böyle diyince tam anlaşılmasa da, gabriel garcia marquez ve jorge luis borges diyince şıp diye anlaşılıyor.
bu akımın modern yüzyıllarda yaşamasına rağmen, dinin günlük hayatta ve ilişkilerde önemli yer kapladığı kültürlerde ya da çok eski ve köklü medeniyetlerin yaşadığı topraklarda, onların torunları olarak yaşama durumunda ortaya çıktığı öne sürülüyor. bu sebeple güney amerika'da ve ortadoğu'da bu akım oldukça kuvvetli imiş.
Detaylandıralım
edebiyat çevrelerinde bir ezber üzerine oturtulmuş olan büyülü gerçekçilik, ezber sunumlardan çok daha fazlasını okurla buluşturur. okurun ilişki kurabildiği somut gerçeğe, yazar tarafından iliştirilip, okurca sorgulanmasına lüzum olmayan bir bal çalınır. yazarın aktardığı üslup o kadar normal gelir ki 'evet, remedios uçar'. gerçekten de. zira güzelliğine, bu çirkin dünya düzeninde leke sürülmemelidir. ve edebiyatça sunulan bu üslup edebiyatın en eğlenceli ve şaşırtıcı şekilde farklı bir empati biçimi doğuran argümanı oluveriyor.
bir başka edebi eserde, her gün babasından dayak yiyen bir karakterin sevgilisi, babasını öldürür. artık kız her sabah uyandığında bedeninde oluşan morarma ve şişlerle mücadele edecektir. zira kabuslarına karışır babası. bir başkasında ise, kızının hangi erkekle ilgili düş kurduğunu merak eden anne kızıyla aynı rüyaları görür.
büyülü gerçeklik genelde benzer motiflerle karşımıza çıkabilir, özellikle salgın hastalıklar en belirgin büyülü gerçekçilik anlatılarından biri oluverir. ilk olarak bu üslup ve tekniğe eserlerinde yer veren kimi yazarların eserlerine göz atalım;
(bkz: midnight's children)'da iyimserlik salgını söz konusudur. ya da bu türün babası, damarı (bkz: cien anos de soledad)'da baş gösteren uykusuzluk ve unutkanlık hastalıkları bu müstesna eserin en ilgi çekici bölümleri olmaktadır. yine salman rushdie'nin başarılı eseri (bkz: the enchantress of florence)'da kadınlar arasında kavgaya neden olan bir hastalık vardır.
italo calvino'nun şiirsel anlatısı ve görsel etkileri olan başyapıtı (bkz: le citta invisibili) pek aklımda değil, ancak şimdi sayfaları açıp karıştırsam eminim marco polo'nun, kubilay han'a anlattığı hikayelerin çatlakları arasından nükseden bir salgın çıkacaktır.
her ne kadar büyüsel bir lezzet barındırmasa da gabriel garcia marquez'in (bkz: el amor en los tiempos del colera) ve (bkz: del amor y otros demonios) salgınlar söz konusudur.
(bkz: the people of paper)'da ise kurşun illeti baş gösterir.
peki bu doğrultuda 'neden salgın hastalık?' sorusu gelir. yazarların oluşturduğu imgelerin her zaman alegori ile ilişkilendirilmeye çalışıldığı bir ortamda (ki pek çok yazar bunu yadsır) şöyle bir sonuç elde edebiliriz; kullandıkları üslup doğal bir çekim alanı yaratır ve edebi bir kanser türü (olumsuz bir anlam değil) (bkz: oha) ortaya çıkar, bu da salgını doğurur. doğası gereği aşırı saflıkla yıkanan karakterlerin bulundukları çerçeveye uyumlu bir hastalık konar.
diğer taraftan büyülü gerçekçilik sadece motiflerle açıklanabilecek bir biçim değildir. aslında verebileceğim pek çok örnek olmakla birlikte şuan aklıma gelen, marquez'in kolera günlerinde aşk kitabının ilk bölümlerinde bahsi geçen 'pencere tadı' tamlaması geliyor. o kadar istisna bir tamlama ortaya koyuyor ki marquez şaşırsanız da, farkında olmadan benzer süreçlere bizlerinde takıldığını düşünmekteyim. bilinçsizce tabi, özellikle uyuklamalarla hissedilen ama hep belirsiz kalan o izsiz uyku hatıralarında.
kelimelerin farklılık yaratarak süzülmesinin yanında bir diğer gözle görülür faktör de özellikle sıvıların anlamlı ya da anlamsız bir biçimde yönelebildikleri son deliğe kadar gidişlerinin aktarılmasıdır.
misal arcadio öldürüldüğünde vurulduğu yerden taaa eski evine, annesi ursula'nın mutfağına kadar süzülür kanlar. belki de küskün ailesiyle son kez kucaklaşır arcadio. bilemiyoruz. benzer bir şey kağıt insanlar isimli romanda da söz konusu. bu konuda dikkatimi çeken kanın, sütün veya her neyse onun, kendine ait bir bilinçle değil de salt olması gerektiği için böyle bir izleniminin yaratıldığını görürüz. böylece 'büyü' arkaya itilir ve ortaya serpilen doğallığı yeni doğa kanunu olarak kabul ederiz. her neyse.
büyülü gerçeklik öğelerine sinemada dahi rastlarız. ancak edebiyat dilini seven biri olarak, edebiyatın diliyle 'imasız' gelişen bu anlatı türünün içinde barındırdığı acıları daha tutarlı görüyorum. böyle seçkin bir anlatı türüne herkes şahit olmalı; kapı deliğinden küçülüp girerek değil de kapıda kalan kederli tozların size anlatacaklarına kulak vererek.
ha bir de; gregor samsa'nın büyülü gerçeklik değil bir varoluş ifadesi barındırdığını da belirtmekte yarar var. sapla samanı karıştırmamalı.
ek; samsa uyarısına ek olarak, paul auster- yükseklik korkusu eseri bu türün sınıfına asla giremez. elif şafak ismi ise, lütfen ama!
bir ek daha; başlığı okumamış olmanın verdiği bir tür rahatsızlıkla verilen yazar isimlerinden benim aşina olduklarımı belirtirsek; jorge luis borges mistik öğeleri kullanır. mesela murakami'nin sadece 1q84 kitabını okumuş biri olarak bu başlıkta anlatılagelen üslubun ne yanından geçer ne de oralara uğrar. bu yazıda itinayla belirlemeye çalıştığım hususlar önemlidir. olağandışı veya mucizelerden yalıtılmış bir süreci ifade eder magic realizm. önce kavramalı sonra adlandırmalı.
çok tatlı bir örneği
"şuraya birkaç türk halısı serebilseydik ne harika olurdu!" dedi biri. bu dilek ifade edilir edilmez gri ceketli adamın eli cebine gitti ve oradan mütevazi, hatta mahcup bir tavırla sırma işli, pahalı bir türk halısı çıkartmaya koyuldu.
(bkz: adelbert von chamisso)
(bkz: peter schlemihl's wundersame geschichte)
Final yorumu
türkiye'deki temsilcileri arasında anadolu'daki yaşlı kadınlar vardır. belki böyle bir babaanneniz vardır, yaşlı teyzeniz, halanız... onlarla sohbet ettiyseniz bu üslubu zaten yıllardır kullandıklarını fark edeceksiniz. nitekim üstad gabriel garcia marquez de bu anlatımı büyük annesinden aldığını söylemiştir. dinleyelim:
- babaanne senin çocukluğunda savaş vardı değil mi?
- olmaz mı oğul, çok öldürdüler, çok öldüler.
- anlatsana biraz o zamanları.
- bir çoban çocuğu vardı, boyu beş metre, gökyüzüne değerdi başı, oralarda meşk ederdi, bulutların üstünde. sonra o çocuğu bir gün tutmuş düşman askeri. kimsin diye sormuşlar, çobanım demiş. inanmamışlar. çekmişler silahlarını. çoban, ben ölmem demiş. oracıktan nasıl olduysa kaçıp kurtulmuş. sanki bedeni tuzla buz olmuş da yerlere saçılmış, yerden süpürmüş düşmanlar da. belki hop demiş bulutlara atlamıştır. o kadarını bilir, anlatırım.
not: gelen düşman saldırılarını bilmiyorum; ama benim babaannem ve marquez'in büyükannesi aynı kişi olamaz herhalde. yoksa? meşhur olmam an meselesi sözlük!