TARİH 7 Temmuz 2020
40,4b OKUNMA     575 PAYLAŞIM

Yalnızca Firavunlar ve Mumyalardan İbaret Olmayan Antik Mısır'da Günlük Yaşam

Antik Mısır denince akla ilk önce ölüm sonrası yaşam için mumyalanma, firavunlar, piramitler ve yapımında kullanılan köleler geliyor ancak Antik Mısır'da bunlardan çok daha fazlası vardı.

antik mısırlıların, mısırlı olmayan diğer insanlara karşı küçümser tavırları vardı. bunun temel sebebi ise kendilerinin mümkün olan en iyi hayatı yaşadıklarını düşünüyorlardı. antik mısırdaki hayatın kusursuz olduğu, ölüm sonrasının ise bu hayatın devamı olarak düşünülüyordu. mısırdaki insanlar iki yöntemle köle olurlardı. birincisi suç işleyenler ve karşılığını veremeyenler, ikincisi ise diğer ülkelerden köle olarak ele geçirilen askerler. bu kişilerin özgürlüklerinden kendi seçimleri veya askeri fetihler sebebiyle feragat ettiği düşünülürdü ve özgür mısırlılardan daha düşük hayat kalitesine sahip olmaları bu sebebe bağlanırdı.

mısır'daki piramitleri ve diğer ünlü eserleri ortaya çıkaran bireyler, o alanda yetenekli olan ve borcunu ödemek için bu işi yapan kişilerdi. ortaya çıkarılan eserler sadece hayatı ve ölümü anlatmak için değil, aynı zamanda o eseri meydana getiren kişinin sonsuza dek unutulmaması için de yapılabilirdi. hatta mısır inancına göre, ölümden sonra bile olsa başka bir kişinin hayatına yön vermek çok önemliydi. bu sebeple bir eser meydana getirilir, ancak başka bir kişinin o eserden daha iyisini yapması beklenirdi. ölümden bu kadar uzak olan bir kültürde, günlük yaşam var olan vakti mümkün olduğunca dolu dolu kullanmaya ve bir başkasının hayatına iz bırakmaya yönelikti.

sporlar, oyunlar, okumalar, festivaller ve arkadaşlarla geçirilen zamanlar çiftçilikle ve mimariyle uğraşan halkın günlük yaşamındaki kısımlardı. mısırlıların dünyasında bir sihir bulunurdu. bu sihir tanrılardan daha önce ortaya çıkmıştı ve tanrılara görevlerini yaptıran da bu sihirdi. tanrı heka bu sihirin (ve ilaçların) kişiselleştirilmiş haliydi. kendisi yaratılış sürecinde yer almış ve sonrasında yaratılışı ayakta tutmuştu. ahenk ve denge kavramı ma'at, mısırlıların hayatı anlamalarındaki merkez noktaydı. ma'at'a imkan sağlayan ise heka'ydı. ahenk ve denge içinde yaşarken insanların barış içinde olması ve diğerlerine mutluluk vermeleri beklenirdi. kral djedkare ısesi'nin veziri, milattan önce 2414 ile 2375 yılları arasında yaşamış ptahhotep'in yazdıklarından şöyle bir not ele geçirilmiştir:

hayatta olduğun sürece yüzün sürekli parlasın. yıllar geçtikçe insanın yaptığı iyilikler diğerlerinin aklında kalır.

yüzünün parlamasının anlamı mutlu ve neşeli olmaktır, bu sayede kişinin kendi kalbi hafifler ve başkalarının kalplerini de hafifletir. mısırda sosyal sınıflar çok eski tarihlerde oluşmuş olsa da (milattan önce 6000) hayatı istediği gibi yaşayanlar sadece soylular ve üst sınıf değildi, köylüler de istedikleri hayata sahipti. soyluların ve yönetimdekilerin yaşantıları sürekli not edilir ve halka duyurulurdu. aynı bugünkü gibi insanlar bir ünlünün hayatına ve yaptıklarına önem verir ve sürekli takip etmek isterdi.


nüfus ve sosyal sınıflar

mısırda sosyal sınıf ayrımı yukarıdan aşağıya doğru en üstte kral, onun veziri, sarayda yaşayan soylular, bölgesel valiler, askeri generaller, devlet görevlileri ve köylüler olarak belirtlenirdi. bu sosyal sınıfların arasında hareketlilik çok fazla yaşanmazdı çünkü tanrıların en mükemmel sosyal sınıflandırmayı yaptığı düşünülürdü. tanrılar insanlara her şeyi vermişti ve onları yönetmesi için bir tane kral görevlendirmişti. kral, halkın isteklerini ve ihtiyaçlarını anlayacak ve bunları yerine getirecek güce sahipti. kral, tanrılar ile halkın arasındaki aracıydı ve güneş tanrısı ra'nın rahipleri daha güçlü olana kadar da öyle kaldı. ra daha güçlü olduktan sonra bile krallar, tanrıların seçilmiş kişileri olarak görülmeye devam ettiler. daha sonraki yıllarda din görevlileri kraldan daha fazla güç sahibi olmuştu ama yine de halk krala ve çevresine saygı gösteriyordu.

üst sınıf

mısır kralı (yeni krallık dönemine kadar firavun olarak geçmez) tanrının seçilmiş kişisiydi. krallar "birçok kişinin hayal bile edemeyeceği büyük zenginlik, konum ve lüks sahibi kişi" olarak tanımlanırdı. kralın görevi ma'at ile birlikte iletişimde kalmaktı ve bu bile tek başına büyük bir sorumluluktu. bu görevinden dolayı sahip olduğu zenginlikleri hak ettiği düşünülürdü.

krallar genellikle yazıtlarda büyük ve tehlikeli hayvanları avlıyormuş gibi görüntülenir. ancak genellikle aslan veya fil gibi büyük ve tehlikeli hayvanlar gardiyanlar tarafından yakalanır ve kralın bahçesine getirilirdi. ardından gardiyanlar kralı korurken, kral bu hayvanı avlardı. bazense kral açık arazide avlanırdı ama bu durumda gardiyanlar bölgeye önceden gider ve çevreyi tehlikeli hayvanlardan temizlerdi.

sarayda yaşayan soylular ise benzer rahatlıkta hayatını geçirirdi, ancak çoğunun küçük bir sorumluluğu bulunurdu. valilerin rahat hayat yaşaması bulunduğu bölgenin zenginliğine ve kral için o bölgenin önemli olup olmadığına göre değişirdi. örnek olarak tanrı osiris için özel olan bölgeye çok fazla insan gelirdi. valinin buraya özen göstermesiyle daha fazla insanın gelmesi de kralın dikkatini çekerdi ve böylece kral da bölgeye önem verirdi.


yazıcılar ve hekimler

mısırda yazıcılar çok değerli olarak görülürdü çünkü bu kişiler tanrı thoth tarafından seçilmiş ve yeteneklendirilmiş olarak görülürdü. yaşanan olayların kaydedilmesi ve kalıcı hale getirilmesi yazıcıların sorumluluğundaydı. yazıcıların ortaya çıkardıklarının thoth ve hayat arkadaşı seshat tarafından alınıp, tanrıların sonsuz kütüphanesine aktarıldığına inanılırdı. yazıcının ortaya çıkardığı eserin ölümsüz olmasının sebebi sadece onu sonraki nesillerde okuyacak insanların olması değil, aynı zamanda bu yazılardan tanrıların da haberlerinin olmasıydı. kütüphanelerin tanrısı seshat, aynı dünyadaki kütüphaneciler gibi ortaya çıkarılan yazıyı ilgili kişinin rafına dikkatlice yerleştirirdi. yazıcıların çoğu erkekti ancak kadın olan yazıcılar da vardı ve onlar da erkek yazıcılarla eşit haklara sahipti. ortaya çıkarılan bir eserde genç insanların sanat öğrenmelerini ve en iyi hayatı yaşamak için yazıcı olmayı seçmelerinden bahsedilmektedir.

bütün rahipler yazıcıydı ancak bütün yazıcılar rahip olmuyordu. rahiplerin görevlerini yerine getirmeleri için yazmaları ve aynı zamanda okumaları gerekmekteydi. doktorların tıbbi yazıları okumaları gerektiği için eğitimlerine yazıcı olarak başlarlardı. birçok hastalığın sebebi olarak tanrıların kişiyi işlediği suçlardan dolayı cezalandırması veya ders vermesi olarak görülürdü. doktorların, kişiye hangi tanrının ceza verdiğini bilmesi için okumaları gerekirdi. çoğu doktor ise önceden rahip olarak görev yapardı. kadınlar genellikle ilaç yapımıyla ilgilenirdi, kadın doktor sayısı ise çok azdı. milattan önce 4. binyılda atina'dan mısıra gelen bir kişi, mısırlı kadınların yunanistanlı kadınlardan daha fazla imkanı olduğunu belirtmiştir.

askeriye

askeri birlikler valiler tarafından bölgedeki halk içinden seçilir, daha sonra bu kişiler krala gönderilirdi. ancak milattan önce 1991 ile 1962 yılları arasında hüküm sürmüş kral amenemhat askeri reforma giderek kendi ordusunu kurmaya karar vermiş ve bu sebeple valilerin güçlerini zayıflatarak orduyu kendi kontrolü altına almıştı.

bu zamandan sonra askeri birliklerdeki liderler üst sınıftakilerden, alt sınıftaki birimler ve erler ise alt sosyal sınıftakilerden oluşmaya başlamıştı. bu değişim orduda ilerlemeye sebep olurken, sosyal sınıfı herhangi bir şekilde etkilememiştir. yeni krallık dönemine kadar mısır askeriyesi öncelikli olarak savunmaya önem göstermiş olsa da, milattan önce 1458 ile 1425 yılları arasında hüküm sürmüş firavun tuthmose ve milattan önce 1279 ile 1213 yılları arasında hüküm sürmüş ramses, mısır bölgesinin dışına seferler düzenleyerek imparatorluğun sınırlarını genişletmiştir. mısır halkı, diğer bölgelerde ölürlerse sonraki hayata geçişte sorun yaşayacaklarını düşündükleri için sınırlarının dışına çıkmaktan kaçınmışlardır. bu inanç sebebiyle mısırlı askerleri ülke dışına çıkarmak zorlayıcı olsa da, kendilerinin cesetlerini geri getirecek kişilerin de orduda yer almasıyla bu sorun çözüme kavuşmuştur.

kadınların orduda yer aldığına veya almak istediğine dair herhangi bir kanıt bulunamamıştır. papirüs buluntularına göre, savaşa gitmek insanları çaresizliğe sürükleyerek erken ölüme sebep olmaktadır. ancak o dönemde askerlerin yazıcı olmadığı ve papirüsü yazanlarınsa asker olmadığı düşünülürse, bu tek yönlü bir düşünce olabilir.


çiftçiler ve işçiler

sosyal sınıfta en alt tabakayı ise sahip olmadığı çiftlikte çalışan ve yine sahip olmadığı evlerinde yaşayan köylü halk oluşturmaktadır. mısır toprakları krala, soylulara, valilere veya rahiplere aittir. köylüler güne "soylular için çalışalım" sözüyle başlardı. köylülerin başka yetenekleri olsa da (balıkçılık gibi), neredeyse hepsi çiftçiydi. ekinleri eker, toplar, çoğunu toprak sahibine verir ve bir kısmını kendileri alırlardı. birçok köylünün kendine özel bahçesi vardı, erkekler gün içinde çiftçilik yaparken kadınlar bu bahçeyle ilgilenirdi. milattan önce 525 yılındaki fars akınlarına kadar mısır ekonomisi tarımdan elde edilen ürünlerin takası şeklinde gerçekleşirdi. o dönemlerde kullanılan para birimine deben adı verilirdi ve günümüzdeki dolar gibi işlevselliği vardı. insanların ellerinde deben olmasa da, ürünlerin fiyatları deben üzerinden hesaplanır ve böylece takas yöntemiyle de olsa insanlar ellerindeki deben miktarını bilirdi.

en alt sınıf ülkedeki sistemi işletecek şekilde çalışır ve böylece bütün ülkenin ayakta kalmasını sağlardı. köylüler aynı zamanda mısırdaki piramitlerin ve diğer eserlerin yapımında da çalışmıştır. nil nehri taştığı zaman tarım faaliyetlerine devam etmek mümkün olmuyordu, bu sürede erkek ve kadın köylüler kralın projelerinde çalışmaya gidiyordu. bu çalışmaların karşılığında ücret ödemesi yapılıyordu. mısırda bu çalışmaları yapanların köleler (tevrattaki yazılarda özellikle yahudiler) olduğu yazsa da, ele geçirilen kanıtlarda burada kölelerin çalıştırıldığına dair kanıtlara rastlanamamıştır.

piramitlerde, tapınaklarda ve benzeri mimari işlerde çalışmak köylüler için sosyal sınıf atlamaya imkan sağlıyordu. özellikle yetenekli sanatçılar ve taş oymacıları mısırda çok fazla talep görüyordu ve bu alanlarda yeteneği olmayan işçilerden hem daha fazla para kazanıyor, hem de daha az yorucu işlerde çalışıyordu. çiftçiler de sosyal sınıfta rütbe atlamak için vazo, tabak, kase gibi evde kullanmalık eşyalar üretiyordu. yetenekli marangozlar masa, koltuk, sandık, yatak gibi eşyalar yaparken, ressamlar ise üst sınıf insanların evlerini, dekore etmek için iş bulabiliyordu.

bira üreticilerine yüksek oranda saygı gösteriliyordu ve bazı birahaneler kadınlar tarafından işletiliyordu. kayıtlara göre mısırın ilk zamanlarında birahane işletmelerinin tamamı kadınlardaydı. bira mısırda çok sevilen bir içecekti ve bazı zamanlarda ücret olarak bira kullanılabiliyordu. şarap ise sadece soyluların tükettiği bir içecekti. gize ovasında çalışan işçilerin günde üç kez bira içme hakkı vardı. içeceklerin insanlara tanrı osiris tarafından verdiğine inanılır, biranın ise özel olarak tanrı tenenet tarafından yönetildiğine inanılırdı. biranın mısırlılar için yerinin çok önemli olduğunu öğrenen yunan firavun kleopatra, bira için vergi almaya başlayınca bu ünü romaya kadar ulaşmıştı.

alt sınıf demir, değerli taş ve küçük heykellerden de para kazanabiliyordu. mısırdaki işlemelerin üzerinde bulunan değerli taşlar köylü halk tarafından işlenmiştir. alt sınıf halk eğer yeteneği varsa çiftçilik dışında başka işler de yapabiliyor, orduya katılabiliyor ve nadir durumlarda yazıcı olabiliyordu. bir kişi öldüğü zaman o kişinin mesleği ve sosyal sınıftaki konumu miras olarak oğluna geçiyordu.


evler ve mobilyalar

sanatçılar tapınaklardaki, üst sınıf kişilerin evlerindeki, mezarlardaki ve birçok yerdeki eşyaların yapımından sorumluydu. kral, kraliçe ve ailesi zengin dekore edilmiş yerde yaşıyor ve ihtiyaçları hizmetçileri tarafından yerine getiriliyordu. yazıcılar morgların veya tapınakların yakınlarında yaşarlar ve kendileri için özel oluşturulmuş yerlerde çalışırlardı. valiler ise başarılarıyla aynı ölçüde büyüklükte yerlerde yaşarlardı. köylüler, soylular için eşya ve dekor üretirken kendilerinin bunları alacak durumları olmuyordu. ortaya çıkarılan bir yazıda köylülerin bir günü şöyle özetlenmiştir ;

"yorucu bir günün sonunda, çiftçiler köyün veya küçük kırsal bölgelerin yakınlarında bulunan evlerine döner. ortalama bir köylünün evinde çamur tuğladan yapma dört duvar bulunur. tavanda bitki köklerinden oluşan demetler bulunur, zeminde ise sert toprağın üzerine samandan veya kamıştan yapılmış malzemeler bulunur. evlerde çiftçinin kendisi, eşi ve çocuklarının yaşadığı bir veya iki (nadiren üç) oda bulunur. bazı durumlarda çiftlik hayvanları da evlerindeki bu odalarda geceyi geçirirler. çünkü bu evlerde banyo yoktur, insanlar yıkanmak için evin dışında bulunan çukura su doldururlar. bu çukurları doldurmak içinse nehirden su taşınır veya elle kazılmış kuyular kullanılır."

milattan önce 1386 ile 1353 yılları arasında hüküm sürmüş amenhotep, 30.000 metre karelik kendine özel yerine konferans odası, toplantı salonu, taht odası, karşılama salonu, festival salonu, kütüphaneler, bahçeler, depo, mutfak, harem ve tanrı amun için özel bir tapınak yaptırmıştır. sarayın dış duvarları parlak beyaz renge boyanırken iç duvarları canlı mavi, sarı ve yeşil renklere boyanmıştır. yapının tamamı eşyalarla doludur ve bu eşyalar köylüler tarafından karşılanmıştır. o dönemlerde bu saraydan "eğlence merkezi" olarak bahsedilmektedir. günümüzde ise arapçanın etkisiyle ismi malkata olmuştur.

yazıcıların ve valilerin evleri başarı durumlarına ve yaşadıkları bölgeye göre gösterişli veya mütevazi olabilmekteydi. lansing papirüsünün yazarı, nebmare nakht kendisinin büyük bir evde yaşadığını ve kendine ait toprakların olduğunu söylemektedir. rahiplerin ve yazıcıların bu seviyeye gelmelerinin mümkün olduğu göz önüne alındığında yazılanların doğru olduğu düşünülmektedir.


suçlar ve cezalar

bütün insanlık tarihinde olduğu gibi, antik mısırda da suç işleyen insanlar oluyordu. bu suçların büyük çoğunluğu varlıklı insanların eşyalarını çalmakla gerçekleşiyordu ve suç işlendiği durumda mısır kanunları hızlıca işliyordu. yeni krallık döneminden sonra ülkede bugünkü polislere benzer güvenlik güçleri ortaya çıkmıştı ama bu dönemden önce bile suç işlendiği durumda suçlular bölgedeki yetkililere getirilerek işlediği suçların oranında cezaya çarptırılıyordu. eğer ülkeye ait olan bir esere zarar gelmediyse ülke bu suçla ilgilenmiyor, bölgesel yetkililer suçla ilgili işlem yapıyordu.

adalet ve yargı sistemi büyük oranda vezire bağlıydı. vezir ise kendine yardımcı olacak yetkilileri kendisi seçiyor, bu yetkililer de kendi yardımcılarını seçiyordu. yeni krallık döneminden önce bile ülkedeki bütün şehirlerde adalet sarayı bulunuyordu ve davalar burada inceleniyordu. küçük kasabalarda ve köylerdeyse davalar pazar yerlerinde görülüyordu. yerel mahkemelerin ismi "kenbet" olarak geçiyordu ve burada bölgenin üst sınıf kesimleri davaları inceliyor, kişinin suçlu veya masum olduğuna karar veriyordu. yeni krallık dönemindeyse mahkemelerde tanrı amun ile doğrudan iletişime geçtiğine inanılan kahin yargıçlar görev yapmaya başlamıştı. tanrı amun'un rahibi davayı dinledikten sonra olayları heykele anlatıyor ve ardından amun'un cevabını mahkemeye açıklıyordu. eğer mahkemeye çıkarılan kişi suçlu bulunduysa, cezası hemen veriliyordu.

küçük suçlarda genellikle para cezası kesiliyordu ancak hırsızlık, tecavüz, saldırı, cinayet veya mezar yağmacılığı gibi suçlarda kişinin bir uzvu kesilebiliyor, hapse atılabiliyor, köle olarak çalıştırılabiliyor veya ölüm cezasına çarptırılabiliyordu. amun tapınağında çalışan işçilerin tamamı thebes şehrinde tutulan mahkumlardan oluşmaktaydı. hapiste idam gününü bekleyen kimse yoktu çünkü idam cezasına çarptırılanların cezası hemen veriliyordu. davalara itiraz edecek avukat bulunmuyordu ve kişilerin de verilen karara itiraz etmesine izin verilmiyordu. halkın rahiplere güveni çok fazlaydı çünkü kendilerinin doğrudan tanrı ile iletişime geçtiklerine inanıyorlardı ve eğer davalarda hata yapan rahiplerin ölüm sonrasında çok kötü bir kaderlerinin olacağını düşünüyorlardı.


aile ve boş zamanlar

rahipler erkek veya kadın olabiliyordu. tanrının cinsiyeti neyse, o tanrıya hizmet eden baş rahip de o cinsiyetten oluyordu. tanrı isis kadın olduğu için isis'in baş rahibi kadın, tanrı amun erkek olduğu için baş rahibi erkekti. rahiplerin aileleri olabiliyordu ve rahip çocukları da büyüyünce genellikle rahip oluyordu.

sadece rahiplik değil, diğer meslekler de ebeveynlerden çocuklara aktarılıyordu, genellikle babadan oğula geçiyordu. kadınlar neredeyse erkeklerle eşit haklara sahipti. kadınlar kendi iş yerlerini açabilir, arazi veya ev sahibi olabilir, boşanma talebinde bulunabilir, erkeklerle iletişime girebilir, kürtaj olabilir ve sahip olduğu mülkleri sadece kendi istekleriyle bir başkasına devrederdi. bu cinsel eşitlik antik dönemdeki hiçbir uygarlıkta görülmediği gibi, 20. yüzyılın ortalarına kadar da dünya genelinde uygulanmamıştır.

mısırı yöneten en az dört kadın hükümdar bulunmaktadır. bunlardan en çok bilineni hatshepsut ve kleopatra'dır. soylu kadınların çocuklarıyla ve ev işleriyle ilgilenmeleri için köleleri veya hizmetçileri olmaktaydı. soylu kadınlar, kocaları evde bulunmadığı zaman yabancı ülkelerden gelen yüksek rütbeli kişileri karşılıyor ve kocaları adına karar verebiliyordu. aynı zamanda kocalarının yanlarındayken de onlara karar alma işlemlerinde yardımda bulunuyorlardı. üst sınıf kadınların da benzer hayatları vardı ancak çocuklarla kendileri ilgilenmeleri gerekiyordu. alt sınıflarda ise çocuk bakımı tamamen kadının sorumluluğundaydı.

mısırda evliliklerde dini ayinler gerçekleştirilmezdi. bütün sınıflarda, çoğu evlilik çiftlerin aileleri tarafından ayarlanırdı. kızlar 12, erkeklerse 15 yaş civarına geldiğinde evlenirlerdi. soylu erkek çocuklar yabancı ülkelerle anlaşma sağlamak için o ülkelerdeki kralların kızlarıyla nişanlanırlardı ancak kızların evlilik amacıyla bile olsa mısır dışına çıkmaları yasaktı çünkü kendi topraklarının dışına gidince mutlu olamayacağı düşünülürdü. mısırın dünyadaki en güzel yer olduğu düşünüldüğü için bir kadını daha kötü bir yere gitmeye zorlamak, ona saygısızlık yapıldığı gibi değerlendirilirdi. yabancı ülkede doğan kızların mısıra gelin olarak gelmesi ise memnuniyetle karşılanmaktaydı. evin lideri erkek olarak değerlendirilse de, bütün sosyal sınıflarda kadın kocasıyla eşit haklara sahip olarak görülüyordu. ele geçirilen bir notta şöyle yazmaktadır ;

"üst sınıflarda erkekler ve kadınlar yemek yer, eğlenir ve birlikte ava giderler, alt sınıflarda ise kadınların erkeklerle aynı yasal hakları vardır. antik mısırdaki kadınlar diğer antik topluluklardaki kadınlardan daha fazla hakka sahip oldukları için mutludurlar. neredeyse bütün önemli kararlar erkekler tarafından alınıyor olsa da kadınlar bundan kötü etkilenmezler."

çiftçi erkeklerin eşleri tarlaya gitmese bile evde yapacakları işleri vardı. kadınlar evi temizler, hayvanlarla ilgilenir, evde yaşlı varsa ona bakar ve çocukları yetiştirirdi. kadınlar ve çocuklar ayrıca aile bahçesini düzenlerdi. bu bahçe aile için önemli bir gelir kaynağı olabilmekteydi. temizlik mısırlılar için önemliydi ve bir kişinin kendisi ne kadar temizse evinin de o kadar temiz olduğu düşünülürdü. erkekler ve kadınlar belli aralıklarla banyo yapar (rahipler daha sık) ve saçlarını sürekli kazırlardı. saçlarının olması gerektiği durumlarda peruk kullanırlardı. erkekler ve kadınlar ayrıca makyaj yaparlardı, özellikle gözlerinin altlarına sürme çekerek güneşin yakıcı etkisini hafifletirlerdi. kadınların ve erkeklerin birlikte ev inşa ettiğine veya tarladan ekin topladığına dair kanıtlar da bulunmaktadır.

antik mısırdaki insanların hayatları tamamen çalışmaktan ibaret değildi. eğlenmek için spor, masa oyunları veya diğer etkinlikleri gerçekleştiriyorlardı. antik mısırda yapılan sporlar arasında okçuluk, yüzücülük, jimnastik, kürek çekme, hentbol ve su dövüşü isimli bir spor bulunmaktadır. su dövüşü, nil nehrinde küçük teknelerde gerçekleştirilirdi. bir teknede iki kişi olur, bir kişi diğer teknedeki rakibini indirmeye çalışırken diğer kişi ise tekneye yön verirdi. çocuklara erken yaşlarda yüzme öğretilirdi çünkü yüzme gözde sporlardan birisiydi ve yüzme bilen birisi diğer su oyunlarını da oynayabilirdi. senet isimli masa oyunu çok ünlüydü çünkü bu oyunda kişinin ölüm sonrası sonsuzluk macerası anlatılırdı. müzik, dans, güreş diğer sevilen etkinliklerdendi ve üst sınıflar arasında vakit geçirmek için avcılık da yapılırdı.

bu etkinlikler sırasında insanlar bira içmeyi severdi, en sevilen bira bal aromalı olan bir türdü. tadı günümüzdeki biralara benzese de daha hafifti. farklı türde biralar da bulunuyordu ve genellikle bira tedavi amaçlı öneriliyordu çünkü kişinin kalbini hafifletip, ruhunu güçlendirdiğine inanılıyordu.


festivaller, yiyecekler ve elbiseler

bütün mısır tanrılarının doğum günleri vardı ve bu günlerin kutlanması gerekiyordu. aynı zamanda belirli doğum günleri, yıl dönümleri, cenazeler, doğumlar, yakınlaşma etkinlikleri oluyordu. bütün bu etkinlikler bir davetle veya festivalle kutlanıyordu.

mısırda gerçekleştirilen festivallerin her birisinin farklı bir havası oluyordu ancak hepsinin ortak noktası yiyecek ve içeceklerdi. mısırlıların yiyecekleri genellikle bitkisel ağırlıklıydı ve festivallerde buğday ve sebze üzerine yemekler olurdu. et çok pahalıydı ve sadece soylular et yiyebilecek paraya sahipti. aynı zamanda mısırdaki hava şartlarından dolayı eti uzun süre saklamak mümkün değildi ve sadece soylular ava çıkabildiği için ete sadece soylular ulaşabiliyordu.

et yemek isteyenler için festivallere katılmak büyük bir fırsattı çünkü festivallerde yiyeceklerin arasında et de bulunuyordu. ancak bir festival sırasında çok fazla et yemek uygun görülmüyordu.


cenazelerde insanlar saygı için siyah (rahipler beyaz) elbise giyerlerdi ancak diğer etkinliklerde elbise seçiminde şartlanma yoktu. bastet festivalinde kadınlar tanrıya saygı duymak için sadece kısa bir fistan giyerlerdi.

antik mısırda elbiseler ipekten veya pamuktan yapılırdı. mısırın ilk dönemlerinde kadınlar ve erkekler ipekten yapma basit elbiseler giyerlerdi. çocuklar ise 10 yaş civarına kadar elbise giymezlerdi. kadınlar göğüslerini kapatmayan, uzunca bir etek giyerken erkekler ise tek parça basit elbise giyerdi. bu elbiseler farklı renklere boyanabilirdi, genellikle beyaz elbiseler dini ayinler için tercih edilirdi. yeni krallık döneminde kadınlar göğüslerini kapatan ve ayak bileklerine kadar uzanan pamuk elbiseler giyerken erkekler tek parça elbiselerinin üstüne bol bir gömlek giymekteydi. yeni krallık döneminde alt sınıf kadınların, kadın kölelerin ve kadın hizmetçilerin sadece basit bir fistan giydiği görülmektedir. bu sürede soylu ve üst sınıftaki kadınlar ise omuzlarından ayak bileklerine kadar her yerini kapatan elbiseler giymektedir. daha soğuk ve yağmurlu havalarda üst sınıflar şal veya yelek giymekteydi.

bütün sınıflardaki çoğu insan günlük hayatlarında ayakkabı kullanmazdı. ancak uzak veya ayağını inciteceği bir bölgeye gidecek olanlar sandal giyerlerdi. en ucuz sandallar hasır otlarından yapılmaktayken en pahalı sandallar ise deriden veya boyalı tahtadan yapılmaktaydı. sandallar yeni krallık dönemine kadar mısırlılar için önemli bir yere sahip değildi ancak yeni krallık döneminde sosyal statü sembolü olmuştu. güzel sandal giyebilen bir kişinin iyi gelirinin olduğu anlaşılırken, çıplak ayakla dolaşanların çok fakir olduğu düşünülürdü.

bir kişinin bu dünyadaki hayatı sonsuz yolculuğunun bir parçası olarak görülürdü ve bir kişinin ölünce sonraki aşamaya geçtiğine inanılırdı. bütün sınıflarda cenazeyi uygun şekilde gömmek oldukça önemliydi. ölünün bedeni yıkanır, mumyalanır ve sonraki hayatta ihtiyacı olabileceği eşyalarıyla birlikte gömülürdü. ölen kişi ne kadar zenginse mezarı da o kadar gösterişli olurdu ancak en fakir insanlar bile ölüleri için uygun bir mezar yapardı. eğer ölen kişi uygun şekilde gömülmezse o kişinin doğruluk salonuna giremeyeceğine ve osiris'in sorgusunu geçemeyeceğine inanılırdı. dahası, ölen kişi için uygun cenaze düzenlenmezse bu kişinin ruhunun geri döneceğine ve kendisinin ölüsüne saygı göstermeyenlere sorun yaratacağına inanılırdı. bir kişinin ölüsüne saygı duymak sadece düzgün cenaze ile sağlanmazdı, aynı zamanda o kişinin hayattaki başarılarına da önem verilmesi gerekirdi.

hayatları boyunca yaptıklarından sonra ölünce tanrı osiris'in karşısında kalplerinin bir tüyden daha hafif olmalarını isterlerdi. yargılanma bittikten sonra, ölmeden önce günlük hayatları nasılsa sonsuzlukta benzer bir hayatlarının olacaklarına inanırlardı. ölümle birlikte kaybettikleri ne varsa bir sonraki hayatta tekrar yanlarında olacaktı. bu hayatta yaptıkları her şeyin sonsuz hayatta bir karşılığının olacağına inanıyorlardı.