Almanların 1900'lerin Başında Namibya'da Yaptığı Vahşet: Herero ve Nama Soykırımı
her şey 12 ocak 1904’te başlıyor. herero halkı, samuel maharero önderliğinde “yeter artık” deyip alman sömürge idaresine isyan ediyor. tabii almanların cevabı her zamanki gibi “demokrasi” ya da “özgürlük” değil, general lothar von trotha oluyor. ağustos'ta waterberg savaşı’nda hereroları yeniyor, sonra da aileleriyle birlikte omaheke çölü'ne sürüyor. su yok, yiyecek yok. bir de üstüne su kuyularını zehirliyorlar. “öldürmekle uğraşmayalım, susuzluktan gitsinler” mantığı.
ekim ayında nama halkı da isyan edince aynı senaryo tekrarlanıyor. sonuç: 65 bin herero (nüfusun %80’i) ve 10 bin nama (nüfusun %50’si) yok ediliyor. yani kabaca “yarısından fazlasını silin” demişler, o kadar.
katliam yöntemleri arasında “çöl sürgünü” dışında zehirli içme suları da var. almanlar bunu öyle sistematik bir şekilde yapıyor ki bugünkü bm raporları bile “20. yüzyılın ilk soykırımı” olarak tanımlıyor.
2004’te alman hükümetinden heidemarie wieczorek-zeul çıkıp “evet, hatalıydık, sorumluluğumuzu kabul ediyoruz” diyor ama klasik son: “tazminat yok.”
yale’li tarihçi benjamin madley’e göre bu soykırım, amerika’daki yuki soykırımı ve avustralya’daki tasmanya soykırımı’yla aynı zihniyetin ürünü. beyaz yerleşimciler kendilerini “human”, yerlileri ise “subhuman” (insan-altı) olarak görüyor. “medeniyet” dedikleri şey aslında tam olarak buymuş meğer ve 117 yıl sonra, mayıs 2021’de, almanya nihayet “evet, bu bir soykırımdı” demeyi kabul ediyor. tabii iş işten geçtikten sonra.
soykırıma giden yol
peki olaylar nasıl tırmandı dersiniz? kısa ve net: almanlar gelmiş, toprak kapmış, madenleri kapmış, yerli halk itiraz etmiş - cevap: silah, sürgün, ölüm.
güney-batı afrika (şimdiki namibya) - damaraland civarı - hererolarda hayat daha çok sürü ve çobanlık. 1800’lerin sonu afrika talanı döneminde britanya “biz karışmayız” deyince, avrupa’da sömürgecilik işiyle pek ilgisi olmayan almanya’ya buraları kapma şansı doğuyor. prusyalı schutztruppe askerleri ve vali theodor leutwein’in “düzen getirme” operasyonlarıyla bölge kontrol altına alınıyor.
abla kardeş farkı yok: alman yerleşimciler yerlilerden zorla alınan topraklara yerleşiyor, tarıma el koyuyor, elmaslara konuyor. eşitlik mi? adalet mi? hayır. kölece düzen, baskı, memnuniyetsizlik-hepsi birikti.
1903'te ilk isyan nama kabilesi'nden geldi. hendrik witbooi idaresindeki 60 alman yerleşimci öldürüldü. eyleme sonrasında hukkular da katıldı. gerilim arttı. bir sene sonra ise hererolardan yeni bir ayaklanma geldi, bu kez 120 alman ölü. içinde kadın ve çocuklar da vardı. merkezî yönetim artık “müdahale” demek zorundaydı ve devreye giren isim: general lothar von trotha. ekim 1904’te 14.000 askerle gelmiş ve meşhur emri göndermiş: “tüm hererolar burayı terk edecektir; silahlı ya da silahsız her herero vurularak öldürülecektir. karınızı ya da çocuğunuzu da bu topraklarda istemiyoruz. onları da ya süreceğim ya da vuracağım.”
kayser’in bile “çok zalimce” bulduğu bu emir, resmen kalkana kadar sayılamayacak kadar hererolunun öldürülmesine ve sürülmesine yol açtı. emir kalksa da failler işine devam etti: insanların toplama kamplarında çalıştırılıp ölüme terk edilmesi, çöle sürülmeler, sistematik yok etme süreci başladı.
çölde kaybolan bir halkın hikayesi
1904’te işler tamamen çığırından çıkıyor. alman kuvvetleri, 3 ila 5 bin arası herero savaşçısını waterberg savaşı’nda bozguna uğratıyor. savaştan kurtulanlar ve aileleri için tek umut: britanya’nın “gelin, isyanı durdurun, biz size sığınma hakkı verelim” teklifi. hedef: bechuanaland (bugünkü botsvana) ama o “umut” yolu bir nevi ölüm yürüyüşüne dönüşüyor. yaklaşık 24 bin herero, kalahari çölü’nü geçip sığınmak isterken susuzluktan, açlıktan ölüyor. sonradan bölgeye gelen alman devriyeleri 7–8 metre derinlikte kazılmış kuyuların dibinde binlerce insan kemiği buluyor. şef maherero ve yaklaşık 1000 kişi o çölü geçip bechuanaland’a sığınabilmiş, geri kalanı orada kalmış.
kaçamayanlar ise çok daha “uygar” bir sonla karşılaşıyor: toplama kampları. kadınlar, çocuklar, yaşlılar - hepsi numaralandırılıyor, kayda geçiriliyor, alman şirketlerine “iş gücü” olarak dağıtılıyor. çalışarak ölmek, açlıktan ölmek ya da hastalıktan ölmek; seçenek bol. kamplardan çıkanların çoğu zaten dönmüyor.
1908’e gelindiğinde tablo korkunç: yaklaşık 100.000 ölü. bunların 65.000’i herero (nüfusun %80’i), 10.000’i nama (nüfusun %50’si). yani halkların neredeyse tamamı silinmiş. 19.000 alman askeri bu sürece doğrudan dahil olmuş.
ironik kısmı şu: bu soykırım yaşanırken almanlar bölgede elmas yatakları buluyor. bölgenin önemi artıyor, kanın üstü madenle kapatılıyor ve son perde: 1919 versay antlaşması’yla almanlar koloniyi güney afrika’ya kaptırıyor. geriye kalan sadece çölün altında binlerce kemik ve “medeniyet götürdüklerini” söyleyenlerin bıraktığı toplu mezarlar.
alman askerlerinin tecavüz kampları
tarihi yazarken genelde sayılara, savaşlara, antlaşmalara odaklanıyoruz ama bu kısmı çoğu kaynak “dipnot” niyetine geçer: alman askerlerinin namibya’da işlediği cinsel suçlar.
köln üniversitesi’nden tarihçi jan-bart gewald, o dönemde alman babalardan doğan binlerce çocuğun bulunduğu özel kamplardan bahsediyor. bu çocuklar, sistematik tecavüzlerin doğrudan sonucu.
erkeklerin neredeyse tamamı öldürülmüş olduğundan, geriye kalan kadınlar ve genç kızlar alman askerlerine “teslim” ediliyor. resmi adı yok ama fiilen seks köleliği. kimisi kamplarda, kimisi asker barakalarında tutuluyor. “medeniyet götürme” bahanesiyle gelenler, geride hem fiziksel hem de nesiller boyu sürecek travmalar bırakıyor.
bu yüzden herero ve nama soykırımı sadece bir askeri katliam değil; kadınların bedenlerinin savaş ganimeti olarak görüldüğü, çocukların kökenlerinin bile utançla yazıldığı bir toplu şiddet hikayesi.
almanların soykırımı kabulü ve tazminat tartışması
aradan geçen bir asırdan fazla zamanın ardından, mayıs 2021’de alman hükûmeti sonunda “evet, bu bir soykırımdı” dedi. 1904-1907 arasında herero ve namalara yapılanları resmen kabul ettiler ama elbette “kabul”ün içi boş değil, aynı zamanda sınırlı çünkü açıklamada hemen şu not düşüldü: “bu tanıma, mağdurlar açısından hukuken tazminat hakkı doğurmaz.” yani evet, yaptık ama “parasal olarak sorumluluk” başka bir konu.
dışişleri bakanı heiko maas, almanların “ölçülemez acıların tanınması” adına namibya’ya 1 milyar 100 milyon euro sağlayacağını açıkladı. para doğrudan tazminat olarak değil, “yeniden inşa ve kalkınma desteği” adı altında verilecek. üstelik 30 yıla yayılarak, özellikle herero ve namaların yaşadığı bölgelerdeki projelerde kullanılmak üzere.