SAĞLIK 12 Ocak 2024
21,5b OKUNMA     441 PAYLAŞIM

Şeker Aslında Bir Zehir midir?

Zararlı olduğu bilindiği halde fazlasıyla tüketilen şeker aslında tatlı bir zehir mi?

1972'de john yudkin şekerin zehir olduğunu "pure white and deadly" yani "saf, beyaz ve ölümcül" isimli kitabıyla kanıtlamıştı ama hazır gıda şirketleri bu adama karşı çok fena bir lobi yaptı, itibarına saldırdı ve milyonlarca insanın ölümüne neden olan ancel keys'in hipotezini kabul etti. ama zaman, john yudkin'i haklı çıkardı.


sigara şirketleri de 1950'lerde doktorlara sigara içirtip sigaranın sağlığa yararlı olduğunu iddia etmişlerdi. sonra millet kalp krizinden patır patır ölmeye başlayınca güneşi balçıkla sıvayamadılar ve bugünlere geldik. şeker de sigaranın geçtiği yollardan geçiyor şu an. herkesin patır patır şeker hastası olmasının nedeni bu. ama tip-2 diyabet iyileştirilebilen bir hastalık. şeker ve un tüketmeyince, bir de aralıklı oruç yaptığınızda sistemi sıfırlayabiliyorsunuz. the magic pill belgeselini izleyin.

canımın içi profesör doktorum robert lustig, şekeri kokaine benzetiyor ve katıldığı bu yayın "bunu izledikten sonra bir daha asla şeker yemeyeceksiniz." başlığıyla paylaşılmış. ben bu adamın tüm röportajlarını izledim. izledim izleyeli de ağzıma şeker zerresi bile sokmuyorum. eşek gibiyim.


özetle diyor ki: şeker, sizin hücrelerinizin yapısını bozar, hücre bozulursa da hastalık gelişir, sonra ölür gidersiniz. robert lustig, kalori hesaplamasını çürüten adamdır. şekerle aldığınız 2000 kalori ile, etten aldığınız 2000 kalori aynı değil. vücutta farklı işlem görüyor. şeker sizi öldürürken, et yaşatıyor.

aynı zamanda şeker, tüm ülkelerdeki sağlık sistemi üzerindeki en büyük yükün nedenidir. ekürileri de un ve mısır şurubu. yani aylarca raf ömrü olan tüm hazır gıdalar. şunu bilmeniz lazım: raf ömrü olan, paketlenmiş gıda yapay gıdadır. gerçek besinin raf ömrü yoktur, çabuk bozulur. yani et, hayvansal gıda ve sebze tüketmeniz gerekiyor. bunlar sağlıklı yiyecekler. aslında insanımızı sağlıklı beslenmeye ve günde 1 öğün yemeye bi alıştırsak hastanelerde in cin top oynar. hastanelere sadece bi kaza sonucu yaralanmış olan insanlar gelir ve kronik hastalığı olan kimse kalmaz. boş konuşmuyoruz, referans aldığım doktorlar şunlar: robert lustig, yoshinori nagumo, john yudkin, jason fung, william davis, tim noakes. hepsinin ortak iddiası şu: fabrika ayarlarına göre beslenen ve hareket eden bir vücutta hastalık olmaz. insan vücudunun kendisi dünyanın en iyi doktorudur, sadece benzini doğru koymanız lazım.

the secrets of sugar belgeseli de çok ibretlik. röportaj yaptıkları, domates çorbasının içine bile kaşık kaşık şeker koyan şirketlerin yetkilileriyle görüşüyorlar. 

hepsi de bu konuda yorum yapmamak için kıvırıp duruyor ve hepsi de en sonunda "bize ne kardeşim? yemesinler." diyorlar. tamam da, bu konuda insanları bilgilendirmek, bağımlılık yaptığını da söylemek zorundasınız. abur cuburun çocukların dişlerini nasıl mahvettiğini ve çocuklarda bile nasıl bir obezite pandemisi olduğunu anlatan bir ingiliz belgeseli: link

şeker, zehirdir. hayat ve yaşamak güzeldir. lütfen sağlığınızı riske atmayın.

yukarıda bahsettiğim doktorları lütfen araştırın, onları dinleyin

bu konuda ter dökmüş doktorları dinleyip ona göre bu beslenme biçimini uygulayın ya da uygulamayın. ben kendim tıp alanında bir şey bulmadım ama nerede sesi cılız çıkan, araştırmalarına dayalı konuşan saygın bir doktor varsa onu dinledim çünkü bu adamları sizi zehirleyen gıda şirketleri yok etmeye çalışıyor, söz hakkı bile vermiyor. haliyle ünlenemiyorlar. bunun en büyük örneği robert lustig ama en çarpıcı örnek tim noakes isimli doktor. tim noakes, insanlara düşük karbonhidrat, yüksek protein diyetini önerdiği için galileo davasına benzer bir biçimde bu herifler tarafından yargılandı. herkes dünya düzdür derken dünya yuvarlıktır diyen adamlar bunlar. tim noakes, güney afrika'da çok tanınan, saygın bir doktor ve bu adamın dediğini de birçok insan dinleyeceği için millete şekeri, unu dayayan mısır gevreği şirketleri adamın itibarını yok etmeye çalıştılar. aynı entynin başında bahsettiğim john yudkin'in başına gelen gibi. davayı kazandı ama, iyi haber bu.

dinleyeceğiniz doktorların niteliği önemlidir. ben yıllardır sağlıklı beslenmeyle ilgili çok araştırma yaptığım için sık sık bu doktorlardan öğrendiklerimi paylaşmaya çalışıyorum. kendi vücudumda da tüm faydalarını bizzat gördüğüm ve deneyimlediğim için de öğrendiklerime güveniyorum. şekerden, undan, ayçiçek/mısır yağlarından ve yapay gıdadan uzaklaştığınızda, aralıklı oruçla vücudunuzu dinlendirip onardığınızda ve düzenli olarak spor yaptığınızda vücudunuzda şunlar oluyor:

vücut anında daha sağlıklı olmaya ve sizin biyolojik yaşınızı düşürmeye başlıyor. asla kilo almıyorsunuz, fazla kilonuz varsa da vücut kendini ideal kilosuna düşürüyor zaten. şeker ve un miskinliğe yol açtığı için bunlar devreden çıkınca aşırı enerjik oluyorsunuz ve asla yorgun hissetmiyorsunuz. hiç sivilceniz çıkmıyor. saçlarınız gürleşiyor, daha sağlıklı olup parlıyor. üstünüzdeki atlet sırılsıklam olsa bile ter kokmuyorsunuz çünkü içerisi ne kadar sağlıklıysa dışarısı da o kadar sağlıklı oluyor. sigara içenlerin teri kötü kokar mesela. beyniniz sanki önünden bir perde kalkmış gibi çok net ve zehir gibi çalışmaya başlıyor. brain fog'un kalkması bu yani. çok huzurlu ve kaliteli bir uyku çekiyorsunuz. şeker ve un iştahı çok arttırdığı için bunları yemeyince acıkmıyorsunuz ve çok yemeseniz bile tıka basa doyuyorsunuz. cildiniz ve yüzünüz gençleşiyor (bkz: sirtuin) çünkü şu an aralıklı oruç yaşlanma karşıtı hipotezlerin temelini oluşturuyor. açlık sırasında büyüme hormonu devreye girdiği için vücudunuzda bir arıza ya da hastalık varsa eğer vücut bunu yok ediyor. (bkz: otofaji) inanması zor ama kronik hastalıklar olan diyabet, kalp rahatsızlığı, tansiyon, astım gibi hastalıkları vücudunuz yok ediyor. the magic pill isimli belgeselde otistik çocuklarda bile inanılmaz ilerlemeler görüldü, kanser hastaları sadece beslenmelerini değiştirerek kanseri yok etti. doğru benzini verdiğinizde vücudun yapabildiği şeyler inanılmaz çünkü vücudunuz siz ne yaparsanız yapın sizi her zaman yaşatmaya çalışacak. bu yüzden bağışıklık sistemimiz dünyanın en güçlü savunma bakanlığı.

bakın buraya bunları yazıyorum, yıllar geçtikçe zaten şu an yeteri kadar kanıtı olan bu beslenme şekli çok daha fazla ünlenecek ve itibar kazanacak. o dalga şu an batıdan bize doğru geliyor ve pastacılık kursuna gidip küçük bir kafe açma hayali olanlara kötü bir haberim var: hiç o yola girmeyin, batarsınız. şekerin geleceği yok.

şeker, zehirdir. bitti.

ekleme: size iki adet kitap tavsiye edeceğim: 


sağlıklı olmak için atalarımız nasıl beslendiyse öyle besleneceğiz. evrim tarihimizi göz önüne aldığımızda insanlık olarak 31 aralık'ta tahıl tüketimine başladık, 31 aralık'ın son saatinde ise şeker tüketmeye başladık. 364 gün et yiyen bir insan vücudu, 365. gün un ve şekerle tanıştı yani. bu şeker de fruktoz veya laktoz değil, sukkaroz. sukkaroz son 150 yıldır var. vücut bunu tanımıyor. haliyle şekerle sistemi bozuyorsunuz. mesela başka bir kanserojen ürün: margarin. siz tüketmeyince margarin raflardan nasıl kalktı? şimdi rafların en ücra köşesinde küsmüş çocuklar gibi duruyorlar. bu da şunun kanıtı: sağlıksız şeyleri eğer toplu olarak yemeyi bırakırsak o rafları yeniden düzenleriz. biz müşteriyiz, hiçbir firmanın bizi zehirleme hakkı yok. talep edeceksin. eğer sen sağlıklı ürünleri talep edersen firmalar da ona göre üretim yapar. bu güç bizim elimizde.

sağlıksız beslenmek insanların ruh sağlığını bile etkiliyor. fast food yiyenlerin genelde depresif olması ve kelleşmesi bir tesadüf değil, yedikleri şeyler yüzünden öyleler. tekrar sayayım, zehir olan şeyler: şeker, un, ayçiçek/mısır yağı, içinde mısır şurubu olan her şey, tüm hazır paket gıdalar, abur cubur, tatlandırıcılar ve hazır içecekler. alayı... yani bir markette bulunan yiyeceklerin %90'ı sağlıksız. aşı karşıtlığı yapana kadar sizi neyle beslediklerine bir bakın yani. sağlıklı olan tek şey doğal ürünler: doğal beslenmiş kırmızı ve beyaz et, deniz balığı, yumurta, köy peyniri, ev yapımı yoğurt, sebzeler, zeytinyağı, tereyağı, kuruyemiş... hepsi sağlıklı. abur cubur yerine kuruyemiş tüketin mesela. çay, kahve ve su için. çok yemeyeceksiniz çünkü sadece sağlıksız yemek değil, çok yemek de sizi öldürüyor. şöyle bir entrym var:


bir de bu söylediğim şeyi deneyen herkes aynı harika sonuçları almış, çok mutlu oldum. en son bir süre şeker tüketmemiş birisi kronik yorgunluğunun geçtiğini, şeker tüketmeye başladığında ise yorgunluğun tekrar geri geldiğini söyledi. başka bir yazar "arkadaşımın babası ileri derece reflü ve kalp hastasıydı. o kadar acı çekiyordu ki mide borusunda doktor en son sinirleri yakalım oradaki demiş. sonra adam şeker ve unu bıraktı, et ve sebze ile beslenmeye başladı. tamamen iyileşti. kolesterol seviyesi yıllar sonra iyi seviyeye düştü hatta doktoru sormuş ne yaptın sen falan diye." diye bir mesaj attı. bir başka yazar ise şöyle bir mesaj attı:

"merhaba, yazdıklarınızın neredeyse tamamını birebir kendi üzerimde yaşadım. şeker ve ekmek kullanmadığım bir kaç yıl boyunca son derece zinde ve güçlüydüm, düzenli spor yapardım, çok genç göründüğümü söylerlerdi. süper fittim. sonra tekrar ufak ufak abur cubur tüketmeye başladım, ekmek falan ne bulursam giderek arttı ve şu an ne enerjim var, ne psikolojik rahatlığım, uyku vücut direnci yerlerde. kilometrelerce aralıksız koşabilecek efor gücüm varken şu an sanırım 300 metre gidemem ve bu iki yıl içinde oldu, aldığım en az yirmi kilo da cabası. 4 yıl boyunca bir kere bile hasta olmadım, tabi düzenli egzersizin etkili olduğunu düşünüyorum, son iki yıldır çok hasta oldum mesela. bu yazıyı okudum ve tekrar eski halime dönmeye karar verdim, bakalım başarabilecek miyim?"

hepiniz başarabilirsiniz. bunu deneyen herkes aynı sağlıklı ve mutlu sonuçlara ulaşıyor. ki, tıpta hiçbir şey kesin değildir ve her vücutta aynı sonuç görülmez ama şekerden ve undan arınmış her vücut daha iyi çalışıyor. bunu hepimiz deneyimleyip görebiliyoruz. gıda şirketleri istedikleri kadar reklam ya da lobi yapsınlar, şekerin zehir olduğunu artık saklayamazlar. yemiyoruz cınım.

meyve ve alkolle ilgili çok soru soruluyor

tabii ben bu işin uzmanı olmadığımı yeniden belirterek sadece öğrendiklerimi aktarayım:

bu zehir olan sukkaroz da, meyve şekeri olan fruktoz da, bal da şeker olarak işlem görüyormuş ve karaciğerde birikiyormuş. (balı da asla kaynatmayın ya da sıcak suyun içine koymayın dediler.) çocuk doktoru olan prof. dr. robert lustig şöyle bir örnek verdi: çocuklarda nonalcoholic fatty liver disease diye bir hastalık yaygınlaşmış, bu da alkole bağlı olmayan karaciğer yağlanması demek. fakat çocuklar alkol tüketmez. o zaman cevap ne? şeker. şu örneği verdi: bir meyve olan üzümü fermente ettiğinizde alkole dönüşür değil mi? işte, çocukların çok yediği şeker de karaciğerde alkole dönüşüyor ve aynı alkolün etkisini yaratıyor. çocuklar şeker yediklerinde aynı alkolün bizde hissettirdiği rahatlama, gevşeme ve mutlu olma duygularını tadıyorlarmış. bu yüzden bağımlı oluyorlar tabii. "çocuklarınıza alkol vermezsiniz ama kola içirtiyorsunuz." demişti hatta.

öğrendiğim kadarıyla alkolle ilgili hepsinin ortak görüşü şu: b.kunu çıkarmayın. sosyal içiciliğe bir şey demiyorlar ama çok sık ve çok fazla alkol tüketimine tabii ki karşılar. en çok tüketilen bira bildiğiniz üzere sıvı ekmek zaten. ama şarabın yararlı olduğunu söylediler fakat çok fazla alkolden kaçının diyorlar. bunu da söyleyince "ee kardeşim, o yasak bu yasak? ölelim mi n'apalım?" denilebilir. doğru. sınırınızı bildiğiniz sürece bir sorun olmaz herhalde. ben mesela nadiren alkol tüketirim. sonuçta sosyal içici olunca arkadaşlarınızla iki tek atıyorsunuz, o kadar da olsun yani. ama şarabı çok severim, onu da genelde bir kadeh, en fazla da iki kadeh içerim mesela. henüz alkolün kendi üzerimde kötü ve kalıcı bir etkisine rastlamadım.

şu fruktoza geri döneyim: bu dinlediğim doktorlar meyveyi tümüyle kötü ilan etmedi. tek dedikleri şey şu: meyvenin asla suyunu sıkmayın, kabuğuyla ve lifleriyle birlikte tüketin. lifleri yararlıymış. şöyle bir deney yaptılar:

bir kızın önüne 5-6 tane portakal koydular, diğer kızın önüne de 5-6 portakalla sıkılmış portakal suyu koydular. tüketebildikleri kadar tüketmelerini istediler. portakalı meyve olarak yiyen kız 1,5 portakal yiyebildi ama diğer kız portakal suyunun hepsini içebildi. sonuç olarak da şunu söylediler: vücudunuz 1,5 portakaldan sonra "dur" diyor ama lifleri olmadan 5-6 portakalın suyunu içebiliyorsunuz. bu kadar çok fruktoz karaciğerde tsunami etkisi yaratır ve insülin seviyenizi bozar. bu yüzden asla meyve suyu içmeyin çünkü bu kadar fruktoz karaciğerinize zarar verir, hatta çok meyve yiyen insanlarda işi diyabete kadar götürür. eskiden ortalıkta sukkaroz yokken de şeker hastalığı vardı. bu yüzden nedenini meyveye bağladılar.

ben mesela meyveyi hiç sevmem ve yemem. çok nadir muz veya üzüm yerim. ekstra herhangi bir takviye de almıyorum ve değerlerim tamamen normal. en iyisi gerekli vitaminleri ve mineralleri etten ve sebzelerden almak. maydanozda bile portakaldan daha çok c vitamini var. ben mesela her gün 10 malzemeli salata yaparım. klasik malzemelerin dışında içine mutlaka havuç ve turp da rendeliyorum. en son zeytinyağı, limon ve zerdeçal ekliyorum. zaten biz sebzeyi kendimiz için değil, bağırsaklarımızdaki bakteriler için yiyormuşuz. özetle: meyveleri meyve olarak lifleriyle tükettiğiniz ve çok yemediğiniz sürece sıkıntı yok. alkolü de çok sık ve çok tüketmediğinizde bir sıkıntı yok. herkese sağlıklı günler dilerim.