Lübnan'ı Orta Doğu'nun İsviçre'sinden Bir Harabeye Çeviren Kabus: Lübnan İç Savaşı
lübnan iç savaşı... ülkenin “burası ortadoğu'nun isviçre'si” diye anıldığı dönemden, “burası taş üstünde taş kalmadı” noktasına geldiği 15 yıllık bir kâbus. yaklaşık 150 ila 230 bin kişi öldü, milyonlarcası göç etti, şehirler yerle bir oldu, herkes birbirine düşman kesildi.
olaylar aslında 1958'de ufak ufak başlamıştı. soğuk savaş atmosferi, amerika'nın “ben geldim” deyip beyrut'a asker çıkarmasıyla biraz yatıştı ama fitil orada yanmaya başladı. ardından israil'in kurulması, yüzbinlerce filistinli mültecinin lübnan'a yerleşmesiyle ülkenin dengesi tamamen bozuldu. 70'lere gelindiğinde filistinli gerillalar (bkz: fkö) ülkeye girince ortalık iyice karıştı. silah, ideoloji, din, mezhep; ne ararsanız var.
1976'da müslüman ağırlıklı lübnan cephesi ve ulusal komite birbirine girdi, arap ligi “aman yapmayın” diye araya girdi ama kimse dinlemedi. suriye “ben barışı getiriyorum” bahanesiyle içeri daldı, israil de “hazır karışıklık varken ben de güneyi alayım” dedi. sonuç: iç savaş artık sadece lübnanlıların değil, herkesin savaşı oldu.
80'lerde beyrut harabeye döndü ama garip şekilde herkes “yeniden inşa” derdine düşmüştü. 1989'da taif anlaşması imzalanınca “tamam, bu iş bitti galiba” havası esti ama iç hesaplaşmalar devam etti. 1990'da mişel avn, “ben bu anlaşmayı tanımam” deyince suriye tanklarıyla gelip noktayı koydu. avn fransa büyükelçiliği'ne sığındı, sonra direkt fransa'ya kaçtı.
1991'de “herkes affedildi” denilerek toplu af çıktı ama ülke hâlâ patlamaya hazır bir bomba gibiydi. aynı yıl bir bomba basta'da patladı, 30 kişi öldü, 120 kişi yaralandı. savaş bitmişti ama travma bitmemişti.
sonrası mı? suriye fiilen lübnan'ı kontrol etti, hristiyan liderlerin bir kısmı sürgüne gönderildi, bir kısmı suikasta kurban gitti. geriye, yarısı moloz yarısı anı olan bir ülke kaldı.
riyad toplantısı (1976)
1975-1991 arasındaki lübnan iç savaşı'nda “artık yeter” noktasına gelinmişti ki, 17-18 ekim 1976'da lübnan, suriye, mısır, kuveyt ve suudi arabistan liderleri riyad'da toplandı. amaç: ortadoğu usulü barış yapmak - yani herkesin biraz kazanıp kimsenin tam memnun olmadığı bir formül bulmak.
toplantıdan üç madde çıktı ama sahada işler öyle olmadı tabii:
• 21 ekim'den itibaren ateşkes yürürlüğe girecek, herkes 1975 nisan'ından önceki hatlara dönecekmiş (spoiler: kimse dönmedi, dönenler de ertesi gün yeniden ateş açtı.),
• 30.000 kişilik “arap barış gücü” kurulacak denildi. kulağa birleşmiş milletler gibi geliyor ama aslında bu birlik neredeyse tamamen suriye askerlerinden oluştu. yani barış gücü değil, “suriye denetim gücü.”
• fkö (filistin kurtuluş örgütü) lübnan'da kalacak ama ülkenin egemenliğine saygı gösterecekmiş. bu da “ben burada oturacağım ama senin koltuğuna karışmam” demek gibi bir şeydi. doğal olarak karıştılar.
güvenlik bölgesi
riyad toplantısı'nda “fkö lübnan'ın egemenliğine saygı gösterecek” diye bir madde vardı ama fkö o maddeyi muhtemelen hiç okumadı çünkü ne saygı kaldı, ne egemenlik. israil de “madem öyle, ben de kendi sınırımı kendim çizerim” dedi ve litani nehri'ne kadar olan güney lübnan'ı fiilen işgal edip burayı “güvenlik bölgesi” ilan etti. adı güvenlikti ama kimse güvende değildi.
sonra israil işi büyütüp beyrut'u kuşattı. bu baskının sonucunda fkö “tamam tamam gidiyoruz” diyerek 21 ağustos 1982'de, amerikan, fransız ve italyan askerlerinden oluşan 2.000 kişilik barış gücü eşliğinde gemilere binip lübnan'dan ayrıldı. sahne tam bir hollywood filmi gibiydi: gemiler kalktı, fkö gitti, herkes bir anlığına “belki bitti” dedi ama bitmedi.
1985'te israil kademeli olarak çekilmeye başladı ama çekilince bu sefer müslüman-hristiyan çatışması tekrar alevlendi. suriye hemen “ben arabulucu oluyorum” bahanesiyle yeniden ülkeye girdi, iran da “ben de varım” dedi - ama tabii herkesin amacı barış değil, nüfuz alanıydı.
1989 sonlarına doğru fkö yeniden güney lübnan'a sızmaya başladı. kısır döngü tam gaz devam ediyordu. 1991'de savaş nihayet resmen sona erdiğinde, beyrut bildiğiniz enkaz yığınıydı, 150.000 kişi hayatını kaybetmişti, ülke ise neredeyse haritadan silinmiş gibiydi.
1992'den itibaren israil ile fkö arasında hafif bir yumuşama havası esti ama bu sefer başka bir gerçek ortaya çıktı: lübnan artık bağımsız bir devlet değil, suriye'nin arka bahçesi gibiydi. 1976'da “barış gücü” bahanesiyle gelen suriye askerleri, fiilen ülkeyi kontrol eden bir işgal gücüne dönüşmüştü.
tarafların oluşumu
lübnan iç savaşı'nı anlamak istiyorsanız, önce tarafları anlamanız lazım çünkü bu savaş “hristiyanlar vs müslümanlar” kadar basit bir denklem değil. işin içinde kiliseler, aşiretler, ideolojiler, dış güçler, gizli servisler, hatta uyuşturucu rotaları bile var.
1960'larda hristiyan üstünlüğü yasal olarak tescillenince, müslümanlar ve solcular “bir dakika, biz de buradayız” diyerek 1969'da front for progressive parties and national forces adlı bir ittifak kurdu. sonra bu yapı lübnan ulusal hareketi'ne (lnm) dönüştü. tek istekleri basit görünüyordu: “yeni bir nüfus sayımı yapın çünkü 1932'deki verilerle ülke yönetilmez.” ama maruni hristiyanlar için bu, “iktidar elimizden gidecek” anlamına geldi ve film orada koptu.
herkes birbiriyle papaz olunca (kelime anlamıyla da olabilir), taraflar “bizim milisimiz bize yeter” diyerek kendi ordularını kurmaya başladı. küçük küçük silahlı gruplar kısa sürede mafyalaştı, kimse artık devleti ciddiye almadı. lübnan ordusu zaten karışıktı; içinde her mezhepten adam vardı, kimse kime emir vereceğini bilmiyordu. en sonunda müslüman askerler “biz artık maruni komutanlardan emir almıyoruz” deyip orduyu fiilen böldüler.
milislerin finansmanı da oldukça yaratıcıydı:
• dış destek: iran'dan israil'e, suriye'den sovyetler'e kadar kim para verirse ondan. ittifaklar sürekli el değiştiriyordu,
• halkı sömürmek: haraç, soygun, banka basma, “gümrük vergisi” adı altında mafyalık,
• kaçakçılık: bekaa vadisi'nde haşhaş üretimi tavan yaptı, silah ve her türlü mal kaçakçılığı sıradan hale geldi.
hristiyan militanlar: maruni kilisesi önderliğinde örgütlenen hristiyan gruplar genelde sağ görüşlüydü. romanya, bulgaristan, belçika, batı almanya ve israil'den silah alıyorlardı. beşir cemayel'in ketaib partisi ve hür milliyetçiler partisi başı çekiyordu. guardians of the cedars gibi “biz biraz fazla milliyetçiyiz” diyen aşırı uçlar da vardı. kuzeyde marada tugayı ise fıranciye ailesi'nin özel ordusuydu.
şii militanlar: başta sessiz kaldılar ama sonra sahneye musa es-sadr'ın emel hareketi çıktı. ılımlı islâmcı çizgideydi ve şehirli fakirleri kendine çekti. 1980'lerde emel'den kopan bir grup “daha radikal olalım” diyerek hizbullah'ı kurdu. iran tarafından desteklenip eğitildiler; zamanla suriye'nin de desteğini aldılar. bugün hâlâ ülkenin en güçlü silahlı yapısı konumundalar.
sünni militanlar: genelde libya ve ırak'tan destek buldular. nasırcı, pan-arap veya milliyetçi çizgideydiler. en bilinen grup murabitun'du. savaşta pek güçlü olamadıkları için filistinli sünnilerin liderlik ettiği ama içinde hristiyan azınlıkların da yer aldığı fkö'ye yaslandılar.
dürziler: lübnan'ın “biz azız ama stratejik yerdeyiz” diyen topluluğu. cümbulat ailesi liderliğinde sosyalist ilerici parti aracılığıyla savaşta var oldular. önce kemal cümbulat, sonra oğlu velid; sovyetler'le iyi ilişkiler kurup, suriye'yle de pragmatik ittifaklar yaparak güçlü bir bölgesel aktör hâline geldiler.
seküler/din dışı militanlar: “biz dinle değil, ideolojiyle savaşıyoruz” diyen ama çoğu zaman o da bahane olan gruplardı. lübnan komünist partisi (lcp) ve komünist eylem örgütü (coa) en bilinen sol yapılar oldu. ayrıca “büyük suriye” hayaliyle yola çıkan suriye sosyalist milliyetçi partisi (ssnp) vardı. bunlar suriye destekliydi ama ilginç şekilde esad'ın baas partisi'ni pek sevmezlerdi.
fkö’nün güney lübnan macerası
1969’da mısır başkanı nasır, büyük arap politik baskılar altında kahire anlaşması’nı feshedince işler iyice karışıyor. o zamana kadar “bizim topraklardan başka ülkelere operasyon mu? asla!” diyen lübnan, bir anda “eh, bari ordumuzla koordine olsunlar” noktasına geliyor çünkü ülke elden gidiyor, kontrol kayıyor.
fkö’ye mülteci kampları üzerinde tam yetki veriliyor ve kısa sürede güney lübnan, fkö’nün fiilen yönettiği bir bölgeye dönüşüyor. üstelik 1970’te ürdün’de yaşanan “siyah ekim” faciasından kaçan savaşçılar da lübnan’a doluşunca işler tamamen çığırından çıkıyor.
radikal gruplar kendi kurallarını koyuyor, şii köylüler “biz ne ara bu hikâyenin parçası olduk?” diye isyan etmeye başlıyor. fkö, ürdün’de nasıl halk desteğini kaybettiyse, lübnan’da da aynı hataları tekrarlıyor ama bu sefer müslüman kesimlerde filistin’e olan sempati artıyor. yani klasik orta doğu ironisi: herkes birbirine kızgın ama kimse elini taşın altına koymuyor.
(bkz: sabra ve şatilla katliamı)
(bkz: 2006 israil lübnan savaşı)
(bkz: 1983 beyrut'ta amerikan kışlasına saldırı)