Yazarın İlham Perisi Tarafından Terk Edilmesi: Yazar Tıkanıklığı
kişinin içinde bir telaş, pür telaş gider. sanki yazman gereken yazılar, gitmen gereken yerler, yapman gereken işler, konuşmak zorunda olduğun birileri var da, seni tutuyorlar, içinden çıkamadığın bir meşguliyet içinde bırakıyorlar, o yüzden yazamıyor, gidemiyor, konuşamıyorsun. oysa, ne o gereklilikler mevcuttur, ne de seni sıkıştıran birileri. bu sebepsiz yere zamanı durdurma, daha ziyade yavaşlatma isteği gelip çöreklenir hançerene. bu ağırlıktan kurtulmalı. neyse o içimin telaşına düştüğün işler, hal yoluna konulmalı. ama nasıl bilemezsin.
kendi varoluşuna yapıtları üzerinden değer biçmeye koşullanan yazarın lanetidir yazar tıkanması.
genellikle ilhamın yokluğuyla izah edilen writer's block kavramınının temelinde öze yönelik yargılanma korkusunun yattığını düşünüyorum. tüm iyi niyetleriyle masa başına geçen kimi yazarlar öylesine büyük bir korkuya kapılıyorlar ki tek bir satır dahi yazamıyorlar. uslarında defalarca yazdıkları romanın tek bir harfi dahi kağıt yüzü göremiyor. yazar ne düşünmekten vazgeçebiliyor ne de yazmaya koyulabiliyor, bir dirhem ilham alırım diye bir oraya bir buraya dönüyor, kendisini aptal gibi hissediyor. bu 500 sayfalık romanı boşa yazma endişesiyle açıklanamayacak kadar uç bir durum; yazarları burunlarındaki sümükleriyle birlikte donduran farklı bir şey olmalı. bu durumun izahı, kısmen de olsa, yazın dünyasındaki eser-yaratıcı ilişkisinden yola çıkılarak yapılabilir.
edebiyat yapıtla aracı arasında hiçbir aracı disiplinin ya da aracın bulunmadığı, doğrudan yazarın varoluşunun kalıbından doğan bir sanat olarak nitelendirilebilir. dönemler, akımlar, kişisel görüş ve deneyimler yazarı, el birliğiyle aklın sanayisine götürüp kalıbını döktürürler. bir bakıma, dünya ve varlığa dair algıların birikmesiyle kendini var eden yazar, kendi varoluşunun sınırlarını eşeler ve kendinden topladıklarını yazma ihtiyacı duyar. arada ustalıkla kullanılması gereken fırçalar, enstrümanlar (burada sesin, mimiklerin ya da oyunculuk/dans figürlerinin de eğitilmesi gereken tümleşik enstrümanlar olarak düşünülebileceğini öne sürüyorum.) yoktur. eğitilmesi ve üzerinde ustalaşılması gereken dışsal ve tümleşik araçlardan bağımsız olan yazın eseri doğrudan yazarın usuna, varoluşuna, içsel dünyasına toprak hatla bağlanır. son derece güçlü, dolaysız ve çıplak bir eser-sanatçı bağı şekillenir. yazar kendi varoluşundan aldığı anlamı ve niteliği eserine yükleme gayretine düşer. zekasından, gözlemlerinden, varoluş sıkıntısından ve hiç geçmeyen kaşıntılarından alıp kağıda verir, başka bir deyişle eseri kendi kalıbında döver. hiçbir yazar el yazısından dolayı övülmez ya da yerilmez.
işte, eserle yazarının arasındaki bağın böylesine net olması kimi yazarlar için zamanla korkutucu bir hal alabilir. yazmak, pek çok yazarın usunda, ister istemez kendini gerçekleştirmenin kalbine atılan bir adım olarak derecelendirilir. saf benliğinizden fırlayan kavramların, düşünsel bir araç olan dile çevrilerek esere aktarılması ister istemez varoluşunuzun temel kavramlarına dair bir manifesto olarak algılanacaktır. sorun ise, yazar bu tanımlamanın bir yerlerine "nitelik" sözcüğünü sıkıştırdığında ortaya çıkar. eser-yazar ilişkisinin çıplak bağını idrak eden yazar, farkına dahi varmadan, yalnızca eserinin değil, eserinin kalıbı olan kendi varoluşunun da yargılanacağı korkusuna kapılır. yalnızca metninin değil, kendi usu, kendi entelektüel birikimi, dil hakimiyeti ve varoluş değerinin de itibarsızlaşacağını düşünür. bu korkuyla, kendini gerçekleştirdiğini hissetmesini sağlayacak olan "mükemmel romanı" yazmayı tasarlar. mükemmel romanın her cümlesi okurun algısına çökecek, ağlatacak, güldürecek, delirtecek ve yazara söylenmeye değer her şeyi, söylenebilecek en güzel biçimde ifade ettiğini hissettirecektir. aksi takdirde, yalnızca romanı değil kendi varoluşu da yırtılıp çöpe atılacaktır.
mükemmel eseri yazmaya kalkışan yazar, sonuca öylesine odaklanır ki yazım süreci üzerindeki kontrolünü tamamen kaybeder. süreci bir baş ağrısı olarak tanımlayan yazar, sadece tamamlanmış eseri düşünür halde kendisine yüklediği ödevi her geçen gün daha da ağırlaştırır. tüm metni kafasında yazar, düzeltir ve eleştirir. henüz yazmadığı sayfaları buruşturup atar; hiçbiri yazmaya değecek kadar mükemmel değildir. yazmaya kalktığında bir yanında editör, diğer yanındaysa eleştirmen oturuyormuşçasına paniğe kapılır. sözcükler örülüp cümleler şekillenirken editörün gözlerini kısıp cık cık ettiğini, eleştirmenin yüzünü tiksintiyle buruşturduğunu hayal eder. yazdıktan sonra yargılayacağı yerde, henüz yazmadan yargılar ve hüküm verir. halbuki bir yazar gözüyle yazsa, bittikten sonra bir editörün gözüyle elden geçirse ve son olarak bir eleştirmenin kriterleriyle eserine yapıcı eleştiriler getirmeye çalışsa herkes mutlu olacaktı. ne var ki yapamaz, yazamaz. yargıdan, hiçe dönüşmekten, değersiz şeyler yazarak kendi öz niteliksizliğini ilan eden bayağı bir yazar olmaktan korkar. tedavisine narsisizmi ustan söküp atarak başlanabilir.