Vergi İadesi İçin Naylon Fatura Pazarlayan Bir Kalpazanın Hayret Verici Numaraları
ara not: burada yazdığım ve yazacağım her türlü kalpazanlık bilgileri bugün için bir işe yaramaz. çünkü nüfus cüzdanları artık soğuk damgalı değil ve plastik kart şeklinde, kağıt paraların hepsinin ebatları farklı ve yazar kasa fişlerinden vergi iadesi dönemi kapanalı yıllar oldu. bu yüzden eskiden işe yarayan ve bugünde tedavülden kalkan yöntemler yasal bir sorun teşkil etmemektedir.
sene 1999
17 ağustos depremi geçeli 2 aya yakın olmuştu. herkes istanbul’dan kaçarken biz oraya taşınma hayali kuruyorduk. çünkü ev istanbul'da olursa o zamanlar gurbette olan babam her akşam evde olacak ve gurbetlik-hasretlik bitecekti. eşyaları topladık ve babamın kuzeninin 85 model ford transit minibüsüne doldurduk. zaten mobilya beyaz eşya filan almadık yanımıza. sadece kıyafet, mutfak eşyası ve hususi eşyalar vardı. bu yüzden minibüse sığdı, sadece yolda giderken ütü masası açılıp kafama çarpıp duruyordu. yolda minibüsü babam ve kuzeni sırayla sürüyorlardı. minibüs motoru ölü olduğu için yolda her yakıt aldığımızda 2-3 litre de motor yağı basıyorduk...
yenibosna/kuleli de naim süleymanoğlu’nun sahibi olduğu ve şimdi batmış olan mudurnu chicken dükkanının sokağında, iki katlı yarı bodrum ve eski bir ev tutmuştu babam. eşyaları indirip eve taşıdık. özellikle rahmetli annem çok yorgun olduğundan babam hemen bir halı serdi yere. minibüse tekrar binip bürtan abinin (isim uydurulmuştur) yanına gitti. annem biz koca istanbul’a gelir gelmez sokağa çıkar kayboluruz diye kapıyı kilitledi ve halının üstünde öylece uyuya kaldı garibim.
bürtan abi babamın, cezaevine girmeden önce arkadaşıymış
babam her türk insanı gibi kolay parayı seven bir adam olduğu için bürtan abi ile birçok kalpazanlık yöntemleri denemiş evvel zaman içinde. bürtan abi yazılımcı. o yıllarda daktilodan hallice bir teknolojiye sahip olan ülkemizde, bu yüksek iq’lu adam dehşet derecede yazılım bilgisine sahip ama tek amacı kolay para. mesela o zamanlar bütün kağıt paralar aynı boyutta olduğu için en düşük değerdeki kağıt parayı belli kimyasal maddelerin içinde bekletip boş ve gizli atatürk resimli, bandrol şeritli bir kağıda dönüştürüyordu. daha sonra hindistandan getirttiği özel içerikli mürekkepleri yazıcı kartuşlarının içine doldurur ve içeriğini sildiği banknotun üzerine en yüksek değerdeki kağıt paranın resmini basar. bu yeni basılmış para sahte değildir ama aslı düşük değer olan, görüntüsü yüksek değer olan bir paradır artık. sıkıştıkça böyle para basıp piyasaya sürdüğünü biliyorum. ama zahmetli ve zaman alan bir iş olduğu için sürekli yapmazdı. onun için tek seferde kaldıracağı büyük işler lazımdı. he zannetmeyin ki bu adam bu işi yapıp elini kolunu sallayarak geziyor... ortalama 6 ayda bir yakalanır, hapse girer ve çok yatmadan geri çıkar. çünkü kalpazanlığın cezası sandığınız kadar çok değil. bürtan abinin 1 yıllık zaman periyodu içerisinde yaptıkları hep rutindir. cezaevinden çıkar, önce bilgisayar yazılım üzerine işler yapar. zar zor üç beş kuruş kazanır. sonra bu iş zor, daha çok ve kolay para lazım diye bir kalpazanlığa başlar. ortalama 3 ay yapar bu işi ve yakalanır. gider cezaevinde yatar ve önceki çıkışının yılını doldurmadan tekrar tahliye olur. 1 yıllık rutin genelde böyledir, pek değişmez. helal kazançlı yaptığı işler arasında bakırköy meydanında bir bilgisayar kursu açıp batırmak var. bir de bir dönem meşhur bir gazetenin tasarım editörlüğünü yapıyordu, avcılar’da bir ofisi vardı. gece gazetenin çalışanları birden fazla disket getirip bürtan abiye verir, bürtan abi de baskıdan önce bütün yazıları ve manşeti düzenler, tek bir disket olarak verirdi gazeteye. gazete bildiğim kadarıyla bugün halen yayında, o yüzden ismini vermiyorum.
bürtan abi dersaneyi batırdıktan sonra içindeki eşyaları bir depoya koymuş
babam da evi taşırken getirmediği eşyaların yerine bu dersane malzemelerinden eve uyacakları almaya gitmişti. kardeşimle ben annem kapıyı kilitlediği için yarı bodrum evin camından dışarıyı seyrediyorduk. sokak arasındaki görüntüden filmlerdeki istanbul’u arıyorduk. bir baktık minibüs geldi. hemen annemi uyandırdık, kapıyı açtı. bir çift çekyat, yuvarlak masalar, plastik sandalyeler ve üç dört tane de halı (halı halı! carpet... tamam uyuklamayın heyecanlı yerine geliyorum az kaldı) indirdik minibüsten. dersanenin malzemeleri bizim evin eşyaları olmuştu.
bayram yaklaşıyordu. okullar bir hafta kadar tatil olacaktı. biz eve iyice yerleşmiştik. okul nakillerimiz yapılmıştı. malatya'da iken bürtan abinin bana yolladığı pentium mmx işlemcili 8 megabayt ramli windows 3.1 işletim sistemli bir bilgisayarım vardı. bu yüzden bilgisayar kullanmayı biliyordum ve meraklıydım bu teknolojiye. akşam babamın telefonu çaldı. arayan bürtan abiydi. “yeni evde biraz işim var. yılbaşı gelmeden yetiştirmem lazım. vedat’ı (benden bahsediyor) bana yolla tatil boyunca bana yardım etsin” dedi. babam da tamam olur dedi. ben can atıyorum gitmeye. çünkü bürtan abi benim için teknoloji dünyasıydı.
bir saat sonra transporter bir minibüsle geldi bürtan abi, beni aldı ve çıktık yola
avcılar’a gittik. deprem en çok orayı vurmuştu. hayalet bir şehir gibiydi. villa sitesi gibi bir yere gittik. orada yıkım olmamıştı ama insanlar kaçıp gitmişti. havuzlu bir villa kiralamış. parası çok olduğu için değil, deprem bölgesi olduğu için kirası çok ucuzdu. tam rakam hatırlamıyorum ama süleymaniye'deki bir bekar hanına verilecek aidattan daha ucuzdu. içeri girdim, evde altı oda var. her odada 3 bilgisayar ve o bilgisayarlara oki nokta vuruşlu yazıcılar bağlı. yazıcılara yazar kasa makara kağıtları bağlı. kağıt besleme kısmının ortasına 5-6 cm genişliğinde yazar kasa kağıdına göre bir hazne yapılmış. yazıcılar sürekli cızır cızır baskı yapıyor.
olay şu; dos tabanlı pascal programı üzerinden bir algoritma ile program yazılmış. algoritmanın çıktısı bir marketten, kasaptan veya manavdan aldığınız fiş. mesela işyeri adı aydın büfe, vergi numarası, adresi, altta alınan ürünler vs... algoritmanın içine yüzlerce dükkan ismi girilmiş. repeat (tekrar) modda her çıkan fiş farklı dükkan isimleri, farklı ürünler... alınan milyonlarca fişin içinden bir tanesi diğeriyle aynı olmaz, içinde mutlaka bir farklılık vardır. algoritmadaki zeka ise: bir kasap ismi geçiyorsa ürünlerde bulgur olmaz, yalnızca et olur, veya manav ismi geçiyorsa et olmaz. makara rulosu basılırken her 100 adet fişten sonra araya ayraç niteliğinde bir çizgi ve boşluk atılır. makaranın uzunluğuna göre çıktı adeti ayarlanmıştır. makara bitince çıktı verme işi de durur. programı yazan, pc'leri ve yazıcıları hazırlayan tek bir kişi: yani bürtan abi.
bu makaralar yazıldıktan sonra biz bunları alıyor ve sert bir karton üzerine tırtıklı kıl testereyi sabitliyoruz. kağıdı testerenin altından geçiriyoruz ve fiş bitiminin olduğu yerden yukarı doğru çekince cırt! yazar kasadan çıkmış gibi tırtıklı, kesikli, taptaze bir ürün alım fişi çıkıyor ortaya. 100 adet olunca bir deste yapıp, paket lastiğiyle birleştirip kolinin içine istifliyoruz. bürtan abinin bir arkadaşı ve ben toplam üç kişi gece gündüz bir fabrika işçisi gibi harıl harıl çalışıyoruz. uykusu gelen uyuyor, uyanınca çalışmaya devam...
gece geç saatler... bürtan abi ve arkadaşı oturdukları koltukta sızmış kalmış. ben de yorgunum ve canı sıkılan meraklı bir çocuğum. bürtan abi canın sıkılırsa dolaplarda film cd'leri var demişti. dolabın birini açtım. içinde cd kayıt cihazları var. cd kayıt cihazı dediğim alet şudur efenim; 5-10 tane cd yazıcısının üst üste dizili bir kasa içinde olduğunu düşünün. bir de buna bağlı tek bir cd rom var. orijinal cd'yi bu tekli olana koyuyoruz. diğerlerine de boş cd'leri koyuyoruz. tek seferde 5-10 dakika içinde 10 tane birden kopya oluşturuyor. yani korsan cd fabrikaları diyebiliriz. bürtan abi de bilimum illegal işler olduğu için bu naylon faturadan önce istanbul’a korsan cd imalatı yapan büyüklerden biri imiş. diğer dolaplar basılmı, ambalajlanmış cd'lerle dolu. mp3 cd'leri, normal filmler ve porno filmler. sabaha kadar bunlardan çok izleyip geçtim ama şimdi fark ediyorum ki ben o zaman ergenliğe daha girmemişim. yoksa şarapçının koynuna şişeleri doldurduğu gibi ben de bu eğitici (!) belgesel cd'lerini koynuma doldurup eve götürürdüm.
yaklaşık 4 gün boyunca epeyce fiş bastık ve koliledik. akşam evin önüne bu transporter yanaştı. o zaman için yeni kasa, siyah ve mafya filmlerinden çıkmış gibi bir araçtı. kolileri arabaya doldurduk. tahminimce o aracın dolusundan milyon dolarlık vergi iadesi çıkar. zaten malı teslim alanların da bir mafya grubu olduğunu tahmin ediyorum.
araç gittikten sonra biz ikinci partiyi hazırlamaya başladık
bayramın ilk akşamı kapı çaldı. kim o dediğimde “aç polis” diye bir bağırma sesi duydum. bürtan abi koşarak geldi, beni geri çekti ve kapıyı açtı. yıldızlı olan polis amca dedi ki “ooo bürtan sen miydin lan! oğlum bilseydik senin olduğunu haber verirdik.” tabi dalga geçiyordu. bürtan abi de çok sakindi. öyle basılmış gibi bir hali yoktu. yani düşünün polis de laçka olmuş bürtan abi de. yıldızlı amca tekrar konuştu “bürtan hiç bizi uğraştırma oğlum, sen arkadaşlara teşkilatı malzemeleri göster, bana da çayın yerini göster.” bürtan amca tek tek odaları gezdirdi polislere. yazıcıları, fişleri ve dolapların içini gösterdi. hiç eksik bırakmadı, bir şey saklamadı. yıldızlı amca da mutfağa gitti, çayını aldı, polisler işini yaparken o da koltuğa oturup hem seyretti hem de çayını içti kendi eviymiş gibi. bürtan abiyle arkadaşına kelepçeyi taktılar. yıldızlı amca beni göstererek sordu bu kim diye. bürtan abi de “bu çocuk öğrenci, bilgisayar dersleri veriyorum ona. bir şeyden haberi yok” dedi. hep beraber karakola gittik. benim adım herhangi bir kayda geçirilmedi. yıldızlı amca nöbeti bitince arabasıyla beni eve bıraktı. bürtan abi ve arkadaşı birkaç ay yatıp çıktılar. sonraki yıllarda bürtan abi aynı işlere tam gaz devam etti. babam aftan faydalanıp özgür bir insan olunca bürtan abiyle ilişkileri yavaş yavaş kesti. 15 yıldan fazla oldu yüz yüze görmedim hiç bürtan abiyi. sadece arada haberlere çıkar kalpazanlar yakalandı diye, her haberde bürtan abiyi gözüm arar. ama son yıllarda da görmez oldum.
bu konularda ister inançlı olun ister sadece devlet inancı olan birisi. şuna emin olun ki bürtan abi gibiler devletten çaldığı o paralarla bu dünyada hiçbir şeye muvaffak olamadılar. bu milletin alın terini çalan insanlar mutlaka çaldıklarını bir gün kaybediyorlar. kimse bir sonuca varamıyor. sonuç boşa harcanmış bir ömürden başka bir şey değil.
not: bu yazıyı yazmadan önce yanlış bir yazı olmasın diye ekşi sözlük'te vergi iadesi konulu başlığa bir göz gezdirdim. bir arkadaş demiş ki: bu fişler tek tek kontrol ediliyor ve hata olursa devlet para vermiyor. ben de şunu belirtmek isterim; eğer tek tek kontrol edilse idi bizim bu bastığımız fişler mutlaka fark edilirdi. bizim bu işi yaptığımız dönemde başkaları da mutlaka vardır ve bu kadar çok sahte fişin mutlaka bir yerde takılması lazım. bu saçma sistem kaldırılana kadar devletten kim bilir ne büyük paralar çalındı. bizim insanınımız da bir alışverişin arkasından fişi isteme alışkanlığı olmadığı için veya fiş almayınca daha ucuza alabilirim düşüncesi olduğu için devlet zamanında böyle bir düzen koymuş. ama zihniyet değişmezse ve yüksek vergiler kalkmazsa devlet istediği kadar uğraşsın, vergisini toplayamaz.