Tutunamayanlar'ın Deniz Manzaralı Arka Balkonu Denen Oğuz Atay Romanı: Tehlikeli Oyunlar

Atay'ın 1973'te yayınlanan romanı, kimilerince Tutunamayanlar'ın gereksiz yere gölgesinde kalmış bir kitap.
Tutunamayanlar'ın Deniz Manzaralı Arka Balkonu Denen Oğuz Atay Romanı: Tehlikeli Oyunlar

hayırsız bir sandalye bulup altına çökmek gibidir tehlikeli oyunlar

üzerine oturduğunu sanırsın, meğerse hayat seni çoktan düşürmüştür de fark etmemişsindir. hikmet benol'un gözlerinden akmayan yaşlar, okuyanın boğazında düğüm olur. sonra biri çıkar, “güldürü bu kitap, güldür güldür” der, içindeki karanlıkla ters düştüğün için sen utanırsın.

romanda bir noktada kendini hikmet benol zanneden okur, birkaç sayfa sonra fark eder ki hikmet benol bile kendini hikmet benol zannetmiyor. herkes bir başkasının gölgesinde, ama güneş yok.

oğuz atay bu kitapta aslında ne yapmıştır biliyor musunuz? bir insanın kendi kendine oynayabileceği en uzun oyunu yazmıştır. yalnızlar için ev içi egzersiz: mizahı acıya bandırıp sabah akşam alınız.

bir sayfada kahkaha attırır, diğerinde o kahkahayla boğazına düğüm atar. çünkü atay'ın mizahı, suya düşen elektrik kablosu gibidir. ilk anda eğlendirir sanırsın, sonra içinde bir yerleri yakar.

hikmet'in yaşadığı ev sanki hiç durmadan içten içe yanar ama dışarıdan kimse alevleri görmez. çünkü insanlar dışı yanmayan şeylere “içi yanıyordur” demez. oysa bu kitapta herkes yanar. ama sessizce.

“biraz roman okuyayım, kafa dağıtayım” diyorsan yanlış yerdesin dostum. bu kitap kafa toplayanların bile kafasını karıştırır. çünkü burada karakterler bile kendi karakterlerinden sıkılmıştır. burada duvarlar konuşmaz, ama sen duvarlarla konuşursun. burada evcilik oynanmaz, burada “hayat” denilen oyun evcilik kadar bile masum değildir.

oğuz atay bu kitabı, hayata küçük bir not düşmek için değil, hayata büyük bir kafa tutmak için yazmıştır. ama öyle yumruğu masaya vurarak değil… kendi iç sesini, içindeki diğer seslerle tartıştırarak. sonuç: gürültü. ama sessiz bir gürültü. sadece okuyanın içinde kopar.

en sonunda kitabı kaparsın. bir süre bakışırsınız. o sana “ben sana ne yaptım?” der gibi bakar, sen ona “sen bana ne yaptın!” der gibi.

acı bir mizah, tatlıya bağlanmaz bu romanda. ama bağlar seni. bir daha da kolay kolay çözemezsin kendini.

not: yalnızken okunması tavsiye edilmez. çünkü yalnız değilseniz bile yalnız olduğunuzu hatırlatır.

tehlikeli oyunlar, en az tutunamayanlar kadar mükemmel

bu kitap benim, senin, onun, aslında selim ışık'tan farklı olmayan hikmet benol'un hikayesini anlatan, bir ruhun, bir yaşamın, bir isteğin nasıl yok olabileceğini gözler önüne seren kitap. parça parça olan benlikler, oğuz atay'ın anlatım tekniklerini inanılmaz kullanışı vb.

öncelikle şunu söylemek isterim, kitap tutunamayanlar'dan farklı olarak, bilinç akışına önem vermiştir. ilk anda tiyatro eseri olarak diyaloglarla başlayan bu eser daha sonrasında hikmet benol'un kendi çatışmalarına yer verdiğinden monologlarla devam etmektedir. baştaki bu monologlar esnasında kimin, neyin gerçek olduğunu anlamak zordur. hatta albay bile, sizofren bir karakter olarak sayılabilir. aynı tutunamayanlardaki olric gibi. ama albay, gerçektir, hikmet benol'un komşusu, dostu, öteki benliğidir. aslında hikmet benol kendisi ile konuşmaktadır albay ile konuşurken. bu yüzden biraz daha zorlayıcıdır, ama anlaşıldığı sürece sürüp gider bu roman.

bilge ya da sevgi romanın, aşk karakterleri olarak gözukse de hikmet benol için sadece bir piyondur. sevgi, küçük yaşta yetim kalmış, suskun, liseyi 24 yaşında bitirmiş her zaman çekingen ve üşüyen kitaba göre deyim yerindeyse soğuk nevale olarak yansır okuyuculara. ama içine kapanıklık olarak hikmet benol'dan önce sevgi gelmelidir akıllara. bilge ise, neşeli, felsefe mezunu, ingilizceyi çok iyi kullanabilen, bacaklarıyla ünlü biridir. sevgi ile bilge birbirine zıt sayılmaktadır. ama bu zıtlık siyah ile beyaz gibi değil, hikmet benol'u anlama, dinleme, ya da kurgulama konusunda zıtlıktır. nitekim, sevgi ile hikmet benol evliliklerini bitirecektir, bilge ile devam eden yaşamın sonu, ölüm yani intihar olacaktır. bu noktada ölüm sartre'nin dediği gibi bir kaçış değildir. isyan, bunalım, melankolik öğeler hikmet benol'da yeralmadığı gibi bu noktada karakter selim ışık'a, mersault'a ya da aylak adam'a benzetilebilir.

bazı cümlelerinden de bu anlaşılabilir

"aslında biz, herkesle birlikte kendimizi de cezalandırmak istiyoruz. bizim yaşamaya hakkımız yok, çünkü topluma bir katkımız yok, öldürmek istiyoruz..." (sf 151)

"insanlık öldü! parçayı oyun biçimine getirirsek, ayrıca yanlızlığa da bir rol vermek gerekecek albayım..."

"insanlık tek başına kollarımda can verdi, yanında kimseler yoktu..." (sf 257, iletişim)

nitekim, kitabın önsözünde de cevat çapan intihar hakkında şöyle yazar;
"gerçekler birer oyun olarak, daha doğrusu hayat bir oyun olarak sunulduğuna göre, buradaki intiharı böyle
bir oyunun mantıksal ve biçimsel sonucu olarak görmek akla yatkın gibi geliyor..."

kısacası, sadece basit bir olay örgüsünü anlatmaz. bu roman kendilerini de çevrelerini de kurtarmak isterken boğulan hikmet benol'u anlatır. tehlikeli oyunlardır yaşamdaki her şey.
mutlaka okunmalıdır.