The Menu Filmindeki Şef ve Müşterilerin Temsil Ettiği 7 Ölümcül Günah

Hristiyanlık inancının 7 ölümcül günahı, pek çok dizi ve filmde işleniyor aslında. Bunlardan birisi de gösterime girdiği dönemde çok beğenilen The Menu.
The Menu Filmindeki Şef ve Müşterilerin Temsil Ettiği 7 Ölümcül Günah

tasvir açısından çok başarılı bir film. restoranın atmosferi, tabaklar, işleyiş mükemmel yansıtılmış. çalışanların disiplini, insanlık dışı çalışma tempoları, uğradıkları mobbing ve tacizlere karşı çaresizlikleri gibi sektörün önemli sorunları yansıtılmış. hiç sorgulamadan şef ne derse yapmaları mantık dışı görünse de, aslında gerçekte var olan şeflerin - hele ki bu kadar üst düzey şeflerin- sorgulanamaz otoritesinin sembolü.

biraz daha ileri gidip, acaba şef tanrıyı mı sembolize ediyor diye sormak istiyorum. ada yeryüzünü temsil ediyor. çalışanlar emek vererek ve doğanın sunduğu nimetlere saygı duyarak üreten insanlar. müşteriler ise bu nimetleri sömüren, hakkından fazla alan insanlar. tortillaların üzerindeki resimler slowik'in bütün günahları gören olduğunu destekler nitelikte. fahişe bile olsa bir emekçiye oradaki insanların hepsinden fazla saygı göstermesi, hatta onun karnını doyurup azletmesi var. sonunda kendi yaptıkları dahil yarattığı dünyanın çarpıklığını görüyor ve kıyameti getiriyor.

altı masa var, her masanın bir günahı temsil ettiğini düşünürsek:

greed yani açgözlülük

foncu çocuklar. you will eat less than you desire, but more than you deserve. foncu çocuklardan birine fısıldanan bu söz hiç bir şey üretmeden sadece alan bu insanların hem fakir yiyeceği hem de en büyük nimet sayılan ekmeğe bile layık olmadığını anlatıyor.

gluttony yani ifret

tyler. bu günahın tanımlarından biri sürekli komplike şekillerle hazırlanan, nadide tatlar pesinde koşmak, damak zevki kovalamaktır. tyler kendini o kadar kaptırmış ki ölümü bile göze alıp gelmiş. bu yönüyle aynı zamanda radikal bir dindar gibi. mükemmel olmaya çalışıyor ama günah işlemekten (fotoğraf çekmek, başkasının yemeğine el uzatmak) geri duramıyor. günahları görüldü diye hep çok tedirgin ve mahçup. bu kadar inançlı olduğu için kendinde de bir hikmet olduğunu sanıyor. olmadığını anlayınca intihar ediyor.

lust yani şehvet

yaşlı koca. ortada olmayan kızları büyük ihtimal ensest mağduru olduğu için kaçtı veya öldü. adam hala ona benzeyen fahişelerle olarak kendini tatmin peşinde. eşi anlamazdan geliyor. bu yaşanan olayın ağırlığı yüzünden aralarında bir muhabbet kalmamış. ne yediklerinin bile farkında olmadıkları halde, yer bulmanın neredeyse imkansız olduğu bu restorana tekrar tekrar geliyorlar.

envy yani haset

eleştirmenler. kendilerinde olmayan bir yeteneği önce keşfediyorlar, süslü kelimelerle zirveye çıkarıyorlar. sonra mikroskopik kusurlar arayarak, o zirveden aşağı iterek tatmin oluyorlar.

pride yani kibir

aktör. şimdi hayranlarım beni taciz ederden, şef arkadaşım olur yalanına kadar pek çok işareti var.

sloth - uyuşukluk

bu günahı anneye yakıştırdım. bütün gece hiçbir şey söylemeden, hayattan bezmiş halde sadece içmesi. oğlu daha küçücük bir çocukken onu babasına karşı korumuş ama belli ki annesi onu korumamış. annesinin aksiyon almaması yüzünden slowik belki çok kötü bir şekilde cezalandırıldı veya evden atıldı.

geriye yedinci günah kalıyor, wrath yani gazap

o da şef slowik'e ait. küçükken babasını bıçaklaması, çalışanlarına yaptıkları ve tabi finaldeki gazabı.