Sultanahmet Camii Mimarisinin İhtişam ve İnce İşçilik İçeren Detayları
diğer adıyla "blue mosque". adamlar ne görüyorsa onu söylüyorlar, caminin içi gerçekten mavi tonlu iznik çinileriyle bezenmiş, kubbenin içi de aynı şekilde kalem işçiliğiyle donatılmış. haliyle “blue mosque” demişler.
1609’da başlamış inşaat, 1617’de bitmiş. yani 8 yılda koskoca kompleks dikmişler, bugün bir avm’yi bile o sürede bitiremiyoruz. yaptıran ise i. ahmed. adam genç yaşta tahta çıkıyor, çok yaşamıyor ama “benim de bir izim olsun” deyip mimar sedefkar mehmed ağa’ya siparişi veriyor. bu mehmed ağa da öyle sıradan biri değil, mimar sinan’ın çıraklarından. zaten caminin havası sinan ekolünden.
şimdi bu cami öyle sadece “namaz kılınan yer” değil. külliye diye geçiyor, yanında medrese var, hünkar kasrı var, arasta (bugünkü versiyonu: alışveriş caddesi), türbe, sebil, çeşme, imarethane, hamam; yani bir dönem "mini şehir" gibi işlev görmüş ama günümüze hepsi kalmamış, bazı parçalar tarihin tozlu raflarında.
caminin esas olayı iç süsleme. 20.000’i aşkın iznik çinisi var içeride. bitki motifleri, sarı-mavi tonlar, gözünü nereye çevirsen sanat. bu çiniler camiyi sadece ibadethane olmaktan çıkarıp bayağı bir sanat galerisine dönüştürüyor. iç mekan 64x72 metre; kubbe 43 metre yüksekliğinde ve 23,5 metre çapında. kısaca: devasa. içeri güneş girsin diye 200'den fazla renkli cam koymuşlar ve yazıları da dönemin meşhur hattatı diyarbakırlı seyyid kasım gubari yazmış, adam resmen kalemle resital yapmış ve tabii ki sultanahmet camii, türkiye’de altı minareli ilk cami. bu yüzden zamanında “mekke’de bile altı minare var, sen ne yapıyorsun i. ahmed?” diye biraz drama da çıkmış ama sonra çözülmüş o iş.
hem ihtişam hem ince işçilik dersi
sultanahmet camii mimarisi, tam anlamıyla “osmanlı ve bizans el ele” durumu. yani bir yanda geleneksel islami hatlar, öbür yanda ayasofya'dan alınmış bizans esintileri ama ortaya çıkan şey sentetik değil; bayağı klas bir sentez. klasik dönemin kapanış töreni gibi bir şey bu cami.
mimar sedefkar mehmet ağa da “abi ben bu işi büyüklük, heybet ve ihtişamla çözerim” diyerek dalıyor olaya ve evet, çözmüş. sadece cami değil, baştan aşağı bir külliye zaten. dışı, süleymaniye camii'nin ön cephesiyle uzaktan akraba. geniş bir avlu, etrafı kemer kemer çevrili. tam ortaya altıgen bir fıskiye koymuşlar ama avlu o kadar büyük ki, fıskiye biraz mütevazı kalmış. geçiş kemerleri, kubbecikler derken dış cephede ince işçilik göze çarpıyor.
iç mekanda ise çılgınlar gibi iznik çinisi. toplamda 20.000’i geçiyor ve bu çiniler bildiğin koleksiyon ürünü: laleler, çiçekler, meyveler, servi desenleri. alt kattakiler biraz daha geleneksel, üst galeridekiler görsel bir şölen kıvamında ama işin trajik tarafı, çini fiyatları zamanla artmış, kalite düşmüş. bazıları solmuş, bazıları matlaşmış. arka balkon çinileri de zamanında topkapı sarayı’ndaki bir yangından sonra oradan buraya “recycle” edilmiş.
camlar 200’den fazla, hepsi renkli ve desenli. orijinalde venedik’ten hediye gelmiş ama zamanla “sanatsal değeri olmayan” modern camlarla değiştirilmiş. camideki avizelerde deve kuşu yumurtası bile varmış - örümcek ağlarına karşı birebirmiş meğer.
mihrab desen oyma şaheseri, mermerden yapılmış. ama çevresindeki bol pencere olayı biraz gölgelemiş. minber desen özenli, her yerden imamın sesi duyulsun diye akustik hesapla yapılmış. cami mimarisi dersinde okutulması gereken cinsten.
sultan mahfili ise tam güneydoğuda. padişah burada dinleniyor, locaya geçiyor, kendi mihrabı bile var. üstüne 10 tane mermer sütun, zümrüt, gül, yaldız, bonus olarak 100 tane kur'an motifi.
lambalar, zamanında altın, değerli taşlar, deve kuşu yumurtaları ve kristallerle doluymuş. şimdi çoğu gitmiş ya da “elden çıkmış” diyelim. duvarlardaki devasa levhalarda dört halife isimleri ve ayetler var. yazılar gubari abimize ait, adam 17. yüzyılda “kaligrafi nedir?” dersi vermiş. şimdilerde bazıları restore bahanesiyle kaldırılmış.
minareler mevzusu da ayrı efsane. toplamda 6 tane. o zamanlar kabe'nin de 6 minaresi varmış. millet “sultan kime posta koyuyor?” diye yükselmiş. sultan da “tamam, biz bi minare daha dikelim mekke'deki camiye” diyerek drama çıkmadan kapatmış konuyu. dört minare üç şerefeli, iki tanesi ikişer şerefeli. ince uzun, tam fotoğraflık.
günümüzde artık müezzin yukarı tırmanmıyor, hoparlör sistemi var ama o zamanlar her ezan bir kondisyon antrenmanıymış. özellikle gün batımında parkta toplanıp camiye karşı oturup akşam ezanını dinlemek gibi bir ritüel oluşmuş. romantik bir melankoli var yani ve evet, bir dipnot: uzun süre cuma günleri topkapı tayfası bu camide ibadet etmiş.
son olarak, 2017'de büyük bir restorasyon geçirdi.