Japonya'nın Koronavirüsü Yeterince Ciddiye Almamasındaki Kültürel ve Toplumsal Sebepler
japonya'da yaşıyorum ve japonya'nın salgına ilişkin tutumunun beni şaşırttığını söyleyerek başlamak istiyorum
salgının düşünülenden ciddi olduğu anlaşıldığı anda bazı bölgelerdeki ilköğretim okulları mart boyunca tatil edildi. bazı üniversiteler mezuniyet törenlerini iptal etti. halk eğitim merkezlerindeki kurslar da belediyelerce ertelendi. tüm bunların oldukça mantıklı kararlar olduğunu düşünüp japonya'yı takdir etmiş olsam da izlenen sürece baktığımda japonya'nın süreci iyi idare edemediğini düşünüyorum. görüşüm; hükümetin ekonomik açıdan yaklaştığını ve ülkenin prestijini korumaya yönelik bir politika izlediği yönünde. halkın ise durumun ciddiyetini tam kavrayamadığını ve/veya düşünme işini hükümete bıraktığını düşünüyorum. "devlet ne yaparsa odur." gibi bir anlayışa sahip gördüğüm kadarıyla ki burada insanlar siyasete ilişkin konuşmaktan kaçınıyorlar. toplumsal sorunlar da açık açık dile getirilmiyor ve yokmuş gibi davranılıyor.
ekşi sözlük'te japonya'daki koronavirüs salgınına ilişkin gelişmeleri aktaran yazarlar bulunuyor. ben gelişmelerden söz etmeyeceğim. japonya'nın koronovirüs karşısındaki tutumuna ve salgının japonya'da neden yeterince ciddiye alınmadığına ilişkin yazmak istiyorum. yazarların japonya'nın umursamazlığına yönelik eleştirilerini toplumsal ve kültürel etmenlerle destekleyerek psikolojik olarak açıklamaya çalışacağım. sıralayacağım maddeler yaşarken edindiğim deneyimlere, izlenim ve gözlemlediklerime olduğu kadar alan bilgime, okuduğum araştırma makalelerinin bulgularına ve kendi tez araştırma sonuçlarıma da dayanmaktadır. "kesinlikle bunlardan kaynaklanıyordur." demekten ziyade "nedenleri bunlar olabilir." demeye çalıştığımın altını çizmek istiyorum.
kültürel nedenler
1. japonya'nın yüz (men-tsu) kültürü: japon kültürü, kişinin dışarı yansıttığı yüzünün nasıl olduğunun, kişinin ve toplumun nasıl göründüğünün çok önemli olduğu bir kültür. özellikle politikacıların 2020 olimpiyatlarının ertelenmesinin japonya'nın imajını zedeleyeceğini ve ülke için prestij kaybına yol açacağına ilişkin bir algıya sahip olduklarını ve bu nedenle de salgını "iyi idare ettikleri" imajını bilerek yarattıklarını düşünüyorum.
2. toplulukçuluğa bağlı uygu (agreeableness) ve itaat (obedience): japon kültürü, toplumsal düzenin ve uyumun istendiği ve buna bağlı olarak da insanların grubun genel kararlarına katılmalarının beklendiği bir kültür. salgın dönemindeki uygulamalara ilişkin karşıt görüşlerin dile getirilmemesi, insanların "havayı koklayarak" başkaları ne diyorsa ona benzer görüşler belirtmelerine ya da hiçbir görüş belirtmemelerine yol açıyor gibi görünüyor. hükümetin politikalarına karşı herhangi bir eleştiri getirmek yerine itaat etmeye meylettikleri görüşündeyim. toplumsal huzuru bozmamak ve sonucunda da dışlanmamak adına fikirlerin/görüşlerin dillendirilmemesi gibi bir durum söz konusu olabilir. herkes bilir, herkes farkındadır; ama kimse konuşmaz.
3. çatışmadan kaçınma (conflict avoidance): japon kültürü, duygu ve düşüncelerin açıkça dile getirildiği bir kültür olmayıp bağlamı yüksek bir kültürdür. insanlar özellikle olumsuz duygu ve düşünceleri doğrudan ve açıkça dile getirmeyi tercih etmeme ve çatışmadan (çatışmanın yaratacağı stresten) kaçınma yönünde eğilim gösterirler. insanların bu salgında hükümetin izlediği herhangi bir politikayı açıkça dile getirmekten kaçınmalarını, çatışmadan kaçınma yönündeki eğilimleriyle de ilgili olduğu görüşündeyim ki bu madde, bir önceki uygu maddesiyle de ilişkili.
4. gaman (sabır) kültürü: dayanmak ve o çileyi çekmek diye özetleyebileceğim bir kültürel öğe. gördüğüm kadarıyla, bir çözüm bulmaktan ziyade şikayet etmeyip acı geçene kadar sabretmek bu kültürde oldukça yaygın. zaten doğal afetlere bağlı birçok felaketin yaşandığı bir ülke olduğundan, felaket dönemlerine alışkınlar ve bu dönem geçene kadar sabır gösteriyor olabilirler.
toplumsal nedenler
1. yaşlılara ilişkin olumsuz algı: japonya nüfusunun 1/4'ü 60 yaşının üzerinde ve bu oran 50 yıl içinde daha da artacak (kaynak). japonya'nın şu an oldukça yaşlı politikacılarla yönetiliyor olması bir yana, yaşlıların bakımına ayırdığı bütçenin fazlalığı da bir tartışma konusu. yaşa bağlı hürmet diye bir ifade vardır ya, burada o, dikey hiyerarşi olarak işliyor. gençlerin yaşlılara söz söylemesi ya da "laf anlatması" kolay değil. verdikleri vergiler de yaşlıların bakımına gidiyor üstüne üstlük. ben gençlerin bu salgında sorumluluk hissedip buna uygun davranmadıkları izlenimine kapıldım açıkçası. yaşlı biriyle doğrudan temas halinde olmayabilirler de; ama umursadıklarını düşünüyorum. bir sonraki maddede bu konunun başka bir yönüne değineceğim.
2. bireyselleşmeye bağlı olarak sosyal izolasyon yaşanması ve yaşlı insanların -büyük olasılıkla bu dönemde de- evlerinde tek başlarına oluyor olmaları (jp. kodokushi): japonya'da tek başına ölmek zaten -ne yazık ki- yaygın bir durum. bu durumu bireyselleşmeye bağladım; ama hem gördüğüm hem de araştırdığım kadarıyla japonlar görüşme sıklığı ve sosyal teması (türkler kadar) yüksek insanlar değiller. bu durum salgının yayılmasının önüne geçmiş olabilir; ama bir yönüyle de enfekte olmuş insanların, özellikle de yaşlıların evlerinde tek başlarına ölmeleriyle ve hala pek kimsenin farkına varmamasıyla sonuçlanmış da olabilir ki böylesi durumların çoğunda ölen insanların komşuları kokudan rahatsız olup polisi aradıklarında ortaya çıkıyor. bireyselleşmeye, başkasının sorumluluğunu almaktan kaçınmaya bağlı tepkisizlik/umursamazlık ve bu sürecin acı verici sonuçları da denebilir.
4. hükümetin izlediği politikalara bağlı olarak halkın işin ciddiyetini kavrayamaması: bu durumla ilgili, ekşi sözlük yazarı zack'in oldukça bilgilendirici bir girisi bulunuyor. onu okumanızı öneriyorum:
5. japonların kültürel duydukları güven: japon kültüründe fiziksel temasın olmamasından çevremdeki japonların çoğundan "italyanlar birbirlerine sarılıyorlar; ama bizde böyle bir temas yok. bize bulaşması zor." sözleri duyuyorum. fiziksel temasta bulunmayıp aradaki fiziksel mesafeyi artırınca riskin azaldığı doğru; ama var olan kültürel alışkanlıkların riski ortadan bütünüyle kaldırdığı yönünde bir inançları var gibi görünüyor. dışarıda sanki hiçbir şey yokmuş gibi topluca gezen arkadaş gruplarını, hep birlikte oynayan çocukları, topluca koşan insanları gördüğümde şaşkınlık geçiriyorum. topluca, evet.
psikolojik nedenler
1. iyimserlik yanlılığı (optimism/optimistic bias): bu durum yalnızca japonlarla ilgili olmayıp kültürden ya da toplumdan bağımsız olarak insanlarda gözlemlenebilecek bir yanlılıktır. "bana bir şey olmaz." ya da "benim başıma gelmez." yanlılığı olarak ifade edebilirim. "bana bulaşmaz." diye düşünerek durumu ciddiye almama ve yaşama hiçbir şey yokmuş gibi davranma durumu ki bu da bir sonraki madde ile ilgili.
2. inkar (denial): kişilerin var olan gerçekle başa çıkmakla zorlanmalarından ötürü gerçeği görmezden gelme ve hiçbir şey yokmuş gibi davranma yönünde tutum sergilemeleri. bu durum yalnızca japonlarla ilgili olmayıp kültürden ya da toplumdan bağımsız olarak insanlarda gözlemlenebilecek bir tutumdur.
3. tanı alıp etiketlenmekten (stigmatization) ve dışlanmaktan (discrimination) kaçınma: japonya farklılıkların zorbalığa uğradığı bir toplum. insanlar herkesle aynı olmaya çalışarak grup tarafından benimsenmeye çalışıyorlar. burada biricikliğe değil herkesle aynı olmaya vurgu yapılıyor. tanı alanların kimlikleri açıklanmıyor olsa da kişiler tanı alırlarsa bunun açığa çıkmasından korktukları için doktora gitmek yerine evde kalmayı tercih edip hastalığı evlerinde geçiriyor olabilirler.
japonya'daki koronavirüs salgını sürecinin hükümetçe ele alınışını ve süreçte halkın verdiği tepkileri toparlayabildiğim kadarıyla 3 ana başlıkta belirli değişkenler/etmenler açısından açıklamaya çalıştım. daha ayrıntılı bir alan yazın taraması yapılması ve insanların tutumlarına yönelik de bir araştırma yapılması gerekiyor ki duruma etki eden değişkenlerin neler olduğu ve ne ölçüde etkili oldukları anlaşılabilsin.
son olarak da ekşi sözlük'te, japonya hakkında dile getirilenlerin üzerine ekleme yapmak istiyorum:
japonya'da 2011 yılındaki depremin ardından fukushima daiichi nükleer santrali'nde meydana gelen sızıntı nedeniyle evlerini ve çiftlerini terk etmek zorunda kalan birçok insan bulunuyor. bu insanların bir bölümü evlerine döndülerse de evlerine dönmeyen birçok insan da bulunuyor. 2020 olimpiyatlarına ev sahipliği yapacak ülkenin japonya olduğu belli olduktan sonra hükümet bu insanlara evlerine dönmeleri yönünde baskı uyguluyor (kaynak1, kaynak2); çünkü olimpiyatlardan önce o insanların evlerine dönmelerini sağlayarak "biz sorunu çözdük, sorun kalmadı." mesajı vermek istiyorlar; ama bu durum dışarı kesinlikle yansımıyor şu an. bunun yanı sıra o bölgede kurtarılan ineklerle, bölgedeki üniversiteler radyasyonun etkisine ilişkin araştırma yapıyorlarken hükümet baskısıyla araştırmayı durdurmuşlar. hatta hükümet o ineklerin öldürülmesi yönünde de baskı uyguluyorken aktivist bir çiftçinin çabaları sayesinde hala hayattalar. ben bunu o bölgede çiftçilik yapan ve hükümete karşı direnen, durumu bölge bölge gezip anlatmaya çalışan o çiftçinin katıldığı etkinlikte kendisinden dinleyerek öğrendim. bununla ilgili hibaku-ushi to ikiru (nuclear cattle) adında bir belgesel de var (ayrıca kaynak). o nedenle de hükümetin bu dönemdeki uygulamalarının yeterli ve salgına ilişkin verdiği bilgilerin de güvenilir olduğu yönünde kuşkularım var açıkçası.