Japonya Gibi İzole Bir Ada Ülkesi Nasıl Oldu da Dünyanın En Büyük Ekonomilerinden Biri Oldu?

Japonya'nın zengin bir ülke olmasının altında yatan en net sebepler.
Japonya Gibi İzole Bir Ada Ülkesi Nasıl Oldu da Dünyanın En Büyük Ekonomilerinden Biri Oldu?

İlk akla gelen sebeplerden biri: ABD

"çalışkan halk", "disiplinli toplum", "yüksek tasarruf oranı", "kaliteli eğitim", "robot teknolojisi", "kaizen" falan... bunların hepsi doğru ama hikâyenin esas omurgasını ıskalamayalım: abd'nin şefkatli kolları.

japonya 2. dünya savaşı sonrası dümdüz olmuş bir ülke. şehirler yerle bir, ekonomi çökmüş, kaynak yok, moral sıfır. ama ne oluyor? soğuk savaş başlıyor ve abd, japonya’yı sovyetlere karşı pasifik'teki ileri karakol olarak konumlandırıyor. yani "biz seni koruyacağız, sen de bizim adamımız ol" diyor.

ne veriyor abd?

- milyarlarca dolarlık yardım

- teknoloji transferi

- şirket yönetimi know-how’ı

- gümrüksüz pazar erişimi

- askeri koruma (savunma bütçesi = neredeyse sıfır)

bu ne demek? japonya hem kaynaklarını tamamen sanayiye yatırabiliyor, hem de ürünlerini en büyük pazara (abd) hiçbir engelle karşılaşmadan sokabiliyor. üstüne üstlük, 1950'lerde patlayan kore savaşı sırasında amerikan ordusu japonya’dan yığınla malzeme satın alıyor. japon fabrikaları tam gaz çalışıyor, sermaye birikimi başlıyor, işte oradan alıp yürüyorlar.

sonrası malum: toyota, sony, panasonic… dünya markası oluyorlar. ama temeli atan abd olmasa, bu markalar büyük ihtimalle yoktu.

toparlarsak: japonya mucizesi varsa, mucizenin başrolünde abd vardır. geri kalanlar detay ve süsleme.

Mevzuyu biraz daha derinleştirelim

arkadaşlar, sevgili türk halkı, canım kardeşlerim. öncelikle şunu söylemek isterim ki; şu arz küresinde herhangi bir gelişmenin, sistemin veya olgunun tek bir sebebi olmadı, olamaz. nasıl ki her hangi bir ülke endüstrisinin iyi durumda olmasının tek bir sebebi yoksa, japon ekonomisinin iyi durumda olmasının da tek bir sebebi yoktur.

bir ada ülkesi olmaları, doğru devrimleri doğru zamanda yapabilmeleri, kültürlerinde disiplin ve çalışmanın büyük yer tutması, yeterli insan kaynağı yaratabilecek bir eğitim sistemi yaratmaları, kültürleri, uzun süreli planlama yapabilmeleri gibi bir sürü unsur bir araya gelmeden hiç bir ülkenin böyle stabil ve büyük bir ekonomiye sahip olması mümkün değildir.


konuyu sadece meiji restorasyonu, ürünlerini çok iyi ambalajlamaları, abd desteği gibi tek bir sebebe bağlamak kolaycılık olur. kaldı ki meiji dönemi ve abd iki ayrı uç, iki ayrı sebep, iki ayrı konu. bunun bir benzeri sovyetler birliğinin yıkılma sebebi gibi kısır başlıklarda görebilirsiniz. japonya tarihi bambu gibi dümdüz ve aynı formda değildi ki tek bir sebebi olsun.

neyse, konuya dönelim. buradaki mevzu aslında japonya'nın zengin olması değil, bizim neden fakir olduğumuzla alakalı. diğer sebepleri ayrı entrylerde okuyup ortak bir sebep bulabilirsiniz. ben size aksine, biz japoların yaptığı neyi doğru yapamadık onu anlatayım. malum, mukayeseli örneklerle daha iyi anlaşılıyor.

japon ekonomisinin düzenli olması fakat bizde dalgalı şekillenmesinin en temelinde disiplin yatıyor. bunu uzak örnekten değil yakınımız almanya'dan biliyoruz zaten. atatürk ne kadar bizi türk milleti zekidir, çalışkandır şeklinde gazlamış olsa da aslında o kadar zeki ve çalışkan değiliz. çalışkanlık ve zeka arasında da doğrudan bir bağlantı yok. biz işin kolayına kaçmayı seven, pratik zekalı insanlarız. duygusal zekamız aritmetik zekamızdan daha yüksek. haliyle işin katakullisine daha çok kafa yoruyoruz ki bu doğru kullanıldığında kötü de sayılmaz ama uzun vadede olmuyor işte.

bizim ekonomimizin kötü olmasının en büyük sebebi eşitsizlik. cumhuriyetin ilk dönemlerinde var olan eğitimde fırsat eşitliği gibi konular çok göz ardı edildi. hızlıca yozlaştık ve kendini bilen insanlarımız beyin/emek göçüne kapıldı. bu arada beyin göçü çok konuşulur da emek göçü, ekonomi için daha önemlidir. güney kore, abd yardımlarıyla kendi fabrikalarını kurup, her türlü sanayide atılımlarını büyütürken biz almanya'ya bedava işçi gönderiyorduk.

japonya tıpkı ingiltere gibi toprak olarak kendisine zor yeten bir ülke. yeraltı kaynakları sınırlı değil, neredeyse yok. bir çok ürünü ithal etmek zorunda kalan bir ülke. evinde ısınma için hala kerosen sobası yakıyor, klima vs. kullanıyor adamlar. o yüzden dünyanın en çok lng ithal eden ülkelerinin başında geliyorlar. tokyo gibi bir kaç büyük şehirde gaz var fakat onu da ocak ve sıcak su için kullanıyorlar. evlerin yapıları ve yalıtımları da iyi değil. tokyo'nun merkezinde çift camlı pencereye, soğuğu kesmek için cam macunu, ısı filmi çekildiğini bizzat görmüşlüğüm var.

japonlarla ve diğer gelişmiş ülkelerle bizim farkımız şu ki; uzun vadeli devlet stratejisi sistemi yok bizde. bilmem kaç bin yıllık devlet aklımız var ama planımız yok. örneğin abd'nin yarım asır önce kararını aldığı nükleer enerji tesisleri kurma projesini bugün trump bile iptal edemiyor. o tesisler mutlak surette tamamlanacak. belki hiç kullanılmayacak fakat tamamlanacak. çünkü uzun vadeli devlet planı dediğimiz olay budur. belki değiştirilir ve farklı amaçla kullanılır fakat o plan illa ki devreye girer. bizde idari erk değiştiği gün o planlar çöpe atılır, yerine yeni iktidarın cebine girecek başka projeler üretilir. uzun vadede hangisinin daha yararlı olduğuna siz karar verin.


başka bir konu ihraç ürünleri. katma değeri yüksek ürün konusunda türkiye de uzun yıllardır uğraşıyor ama bizim tekstil, ufak tefek yedek parça gibi mamüllerimizin japonya'nın ihraç ettiği otomobil, teknoloji, kültür gibi ürünlerin yanında esamesi okunmaz. japonların anime ve manga sektörü bizim bacasız endüstri dediğimiz, ülkenin en büyük gelir kaynaklarından birisi olan turizm gelirimizden büyük olması bile konuyu kolayca özetliyor. japonya sadece anime satarak hem kendi kültürlerini dikte ediyor, hem de kocaman bir sektörü idame ettiriyorlar.

teknoloji konusunu zaten biliyorsunuz. sadece oyun sektöründe bile japonya'nın hayvan gibi liderliği söz konusu. son yıllarda güney kore ve çin gibi rakipleri var fakat hala japon teknoloji markaları ve ürünleri yine ilk tercih oluyorlar. kocaman bir oyun sektörü var ama koca asya'da playstation veya nintendo ile aşık atabilecek tek marka yok. çinlilerin sik sok mobil oyunları dışında bir numarası yok. güney kore'nin bilinen tek oyun konsolu, büyük oyun stüdyosu yok.

otomobil sektörünü hepiniz biliyorsunuz. japon firmaları sadece otomobil teknolojisi üretmiyorlar. işin doğrusu da bu zaten. nasıl ki hummer gerekirse askeri araç üretiyor. mitshubishi de gerekirse savaş uçağı, roket motoru, otomasyon robotları üretiyor. diğer firmaları da biliyorsunuz. daha atlas, tesla, zart zurt yokken asimo üretiyordu honda. bunun tek muadili siemens gibi alman şirketleri. sadece televizyon değil gerekirse dünyanın en iyi mr cihazlarını üretiyoruz reklamları yapabilen şirketler bunlar.

peki bunca ihracat odaklı üretimin, bu kadar stabil ve tercih edilebilir olmasının altında yatan sır ne? tabi ki doğru eğitim ve disiplin. adamlar bunu düstur edinmişler. abd'nin bir etkisi varsa bu maddi yardım değil muhtemelen rekabettir. küçük bir adada, dış tehditlerden uzunca süre uzak kalarak şekillenmiş bir kültürün obsesyon seviyesinde detaylı iş yapması bir yandan çok normal, öte yandan hayranlık uyandırıcı.

toplumsal bir çok sorunları olduğu muhakkak. türlü sapkınlık, kültürün yarattığı sıkıntılardan doğan absürtlükler, hala alttan alttan devam eden kast sistemi, zenofobi vs. bin türlü dertleri var. hatta abd atom bombası atarak bir restart şansı tanımasa nazi almanyasına rahmet okutacak kadar faşist bir ülkeydi japonya. filipinler, kore ve çin gibi bütün komşularının gerçek anlamda analarını bellediler. çevrelerinde kendilerinden korkmadan seven tek ülke yok.

yine de her yıkıldıklarında toparlamalarının altında başka bir sebep var ki o da ulusal bilince sahip olmaları. ingilizler, japonlar kadar köklü ve birlik içinde olmamalarına rağmen dünyayı domine ettilerse aynı sebeptendir. niceliğin değil niteliğinin önemli olduğunu anlamalarındandır. japonlar gerçekten emekçi ve sabırlı bir halk. gözünü budaktan sakınmayan yapılarını dinlerine, kültürlerine katmış, gelişmenin önemini çok uzun zaman önce çözmüş insanlar. atatürk'ün hayalini kurduğu ulusal bilincin de aslında bu olduğunu sık sık düşünürüm.

bu güç sarhoşluğunun, kendini bilmezliğin iki tane atom bombası ve acı gerçeklerin kökten değiştirmiş olması da ayrıca ironiktir. geyik yapıyoruz ama şu başlığın konusu olan ve bugün gıpta ettiğimiz zenginliği temelde bu sağladı. çünkü kültürlerinde değişim, devrim, hatalardan ders çıkarmak var. seve seve olmasa da sike sike değişmek, hayatta kalmak için gerekeni yapmak zorunda kalacaklarını çok iyi biliyorlar. iyi ki doğru yönde ilerlediler ve dünyaya katkıları arttı. alternatif bir senaryoda bizim de ebemizi belleyecek potansiyelleri vardı.