II. Dünya Savaşı'nda Ankara'ya Zorunlu İniş Yapan ABD Pilotlarının Başından Geçen Film Gibi Hikaye
ikinci dünya savaşı sırasında dünyanın her yerinde birbiriyle dalaşan fw190, spitfire, heinkel 111, hurricane gibi uçaklar türk hava kuvvetlerinde barış içinde ite kaka da olsa uçuyorlardı. ancak yedek parça sıkıntısı öyle seviyelerdeydi ki adana'dan söğüt dallarıyla gelen heinkel uçaklarının yanısıra diğer hava üslerinde de ilginç manzaralar yaşanıyordu. mesela ingiltere spitfire uçaklarını sattığında "basic pack" satmıştı. uçağın yanında yedek bir tek vida bile yoktu. üzerinde ne varsa oydu. mesela 1941 yılında erzincan'da mermileri yüklenen benzin doldurulan bir spitfire kalkıp tüm mühimmatını ateşlerse uçağın tekrar sortiye çıkması en az iki saati buluyordu. çünkü ingiltere tambura ile dolan 303 browning makineli tüfeklerin yedek tamburalarını vermemişti. uçak inince kanat açılacak da, asleha astsubayları onları kanattan alacak, içine mermi dizecekler, uçağa geri takacaklar, spitfire tekrar kalkacak. yani ölme eşeğim ölme bir durumdaydık. savaşa girsek düşmanın öyle aman aman bir şey yapmasına gerek yoktu, hava kuvvetleri barışta da zor uçuyordu.
bunun yanısıra hava kuvvetlerinde uçan 20 küsür çeşitte uçağın hepsinin farklı ülkelerden olması sonucu hangarlardaki kaos inanılmazdı. onun vidası buna uymaz, bunun lastiği şuna takılmaz, onun hortumu inç ayarlı, bunun solenoidi ona kelepçelenmez. yani bu uçaklar nasıl uçuyordu herkes şaşırıyordu. nitekim türkiye bulabildiği her ülkeden uçak satın alarak o sıralarda kanın gövdeyi götürdüğü dünyada en azından modern silahlı kuvvetlere benzer bir şeye sahipti. ırak'ın falan aksine belli bir sayıda uçağımız vardı. ve bunları hep parayı bastırıp almıştık.
ama bazıları da "havadan gelmişti"
amerikalılar pearl harbor sonrası almanya'ya da savaş ilan ettiklerinden hemen avrupa göklerine 4 motorlu bombardıman uçakları getirirler. nazi almanyası sovyetler üzerinde yoğunlaştıkça avcı uçakları hava şemsiyesi sağlayacağım diye doğuya çekilince ingilizlerin yapamadığı gündüz stratejik bombardıman programı da amerikalılar ve bu yeni uzun menzilli uçaklar sayesinde yapılabilir bir hale gelir. lufwaffe'nin ortalarda olmamasıyla ingilizler gece amerikalılar gündüz almanyayı bombalamaya hazırlanırlar. ilk olarak da almanya'da çıkmayan ve dünyada romanya'dan başka kimsenin almanya'ya vermediği petrol ve türevlerini bombalamaya karar verirler. romanya o yıllarda avrupa'nın en büyük petrol üreticisiydi ve tüm üretimini ana kuyularının olduğu ploieşti'den trenlerle almanya'ya yolluyordu. bu ana damarı kesmek alman panzerlerini durdururdu. iyi bir fikirdi.
1 haziran 1942'de b24 uçakları mısır'dan kalkıp romanya'yı vurup mısır'a geri dönmek gibi fecaat bir planla havalanırlar. 56 uçaklık küçük sayılabilecek bir hava akınıdır. ancak yolda görülürler ve bulgar romen alman hava önleme filolarının ortak çalışması, b24'lerin radara yakalanmayacağız diye 500m irtifadan uçması ve ploieşti'de alçak hava savunma toplarının (20mm flak38) her köşede konuşlu olması yüzünden amerikan akıncıları korkunç kayıplar verirler. alçak irtifada tam performansla çalışamayan b24 uçakları bombalarını atıp irtifa almaya uğraşırken çoğu düşürülür. bazıları romanya üzerine sert inişler yaparak esir edilirler. bazıları ise çok ağır yaralanıp mısır'a kadar gidemeyeceklerini anlar ve rotayı türkiye'ye çevirirler.
etiler'de niye uçaksavar diye bir semt olduğunu bilmeyenler aramızda hala varsa öğrensinler, orası gerçekten de 88 ve 105mm uçaksavarların konuşlu olduğu istanbul'un (vaktiyle) hava savunma noktasıydı. istanbul ikinci dünya savaşı yıllarında karartma sistemi uygulamaktadır. ve neredeyse her gece sirenler çalmakta ışıklar kapatılmaktadır. yine böyle bir gün saatler 19'u geçince şehrin üstünde beliren bu dört motorlu dev gibi b24 liberator uçakları paniğe sebep olur. uçaksavar komutanı bu ne idüğü belirsiz karaltıları projektörle saptayıp ilk mermiyi yollar. saniyeler sonra birdendire uçaklar istanbul uçaksavarlarının (etiler ve çamlıca) çapraz ateşine girer. tam dört adet uçaktır bunlar :
41-11596 seri no'lu brooklyn rambler
41-11597 seri no'lu blue goose
41-11609 seri no'lu little eva
41-11622 seri no'lu town hall
istanbul'da beklenmedik bir şekilde saldırıya uğrayınca b24'ler deli gibi evasive manevralara başlarlar. bu da amerikalı mürettebatın mısır ya da kıbrıs gibi müttefik üslere ulaşma gibi planlarını altüst eder. çünkü kaçış manevraları benzin israfına sebep olmaktadır. istanbul uçaksavarının menzilinden çıkıp rahatlayınca bakarlar ki benzin toroslar hizasında bitecek. sonrası da allah kerim. pilotlar bir ikileme düşer. acaba akdeniz üzerinde bir yerde biteceği kesin olan benzinle denize inmeyi mi denesinler yoksa bulabildikleri ilk havaalanına mı insinler. küçük bir istişareden sonra uçakları türkiye'ye indirmeye ve yaşamaya karar verirler. bu da amerikalıların zaten daha önce değerlendirdiği bir durumdur. brifing albayları john kraw da "çok zorda kalırsanız türkiye'ye inin" demiştir zaten. dediği gibi de yaparlar. pilotlar harita'da türkiye'nin sadece iki şehrini işaretlemiştir. istanbul ve ankara. gerisi meçhuldür. istanbul'da uçaksavar olduğuna göre işaretli ikinci yer olan ankara yakınlarına inmeyi denerler, mürted ya da esenboğa pistine de kayıpsız bir şekilde inerler ardından hepsi de teslim alınır.
türkiye böyle durumlarda tarafsız olduğundan uçağı ve mürettebatını alıkoymak ve savaş süresince onlara bakmak zorundadır. uçağı ve mürettebatı almanlara geri verseler mihver devleti gibi davranmış olurlar, amerikalılara verseler almanlar düşmana yardım olarak algılar. ismet inönü gelen ekipman ve mürettebatı "misafir" etmeye karar vererek herkesi mutlu etmiştir. en çok da hava kuvvetleri mutlu olmuştur zira türkiye tarihinde havadan ilk kez 4 motorlu askeri uçak sahibi olmaktadır. hemi de beleş.
1942'de ankara'daki koşullar amerikalılar için çok kötüdür. haziran temmuz ve ağustos aylarını çiftlik parkında bir okul binası içinde kendileri gibi enterne edilmiş bir rus ve bir güney rodezyalı raf pilotu ile geçirirler. başlarında bir silahlı muhafız ve bir de tercüman vardır. her iki haftada bir de muhafızların nezaretinde ankara'yı gezmeye çıkartılırlar. yiyecek en büyük sorundur. ekmeğin karneyle olduğu yıllarda yemekler de az ve kötüdür. rejim yaptıklarını düşünerek samki yemek çokmuş ama kendileri yemiyorlarmış gibi davranarak az yemeye başlarlar. kısa sürede de okulda nezaret altında olan bütün müttefik savaş esirleri sıtma olur.
bir süre sonra amerikalılar havaalanına götürülürler. vardıklarında bakarlar ki uçaklardaki mermi delikleri tamir olmuş, amerikan yıldızları sökülmüş, türk hava kuvvetlerinin eski kare dekalleri çizilmiş ve numara verilmiştir. ancak uçaklar uçmamaktadır. zira 4 motorlu uçak uçurmayı bilen ülkede kimse yoktur. amerikalılar bu uçakların "lend & lease" anlaşması kapsamında türkiye'ye verildiğini türk pilotlardan öğrenir. artık onların savaş bitene kadarki görevi türk pilotlara dört motorlu bombardıman eğitimi vermektir. türk pilotların nezaretinde amerikalılar bütün uçakları eskişehir'e getirirler.
eskişehir hava üssü 1940'lı yıllarda feci bir yerdir. sıtmaya yakalanmamış biri zaten yoktur. üç ay sıtma olmamak ise büyük başarıdır, tebrik falan edilmekte tahtaya vurulmaktadır. hava üssünde de yalnız bir noktada çeşmelerden su akmaktadır.o da porsuk çayından gelen sudur. yani türk pilotlar görevden geldiklerinde mesela susamışlarsa nehir kenarına inip ceplerindeki mendili porsuk çayının kıyısına bandırıp suyu filtrelemekte öyle içmektedirler. diğer türlü bir sürü anofel sivrisineği de yutmaktadırlar çünkü. amerikalılar eskişehirde kaldıkları ve şartları gördükleri ilk gün kaçmaya karar verirler. "bu ne lan" demişlerdir.
kasım ayı boyunca amerikalılar kaçışlarını planlayarak geçirirler. ancak türkler de diğer taraftan çok iyi niyetlidir. hiç durmadan çay getiren askerler, ingilizce anlamaya başlamış hangar görevlileri olunca bir dediği iki edilmeyen amerikalılarla türkler arasında hafiften dostluk da başlamıştır. amerikalılar burada taşfırın ekmeği + keçi tulum peynirine denilene göre hasta olurlar. aralık 1942 gibi türk personelin b24 eğitimleri bitirilir ve test uçuşlarına geçilir. o da çok kolay olmaz zira eskişehir'de 100 oktan benzin bulmak bile çok zordur. zira türk hava kuvvetlerindeki alman uçakları 87 oktan benzinle gürül gürül uçarken amerikan uçakları kaprislidir. thk her uçağa farklı benzin yetiştirmeye çalışırken yetersiz kalmaktadır. amerikalılar da tabii pratiktir, benzin bekleyeceklerine diğer b24'lerden hortumla 2 numaralı brooklyn rambler'a 400 litre benzin koyarlar. gündüz ilk test uçuşu yapılır ve bir öğlen arası verilir. amerikalılar da iki aydır uçakların her an yanında olduklarından kimse şüphelenmez ve birbirlerine göz kırpıp hepsi benzin yüklü uçağa doluşurlar. uçak zaten ikinci uçuşunu yapacak olduğundan hangara sokulmamıştır. motor çalıştırıp pist başına geliverirler. motor çalışınca denilene göre ardında nöbet tutan asker hava akımıyla iki metre geriye uçmuştur. (pratt whitney cyclone öyle hayvan bir motormuş)
o sırada subay yemekhanesinde denilene göre gürrrrrrrrrrrrrr diye bir motor sesi işitilir. subaylar birbirine bakar ve tepsiyi tabağı atarak masaların üzerinden zıplaya zıplaya yemekhaneden dışarı koşarlar. bakarlar ki dört motorlu dev b24 pist başına gelmiş ve motorlar tam gaz almış ve uçak hızlanmaya başlıyor. el kol yapar, "dur dur" diye işaret ederler ama nafile. amerikalılar uçağın camlarından hadi eyvallah gibisinden el sallarken b24 pistten teker toplar ve kalkar. subay astsubay er erbaş herkes uçağın arkasından bakakalır.
amerikalılar kaçar.
sonra cart diye bir siyah citroen araba gelip subay tesisinin önünde durur. içinden inen üs komutanı zeki doğan paşadır. süvari sınıfından geldiği için alışkanlık yapıp bırakamadığı bacakları bohça gibi süvari pantolonuyla hışımla arabadan iner. karşısında şapkayı yemekhanede bırakmış ceket iliklenmemiş ve nefes nefese kalmış türk subayları görür, onlara patlar:
- noluyor lan?
- paşam amerikalılar liberatör tayyaresini kaçırdı!
- bu gidenler mi?
- evet paşam.
- siz ne bok yiyorsunuz ya burada?
- bakıyoruz.....
- bakmayın lannn takip edin!!!!!! düşürün!
- ama kumandanım uçuşa hazır avcı yok bugün.
- ne varsa onu kaldırın lannn!!!!
uçuşa o sırada en nazır görülen bir martin b10 uçağına iki pilot koşarak uçağı scramble ederler. ancak martin 1932 modeldir. on yıl sonra türk hava kuvvetlerinde uçuyor olması bile mucizedir. kendisinden iki kat hızlı b24 liberator'un arkasından nal toplar. bakarlar ki olmuyor, pilotlar inip tekmil verip yakalayamadık derler. zılgıtı yiyip öğle yemeğini kaçırıp sigaraya talim edilir. açlığı bastırsın diye ağzına sigaradan tütün atan pilot yüzbaşı üzgündür. "bari yemekten olmayaydık" der.
amerikalılar ise paraşütsüz, cankurtaran yeleksiz, telsizsiz uçarak başlarına büyük iş almışlardır. o şekilde torosları geçip akdeniz'e varırlar kıbrıs açıklarında ise ingilizler türk renklerine boyanmış dört motorlu bombardıman uçağı görünce spitfire uçaklarını havalandırırlar. amerikalılar da camlardan atlet fanila beyaz ne varsa sallayarak inmek istediklerini anlatırlar. daha sonra ingilizler kendilerine özledikleri kahvaltıyı kıbrıs'ta yaptırırlar. oradan da mısır'a yollarlar.
türkiye daha sonra işin peşini bırakmayarak resmi kanallardan uçağı geri istemiştir. amerikalılar da özür dileyerek vermiştir. ama pilotları vermemiştir tabii.
(edit: hicbirseybilmeyenadam amerikan devlet arşivlerinden şu telgrafı bulmuş. amerika'nın ankara büyükelçisi türkler bugün protesto etti, uçakları verin yoksa kaçmayan mürettebat için sıkıntı olur diye dışişleri bakanına yazıyor)
ezcümle, o yıllarda dünyada bir şeyler olmaktadır bir uçaklar gelip gitmektedir ama thk en fazla uzaktan olan bitene bakmaktadır. bakamayan sıtma olup yataklara çivilenen de çoktur.