Hava Korsanlığının, Havaalanlarında Sıkı Önlemler Alınmasına Yaptığı Etki

Hava korsanlığı nedir? Havaalanlarında laptop'larımızı X-Ray cihazlarından ayrı şekilde geçirmeye kadar varan sıkı önlemlerin de tabii ki bir tarihi var. İşte buna dair fikir veren bir yazı.
Hava Korsanlığının, Havaalanlarında Sıkı Önlemler Alınmasına Yaptığı Etki


havaalanı girişindeki laptop ve tablet kontrolü...

modern insana akvaryumdaki japon balığı kadar özel hayat lütfedildiği için hepimize batıyor lakin el mahkûm, filistin kurtuluş örgütü gibi pek çok örgütün hiç beklenmedik aksesuarlar içinde uçağa patlayıcı sokma mahâreti var ve laptoplar da buna dahil (altmış sene evvelinde leyla halid de paketlik marlboro alır gibi tayyare kaçırıp içeri patlayıcı sokabiliyordu ve kurumsal paranoya böyle başladı.) sırf laptop açarak ömürden bir dudak payı kahve zamanı çaldıklarına şükredin; mark neocleous'ın bahsettiğine göre (critique of security) 1999'da atlanta'dan istanbul'a gidecek bir uçak durdurularak 241 yolcusu fbi tarafından aranmış. zira büyük bir asayiş falsosu teşhisi yapılmış. eheh, peki açık neredeymiş? 241 yolcudan biri, çok ender görülen bir şey yapmış: bileti nakit olarak ödemiş. üstüne varış noktası da istanbul olunca, "tanrı bu adamla bize ne demek istedi?" suâlinde kendini kaybeden redneck asâyişi elbette işkilleniyor.


aslında maceraperestlerin heves ve hünerleri yüzünden ödediğimiz bir bedel sayılır bu

uçak kaçırmalarının altın çağı 1961-1972 yılları arasında hiçbir güvenlik olmadan uçağa binebilir, hatta siirt petrol otobüsünde arka numaralara oturuyormuş gibi bilet de almayıp araçta ödeme yapabilirdiniz. metal detektör yoktu; x-ray ise zaten pahalıydı ve özel hayata saldırı sayılabileceği için abd'nin bile kullanmaktan çekindiği bir gereçti ("civil rights" dostum, kırmızı çizgi.) ama bu yapı tersine döndü. madem konu açıldı, misal brendan koerner'ın enfes bir havacıllık tarihi eseri var: skies belong to us (semalar bize ait). koerner, güvenlik personelinin bile havalimanlarında bulunmadığı 1961-1972 döneminde abd'de 159 uçak kaçırma vakası yaşandığını yazar. bu da her ay birden fazla tayyare haydutluğunun cereyan etmesi anlamına geliyor (askerî darbede, fâili meçhullerde destenin çoğu bizde ama iş tayyare kaçırmaya gelince aslar amerikalının elinde, onları bu yarışta geçmek mümkün değil.) yani hippi çağında bindiğiniz şey sanki uçak değil, kanatlı trendi.

leyla halid gibi uçağı filistin'e kıran, bir başka seçenek olarak uçağı küba'ya götürüp bırakanı var

en sık rota da küba. şirketler küba hükümetinden uçaklarını geri alabilmek için 7,500 $ ödemek zorunda kalıyorlar, kaçıran için de küba sathında da bir win-win durumu mevcut. doktora tezinde küba'daki sosyalizm projesini incelediği için yerinden gözlem yapmak adına uçak kaçırıp küba'ya inen bir sosyoloji öğrencisi bile var listede (müdahaleci yönteme de uygun sayılır.) azrail'e osuruk borcunuz yoksa ölümü göze almaya gerek yok ama saygı duyulma arzusuyla yanıyorsanız eğer, uçak kaçırma tam bir fırsat. "baylar ve bayanlar, uçağın kontrolü elimde" diyebilme gücünün baştan çıkarıcılığı x-ray cihazları olmadığında daha yüksek.

Filistin Halk Kurtuluş Örgütü'nün önde gelen isimlerinden Leyla Halid.

örneğin yaşamı boyunca dünyada hiçbir iz bırakma şansı olmadığına inanan bir genç, sadece uçak kaçırarak değil, aynı zamanda uçak kaçırıp paraşütle atlayan ilk insan olmak için de girişimde bulunabiliyordu:

"anlattığına göre 'tanınmak istiyordum,' diyordu. 'karşılarına çıkarak şunu söylemek istiyorum: 'hey, ben paul cini'yim, ben de varım ve artık göz ardı edilmek istemiyorum!' cini, suça hazırlık yaparak aylarını harcadı. havalimanlarını ve uçak dizaynlarını inceledi, calgary paraşütçülük okulu'nda insanları soru yağmuruna tuttu. sarı ve kırmızı paraşütünün havada fazla göze batacağını düşündüğü için paraşütünü laciverte boyadı ve kanadalı bir paraşütçüden düzgün bir şekilde paraşütünü paketlemesini istedi. uçak kaçırma sabahında ise bavuluna şeker ve hayatta kalma gereçleri doldurdu. çünkü alberta'nın yaban doğasında günlerce yürümek zorunda kalabileceğini düşünüyordu. sadece tek bir küçük hata, cini'nin felâketi oldu: paraşütün bulunduğu paketi fazla sıkı bağlamıştı. paketin düğümünü çözmeyi başaramayınca cini, pilotlardan birinden paraşütü açmak için keskin bir araç istedi. pilot ona dc-8 yangın baltasını uzatınca cini, boş kafalılık ederek tüfeğini bıraktı ve baltaya uzandı. hava korsanının silahsız olduğunu gören pilot da tüfeği bir tekmeyle uzağa fırlattı ve cini'nin boğazına yapıştı. mürettebattan başka biri de baltayı alarak cini'nin kafasına gömdü ve kafatasını parçaladı. paul joseph cini, dünyanın ilk 'para-haydutu' olarak değil, budala olarak anılacaktı." (koerner, brendan, 2013, the skies belong to us, crown publishers, new york, s.83-84)

son söz

elbette bu dönemdeki hava korsanlarının hepsi cini gibi trafikten bile men edilmesi daha sağlıklı aklı-evveller değil. sol örgütler için uçak kaçırarak sevgilisinin ona devrimci nazarıyla bakmasını arzulayan (ama aynı sol örgütlerin kendisine basit suçlu gözüyle baktığı) maceraperestler çoğunlukta. işin ilginç yanı havalimanı şeriflerinin yasalaşması sonrasında bile hava korsanlığı yaparak kendini gösterme huyundan insanların vazgeçmemesi. sırf kurumların güvenlikçi art niyetleri yüzünden değil (o da var çünkü), lezzet-i hayvaniyye peşinde koşan belâperver maceracılar yüzünden de kemerleri çözüp, laptopları çıkararak bekliyoruz havalimanlarında. alternatifleri hesap edince bunun âdil bir takas olduğunu düşünmek daha doğru gibime geliyor.