Helsinki'ye Taşınan Bir Ekşi Sözlük Yazarının Gözünden Finlandiya ve İnsanları
5 aydır finlandiya'da yaşıyorum. finlandiya'nın kendi dillerindeki adı suomi'dir ve bir fennoscandia ülkesidir. şimdi birtakım gözlemlerimizi paylaşalım...
öncelikle evet, soğuk
kışları -20'leri görüyorsunuz. kocam 4 yıldır falan burada yaşıyor, dediğine göre eskiden -30 da olurmuş, 2017 kışı hafif geçmiş. 2017 nisan sonu itibarıyla hala kar falan yağıyor, 10 dereceden yukarısını göremedik daha. gelecek aylara kısmetse.
sosyal açıdan evet, finliler alıştığımız anlamda sıcak insanlar değil
kimse sizle gelip otobüste yanınıza falan oturup rastgele sohbet etmez, mümkünse aynı asansöre binmez, iş arkadaşlarınız bile oturup geyik yapmaz. ben şahsen bundan hiç rahatsız olmadım, hatta rahatlatıcı bile buldum; devamlı elalemin esprilerine gülmek ya da sessizliği doldurayım diye konu bulmak zorunda değilsiniz. öte yandan, mesela iş arkadaşlarınız size yavaş yavaş alışırsa arada hal hatır sorarlar, "hafta sonu ne yaptın?" gibi, ama uzun uzadıya cevaplar beklemiyorlar.
kurallara çok bağlı insanlar
bizim akdenizlilerde olduğu gibi "aman canım, bir şey olmaz" mantalitesi yok. mota mot uygularlar, torpilmiş ayrıcalıkmış bilmezler. öte yandan, akdenizlilerdeki pratik zekaya da sahip değiller, mesela hani biz para öderken 10 kuruş fazla veririz, o da bize tam para verir ya; burada onu yapınca donup kalabilirler. bu bazen insanı biraz sinir edebilir. bir de çok dakikler. hatta dakikten de öte, 5-10 dakika erken geliyorlar ve normali bu. yani zaman bizdeki gibi bir aralık değili tam olarak bir nokta.
çok çok çok mütevazı insanlar
insan gerçekten hayret ediyor. asla yaptıkları bir şeyle övünmüyorlar ve bence bu yüzden bir sürü iyi şeylerinden dünya haberdar değil. hayvan gibi tekstil ürünleri var (çok da pahalı), kozmetik markaları var, çok güzel kahveleri var (dünyanın en fazla kahve tüketen ülkelerinden biri. bizdeki çay gibi.) ama hiç satmayı bilmiyorlar. iş yerinde de çok gördüm, güzel bir iş yapıyorlar, "ya işte yaptık bir şeyler" kıvamındalar. aynı işi ben yapsam ohoo, nasıl ballandırırım mesela.
herkes çok iyi ingilizce konuşuyor mesela ama o konuda da kendine güven sıfır
alışık değilse acayip heyecanlanıyor, kekeliyor. yav karşındaki de benim işte, belli ki ben de ingiliz/amerikan değilim. ne heyecanlanıyorsun. ama işte öyle, bir kendine güvensizlik var.
bu mütevazilik sosyal hayatta da söz konusu. mesela zengin de olsan öyle bizdeki gibi gösterişli bir evin, araban olmuyor. evlere bakarak kim zengin, kim fakir anlayamazsın zaten. az çok semtleri bilince oradan biraz anlaşılabilir. güzel, şık giyinenler var; ama marka görmüyorsun. zaten her vatandaşa belli bir miktarda sosyal yardım yapılıyor. gelirin arttıkça da kesilen vergi (ve trafik cezaları da) artıyor. yani aşırı zengin ya da aşırı fakir olmak çok zor. bir de benim gördüğüm .
alkol tüketimi çok fazla
100'lü bira paketleri satılıyor, oradan anlayın. öte yandan belli bir oranın üzerinde alkol içeren içkilere hem vergi fazla, hem de akşam 8'den sonra satılmıyor. yine de birayla falan kafayı buluyorlar. böyle ucuz barlarda saat 10da demlenmeye başlayan alkolikler görebilirsiniz.
gelelim yemeklere
tabii ki türk yemeklerinin yanına yaklaşamaz. ya aşırı soslu, kremalı, ya da dümdüz haşlama. bir de bilmiyorlar azizim; ıspanağın, mercimeğin pişirilebileceğinden haberleri yok. tatlı tüketimi çok fazla. pulla denen, küçük kek gibi tatlıları var. dönem dönem bazı tatlıları daha çok yiyorlar; çünkü gelenek öyleymiş. atıyorum iki pulla arasında krema.
bir de munkki var, o da daha donut tarzında. onun dışında da bilimum pasta, kek. ilginçtir ki muhallebi, puding gibi tatlı hiç görmedim kafelerde pastanelerde. yalnız çok güzel çikolataları var. ve dışarıda yemek pahalı. öyle burgerciymiş, güzel pizzacıymış, uzak doğuymuş, evet her şey var; ama pahalı. öte yandan evde kendin yapmak pek pahalıya gelmiyor. helsinki'de, tampere'de türk marketleri de var, oradan da özlediğiniz bazı sebzeleri falan bulabilirsiniz. şimdi heyecanla yeşil erik bekliyoruz mesela ailecek.
somon çorbasına ayrı bir paragraf açalım, o on numara. ama beklediğimin aksine, somon da burada ucuz değil. hatta etten falan pahalı. yine de güzel oluyor. kremalı tabii ki.
yine kendi markaları çok güzel sütleri var çok lezzetli, ben ki sade süt içemem, burada kafaya dikip içiyorum. acayip bir yoğurt çılgınlığı var, kefirinden yoğurduna her türlü değişik süt ürününü tüketiyorlar. bizdeki gibi daha ekşimsi, tuzlu yoğurt değil ama. o yoğurt bulgar yoğurdu diye geçiyor. böyle daha akışkan, daha az tuzlu yoğurtları var.
ve tabi ki tahıllar. çavdarıymış, yulafıymış derken 5 aydır her türlü hayvanın rızkına ortak oldum zaten. iklim elverişli olmadığından habire çavdar ekmişler, beslenmelerinde baya bir yer tutuyor. çavdar ekmeği (ruisleipa) kapkara bir ekmek. ve ağır, beyaz ekmek gibi içi boş değil. ekşi bir tadı var, alışmak zamanımı aldı; ama şimdi de onun tadını arıyorum. sabahları da porridge yeniyor, oatmeal/ yulaf ezmesi. böyle sütle kaynatıyorsun, içine de reçel falan, çok güzel. ama ona da alışmak zamanımı aldı, başta sevmiyordum.
sağlıklı beslenme çılgınlığı almış yürümüş
kinoadan, protein bardan geçilmiyor, marketlerde protein tozu falan satıyorlar. her yerde tüm gıdalar içerik açısından hayvan gibi işaretlenmiş, yok "şunda laktoz var", "bunda gluten var", "bu şu allerjenleri içerir" vs.
hayvan gibi de spor yapıyorlar. karda kışta koşanlar mı dersin, her yere bisikletle gidenler mi, salonlarda basıp basıp kasları şişiren mi. 14-15 yaşında ağırlığının iki katını squat yapabilen gençler mi dersiniz, cross-fitçi kızlar mı, her şey var.
kılık kıyafet de bundan etkilenmiş herhalde
kızlar genelde tayt giyip çıkıyor, pek kasan yok. zaten kışın soğuk, kayak pantolonu giyiyorsun. şimdi baharda da henüz öyle bizdeki gibi elbiseymiş, değişik kombinlermiş, pek görmedim. arada çok şık kadınlar görüyorum; ama 40 yaşlarında falan. yalnız, eşarp-atkı kullanımında çok çok başarılılar, her kıyafeti şıklaştırıyorlar bu şekilde. erkek modası da genelde hipstırlık, dar pantolon, saçlar yana taranmış falan.
son olarak, iş hayatı
(kocaya kaçtık dediysek boş boş değil, ben de kendime bir staj ayarladım). türkiye'deki hiyerarşi buradaki iş yerlerinde yok. herkes birbirine ismiyle hitap ediyor, hocana da, patronuna da adıyla hitap ediyorsun. senden beklenen görevler net, her şey ta aylar sonrasına kadar planlı programlı. kimse gelip sana "ben senden büyüğüm, bu işi sen yap" demiyor. kağıt işi de olsa, angarya da olsa herkes kendisi yapıyor. soru sorunca "mal mısın?" bakışıyla aşağılama yok, seve seve anlatıyorlar, cevap verirken de mütevaziler. işe giriş çıkış saatin belli, alt kıdemdeysen seni daha çok çalıştırmıyorlar. bu arada çalışma saatleri de oldukça rahat, finlandiya ve iskandinav ülkeleri bu konuda avrupa'nın kalanından farklı. 3 dedin mi işten çık, git geziyor musun, spora mı gidiyorsun, çoluk çocuğunla mı ilgileniyorsun. tatillerin var, anne için de baba için de doğum izni var. ama kimse bunları suistimal etmiyor, ne iznin suyunu çıkarıyor, ne de üstleriyle enseye şaplak oluyorlar. benim önceden çalıştığım yerde öyle bir hiyerarşi vardı ki (altımdakilere yeterince kızmıyorum diye üstlerim beni uyarıyordu, o derece) bunları görünce gözlerim doluyor "ben ne manyak şeyler yaşamışım" diye. insanlar hem nazik ve iyi olup hem size bir şeyler öğretebiliyor. ve alttakiler de kurnazlık yapıp kötüye kullanmıyor. benim burada en çok sevdiğim şey bu oldu.