Gibi'nin En İyi Bölümleri Arasına Giren Sınıfsal Veda'da Surata Çarpan Gerçekler
zengin dili diye bir şey vardır. fakir veya orta halli birinin diline yakışmayacak hitap şekilleri bolca bulunur bu dilde. gibi'nin 3. sezon 4. bölümünde (sınıfsal veda) onur, garsonu "güzelim" diye çağırıyor mesela. çağırırken parmağını şıklatıyor falan. sonra gelen garsonun 40 yaşlarında, gayet sert görünümlü bir adam olduğunu görünce ortaya inanılmaz absürt bir durum çıkıyor.
bu gibi küçük işaretlerle ortamdaki zengin arkadaş, diğerlerinin üzerinde hep ister istemez bir tahakküm kurar. buna defalarca şahit oldum kendi hayatımda. üniversitede dolar milyarderi olan bir arkadaşım vardı. dededen zengindi. otelde kalırdı. ev sahibinden şikayetçi olan bir ortak arkadaşımıza "gel otelde benim yanımdaki odada kal. ücretini ben öderim ama istediğim zaman benimle gezmeye geleceksin" demişti. arkadaşıma bunun yanlış olduğunu, bunun bir iyilik olmadığını bir türlü anlatamamıştım.
gibi'nin sınıfsal veda bölümünde onur'un yaptıkları da benzer işlerdi. aslında onur'un yaptığı; ilkkan'a yemek kartı çıkarma, hepsine hediye alma gibi işler tamamen iyi niyetli işler ama iyi bir arkadaşlığın olmazsa olmazı olan organik dengeyi bozuyor. sonra bir anda bakmışsın, ilkkan kırk yıllık arkadaşım dediği adama "onur bey" diye hitap ediyor.
bu yüzden "sınıfsal veda" ister istemez yapılıyor önünde sonunda. muhabbetiniz ortak bir zeminde bir türlü birleşemiyor. sen "ev kiraları uçtu gitti" diyorsun, o sana "abi hiç sorma, hangar kiraları da öyle oldu" diyor.
ben kendimi kıyas oyununa hiç kaptırmadığım için bir şekilde idare ediyorum ama diğer arkadaşların nasıl ezildiğini görüyorum. ortaya felaket bir manzara çıkıyor. yine bu bölümde örneğin; ersoy 5 yıl önce ağva'da yüzerken çektirdiği fotoğrafı paylaşmış. azıcık yakından baktığın zaman bu büyük bir trajedi. öküze özenen kurbağa hikayesi. ersoy da o sahil senin bu sahil benim gezmek, güzel kadınlarla eğlenmek, bol bol fotoğraf paylaşıp sosyal kredi puanlarını bir bir kazanmak istiyor ama onu başaracak ne yeteneği var, ne iradesi.
iş yaşamında tanıştığım insanların abartmıyorum yarısı aynı ersoy'un bu bölümde davrandığı gibi davranıyor. içinde bulunduğu sınıfın ekonomik olanaklarına göre harcama yapmayı, eğlenmeyi ve yaşamayı kabullenmiş çok az sayıda insan var. hep birkaç basamak üzerlerindeki sınıfa aitlermiş gibi davranıyorlar. bu insanların arasına ezkaza gerçekten ait olmak istedikleri sınıftan bir insan girerse, o kişi bir katalizör gibi ortalığı karıştıyor. masada bütün muhabbet o varlıklı arkadaşın üzerinden dönüyor.
bu bölümde kendi gerçekliğinin farkında olan tek kişi yılmaz. bölümde bütün çatışma da onun üzerinden çıkıyor zaten. onur ile aralarında açılan finansal mesafenin bir arkadaşlığa izin vermediğinin de farkında. yoksa iş ilkkan ve ersoy'a kalsa, onlar onur ile o lüks restorana ayda bir gider, kaburgalarını yer, paşa paşa evlerine döner ve "ne gün geçirdik" diyerek mutlu bir şekile uyurlardı.