Gelmiş Geçmiş En İyi Grafik Romanlardan Biri: Blankets (Örtüler)

Craig Thompson'ın Türkçeye de çevrilen ve şu sıralarda güncel olarak bulunabilen 2003 tarihli grafik romanı (çizgi roman), her yaştan okura hitap ediyor.
Gelmiş Geçmiş En İyi Grafik Romanlardan Biri: Blankets (Örtüler)

Nedir, ne değildir?

blankets... craig thompson'ın yazıp-çizdiği 2003 yapımı tek ciltlik otobiyografik çizgi roman.

goodreads tarafından 120.000+ insan tarafından oylanmış oldukça popüler bir eser.

"tutucu bir kasabada yaşayan dindar bir ailede yetişmiş aidatsız bir ergenin yaşadığı ilk aşk."
ilgi alanıma maksimum derecede uzak bir konuya sahip bu çizgi roman, öyle ustalıkla yazılmış ve çizilmiş ki 580 sayfalık eser aktı gitti.

çoçukluk-ergenlik zamanı ele alan çoğu otobiyografik çizgi roman, sanatçının hayata bakış açısının, yaşadıklarının ya da hikaye anlatıcılığının tırtlığı gereği, kötü eserler çıkarıyor ortaya. ör: (bkz: epileptic/@ceyar k vurdu), (bkz: fun home/@ceyar k vurdu).

aslında craig thompson'ın blankets çizgi romanında anlattıkları da oldukça sıradan şeyler. ancak kendisini arayan ergenin hayata bakış açısı ve yazar-çizerin hikaye anlatımındaki muazzam becerisi, kitabı diğer ergenlik otobiyografilerden farklı bir seviyeye taşımış.

başlığı altında diğer yazarlar tarafından güzelce incelenmesi ve içerdiği 'ilk aşk' temasının ilgi alanıma girmemesi nedeniyle blankets'a benden bu kadar eyyor yeter. bu light hikayeyi beğendim. light bir şeyler okumak isteyen insan evlatlarına da eseri tavsiye eder, herkese iç dünyasında huzurlu günler dilerim.

Neden özel?

blankets, çizgi romanın bir sanat formu olarak kendine has özelliklerini parlatan, sadece bu düzlemde yapabileceğiniz bazı şeyler olduğunu kanıtlayan harika bir iş. "neden film/dizi izlemek yerine, bir hikayeyi çizgi roman formatı üzerinden tecrübe ediyorum" sorusunu pek çok özel pasajda cevaplıyor. aforizma ve benzeri tek bir cümle kurmadan aşk, ergenlik, yalnızlık, din, istismar gibi zor konulara dair pek çok şeyi zarif bir şekilde söyleyebiliyor. çizgiler en durağan (gibi gözüken) karelerde bile yerinde duramayacak kadar canlı, bir panelden diğerine akıyor neredeyse. öykü içinde abd'nin kuzey eyaletlerinin ne kadar tutucu olduğunu da görüyorsunuz, okurken o baskıyı bizzat hissettim. müstakil evler ve karla kaplı atmosfer ise bunun aksine kıskandıracak nitelikte. aslında okumadan önce sadece bir büyüme ve aşk hikayesi sanmıştım, din ve kardeşlik gibi elementlerin de olması, hatta büyük yer kaplaması şaşırtmakla beraber beni mutlu etti. klasik bir kurgu beklemiyordum; thompson hayatının özel bir kesitini oluşturan her şeyi (bir hikaye akışından ziyade bir atmosfer olarak) sunuyor bize. bir patikayı koşup sonuna ulaşmaktan ziyade çok güzel bir parfümü kokluyoruz gibi.

sonuç olarak, craig'in (kendiminkine de benzettiğim) hikayesi bence her ülkeden insanın empati yapabileceği türden sade bir hikaye. binlerce kez işlenen coming of age türünden sıkılmama rağmen ferah bir nefes aldım diyebilirim. arada bir tekrar tekrar karıştırarak uzun süre okunabilir.

Çizerin bir sonraki işi Habibi ile kıyaslayan bir yorumla bitirelim

bir habibi değil. habibi'deki şiirselliği bu öyküde bulmak zor.

fakat habibi'yi okuduktan sonra okuma fırsatı bulduğum blankets'ta, habibi'nim doğum sancılarını net şekilde gördüm.

craig thompson'ın ergenliği, gençliği ve genç yetişkinliğindeki düşünsel yolculuğu, benimkine oldukça benziyor.

insanın hakikat arayışı, kendi benliği ve duyguları hatta gündelik çalkantılarından bağımsız değil. objektif olmanın imkansız olduğu bu yolculuk, sanılanın aksine belki de inancın yapısı ve yöneldiği hedeften kat kat fazla insanin kendi benliği ile ilgili. insan, kendisi ne ise, inanç tahayyülü de o. canı neyden yandıysa, inancının mükafatı da o acının çözümü. aslında bizi acıtanı şikayet edecek bir teselli arıyoruz.

burada amacım ontoloji tartışmak değil, yaratıcı bir insan uydurmasıdır demiyorum.

inanmak ihtiyaçtır ve öznelden toplumsala doğru genişler diyorum.

hikayedeki craig'in tanrısı ve aşık olduğu kız arasında gidip gelen hezeyanlı ve bir türlü ayağı yere basamayan, hep bir tarafı boşlukta kalan sevgisi, yetişkinliğe adım atıp kendisinden ve ailesinden kaçmayı bırakması ile daha sakin, mesafeli ama kemale ermiş bir halde dinginleşmesi ile son buluyor.

dinî değerlerin ve kaidelerin, hayatın maddi ve manevi zorlukları ile başa çıkmada kılavuz edinildiği ailenin boğucu ama güvenli alanında ilişkilerle örfün iyice kaynaştığı kasvetten kaçışı aşkta aramak sanırım kırsal bölgelerdeki tüm gençlerin hikayesi.

yuvayı (aile, töreler, din) aşk için terkedip üstüne aşkı yitiren her insanda olduğu gibi, hikayedeki craig de bir noktada kendisi ile başbaşa kalıyor.

fakat bu seferki hakiki yalnızlık karşısında, kim ve ne olursa olsun insan ailesinin hem kendi kimliğinin sandığından daha büyük bir parçası olduğu gerçeği ile, onlara ve onları sevmeye organik bir ihtiyaç duyuyor olması ile yüzleşmesi hem de onlara duyduğu sevginin hakikat arayışı gibi büyük konulardaki pozisyonu ile aynı kulvardaki meseleler olmadığını anlaması, kemale erme yolculuğunu bütüne tamamlıyor.

günün sonunda kendine acımayı bırakan craig, yaşadığı şeylerin yaşadıkları andaki kendi çiğ ruhunda yarattığı ağrılarla kavga etmeyi bırakıp, yaşanmışlığın ve insanların arkalarında bıraktığı hoş sedaya tutunarak hayata devam etmenin yegane yol olduğunu anlıyor.

bu zaten herkesin hikayesi belki de...