Gandalf'ın Abartılmış Bir Büyücü Olması
arkadaşlar merhaba, ben frodo. çaylaklıktan yeni çıktım. sizlere bir çoğunuzun hayranı olduğu gandalf'ın aslında ne kadar abartılmış, kimseye bir faydası olmadığı gibi tonla da zararı olan bir adam(!) olduğunu anlatacağım. siz onu bilge bir büyücü, harika havai fişekler yapan bir adam olarak tanıdınız belki ama kaziye-i anha, lakinki öyle değil. şahsım ve yüzük kardeşlerim adına ne adam gibi bir büyüsünü gördük, ne de havai fişekleri kendi yaptığını gören birine rastladık. gerçekte; tüttürmekten başka bir bok bilmeyen, tüttürmediği zamanlarda bile leş gibi kokan, pasaklı, pis bir adamdır bu gandalf. millet yaşına hürmeten pek ses etmez sadece. bu, civar yerlerden havai fişek, torpil, kızkaçıran gibi şeyler alıp düğün-parti gibi organizasyonlara gider; türlü şebeklikler yapar. insanlar da kambersiz düğün olmaz hesabı eline birkaç kuruş verirler. bizim köyde (bkz: hobbiton) bunu kimse sevmez, farketmişsinizdir. ben tabi o yaşa kadar köyden dışarı pek çıkmadığım için dışarıda nasıldır bilmiyorum ama sonradan köyün dışında da pek seveni olduğunu görmedim. sözlükte gandalf’ın gerçek yüzünü anlatan bazı başlıklar var. ben de başlığı özellikle bu şekilde açtım. sonuçta hala bir çok insanın gandalf’ı kahraman bir büyücü olarak gördüğünü biliyorum ve ben tek tek herkese laf anlatmaktan bıktığım için toplu bir şekilde düşüncelerimi açıklamak istiyorum.
hikayeyi başından anlatmak gerekirse; bilbo amcam 111. doğum günü partisinden birkaç hafta önce gandalf'ı görüyor. iki iş yapsın, işe yarasın; biz de misafir eder, eline biraz parar veririz, sevaptır diye; biraz da eski günlerin hatırına bunu partiye çağırıyor. bilbo amcamın bir ayağının çukurda olduğunu, bir gözünün de toprağa baktığını düşününce bu hareketini daha iyi anlayabilirsiniz.
tabi gandalf sözde bir iki gün erken gelecekti yardım için. ben bunu görünce “geç kaldın” dedim. vay efendim “bir büyücü asla geç kalmazmış”, adam köye trip atarak girdi. neyse dedim, bizde de misafirlik önemli bir kavram olduğundan ses etmedim. bildiğiniz gibi parti sırasında bilbo amcam ortadan kayboldu. ben de çok durmadım, biramı bitirip eve geldim. bi geldim kapı ağzına kadar açık, gandalf evde -kafasına göre girip çıkıyor- piposunu da yakmış, ne koyduysa içine artık onu içiyor. bizde de bir tek bilbo amcam içer ara sıra, o da içeceği zaman kapının önüne çıkar. tam buna söyleneceğim, kapının önünde bir yüzük gördüm. baktım, bilbo amcamın yüzüğü. gandalf'a “bu yüzük niye yerde?” diye sordum. bunun da kafası güzel, “hangi yüzük*” dedi. "bilbo amcamın yüzüğü" dedim. "düşürmüştür" dedi. bilbo amcamın yüzüğe gözü gibi baktığını bildiğim için düşürme ihtimali yok. bana sürprizi vardı, demek ki o sürpriz bu yüzükmüş deyip aldım yerden yüzüğü.
güç yüzükleriyle ilgili fazla bir şey bilmediğimden, bu malın da yaşına hürmet ettiğimden buna soruyorum “hangi güç yüzüğü bu” diye. arkadaş, adam o kadar baktı, baktı; tek yüzüğü tanıyamadı. tamam o zamanlarda ben de tanımıyorum ama ortamlarda yüzükler benden sorulur, çoğunu bizzat denemişliğim vardır diye hava atmıyorum. ey sözlük, size tek yüzüğü göstersem laps diye tanımaz mısınız? hadi hiçbir şey bilmiyorsunuz diyelim, allasen bakıngüç yüzüklerinin resimlerine, insan tek yüzüğü diğer güç yüzüklerinde ayıramaz mı?
ben gandalf’ı biraz sıkıştırınca bu “gitmem lazım, araştırma yapacağım” diyerek gereksiz bir gizem yaptı kendince. iyi dedim git bakalım. o kafayla mutfaktan bir şeyler kemirip çıktı bu. ertesi gün geldi. çok uzaklarda, çok eski bir kütüphanedeki çok kadim kitaplardan edindiği bir bilgiye göre güç yüzüğünü ateşe atınca sahte olup olmadığı anlaşılırmış. yalan aq, bi günde nereye gidiyon. yakınlarda birine sorup gelmediyse ben de bir şey bilmiyorum. neyse, yüzüğü ateşe attık, baktık gerçekten tek yüzük bu bendeki. ben yalandan bunu bi yokladım, sen al istersen diye. yok alamam triplerine girdi ama adım gibi biliyorum yan cebine koyayım istiyor. sonra bu başladı çabuk evden gitmem lazımmış. nazgûl'ler buraya yüzüğü almaya gelmek üzereymiş, ben yüzüğü alıp bree’ye gidecekmişim. o ara kendisi de arkadaşıyla konuşup bana yetişecekmiş. dedim hayırdır, nazgûl kim? bir yüzüktayfları diyor, bir kara süvariler diyor, bir dokuz süvari diyor, bir dokuzlar diyor. bir bok anlamadım. ne yalan söyleyeyim, evde işi var da beni evden göndermeye çalışıyor diye düşündüm. bir kere madem ciddi bir durum var, arkadaşa gitmenin zamanı mı aq? ama baktım bu da ufaktan tırsıyor, dedim gideyim ne olacak; en kötü iki bira içer dönerim. sam'e de haber verdim. sam de kardeşim dediğim adamdır. her yere beraber gideriz biz. ben aldım yüzüğü, sam’le çıktım. biz bununla baya bi yardırdık. yolda bizim köyden merry ve peregrin'i gördük, dedik “biz bree'ye gidiyoruz, siz de gelin isterseniz.” onlar da kafa çocuklardır, takıldılar peşimize. dört tane hobbit gandalf’ın nazgûl dediği şeylerden bir şekilde kaçarak (oraları geçiyorum) bree'ye geldik. ben anladım ama, hayırlı bir iş olsa gandalf beni yollamaz. bree'de gandalf'ı arıyorum, görünce silkeceğim bunu. hep bara takıldığını bildiğim için direkt bara gittim. barmene sordum “gandalf’ı gördün mü” diye. adam demez mi “valla en son altı ay önce gördüm”. arkadaş siler misin, sabaha mı bırakırsın? bari buraya kadar gelmişken biraz piizlenelim dedik çocuklarla. o ara aragorn’la tanıştık. gandalf'ı tanıyormuş, biz de durumu anlattık. bize dediği ilk laf: "gandalf'ın aklına uyup buraya gelinir mi hiç arkadaş?" haklı adam, bir şey diyemedik. haklı olduğu gibi delikanlı da adam. "burada sizi harcarlar, gelin rivandell'e gidelim" dedi. gerçi kendisinin de rivandell'e gidesi varmış ama neyse, orası bizi ilgilendirmez. yolda yine nazgûller peşimize takıldı. ben yolda yaralandım falan, oraları da geçiyorum. arwen yengeniz beni yetiştirmese ölmüştüm aq.
bi uyandım house of elrond'dayım. gandalf malı da başımda tüttürüyor. dedim “n'apıyorsun?” salak salak konuşuyor bu. yok işte “ottur, günahı yoktur”, “n'olcak sanki, şifalı ot bu” falan diyor. dedim “bak siktir git, benim asabımı bozma.” “senin bokuna başımıza gelmeyen kalmadı, bree'ye de gelmedin zaten.” sonra bu gelmiş vay efendim o ne yapsınmış, meğer arkadaşı saruman da sauron'un tarafındaymış. çok kötü dövmüş bunu, aslında bu daha çok vurmuş ama saruman bunun asasını elinden alınca bunu çatıya hapsetmiş. saruman bunu tam öldürecekken bu bir tane kuşun üzerine atlayıp kılpayı kaçmış kuleden, bu da ondan gecikmiş falan filan bi ton sıkıyor. arkadaş, sen kuşun tepesine atlayacaksın, saruman da arkandan öylece bakacak ha? valla benim bildiğim saruman o mesafeden o kuşu tek hamlede vedat milor'un masasına marine edilmiş bir şekilde servis eder. böyle dersem yan çizeceğini bildiğim için “bu adam senin asanı elinden almamış mıydı, o yanındaki ne?” diye sordum. bu da “ya o yeni, gelirken aldım” diye sıktı. şemsiye mi lan bu? benim tahminimce bu saruman’a n’olur sizin tarafınıza geleyim ben de diye yaltaklanmaya gitti. saruman da şerefsizin teki ama aynı zamanda akıllı adam, siktir git demiştir buna. bu da ısrarla edince bir iki pataklayıp yollamıştır. saruman daha sonra öldürüldüğü için bu hipotezimi kanıtlayamıyorum ne yazık ki. sonra ben buna dedim ki “hani bir büyücü asla geç kalmazdı?” bir sessizlik oldu derken o ara elrond geldi, konu değişti. bu hala mal mal konuşmaya devam ediyor. elrond’a “yüzük burada güvenli, burada kalsın” falan diyor. elrond da “bi siktir git aq, ne yapacağımızı sana mı soracağız, ben bi meeting set ettim, meeting’den çıkan decision’a göre bir move yaparız” dedi.
hemen toplantı yapıldı. meğer elflerde anında toplantı set etmek çok olağanmış. toplantı da ayrı bir olay. yüzüğü dövüldüğü dağa geri atalım dedik ama oraya kadar kim taşıyacak onu tartışıyoruz. cücelerle elfler birbirine güvenmiyor, insanlar kendi arasında mutabık değil. belli ki taşıyacak kişinin farklı bir ırk olması lazım. gandalf bu açıdan mükemmel bir aday gibi görünüyor ama ona yüzüğü teslim edenin aklından şüphe ederim, akşama kadar kaybetmezse öp başına koy. daha evvel dedim ya gandalf'ın işe yarar büyüsünü görmedik diye. benim bildiğim tek bir büyüsü var, onu yapıyor toplantıda. o da lanet bir şey; ışıklar azalıyor, ortama bir kasvet çöküyor, milletin içine ayı oturuyor. işe yarar bir şey değil ama gandalf bunu ortamı germek için kullanıyor. bi ara ortam o kadar gerildi ki gandalf dese ki "ben taşırım yüzüğü" millet mecburiyetten kabul edecek ama o da bu durumu bildiği için istiyor ki herkes ona yalvarsın. ben de buna sinirlendim, dedim “ben yaparım”. gandalf’ı o kalabalıkta küçümser bakışlar atarken yakaladım. iyice kıl oldum lavuğa.
neyse biz dokuz kişi çıktık yola. en büyüğümüz de gandalf, en azından yolu biliyordur diye düşünüp nereden gidelim diye ona soruyoruz. gimli dedi ki, moria madenlerinden gidelim. benim kuzen orada kral. bize de krallar gibi bakar. kral sofrası kurdurturuz; rakısıydı, mezesiydi, hatunlar da olur, stresimizi atar yola devam ederiz. bize mantıklı geldi, tamam dedik. bir tek gandalf olmaz diyor. neden diye soruyoruz. ık, bık, yok işte o yol güzel değil, hem moria kapalı ortammış, onun kapalı ortam fobisi varmış. biz de aramızdan biri bile hayır derse olmaz diye karar almıştık. ortam bozulmasın diye iyi tamam madem senin dediğin yerden gidelim dedik. bu gerizekalı bizi direkt güneye doğru yürüttü. sonra dunland'ın crebain kuşları gelince; bunlar saruman'ın hizmetkarları, izleniyoruz, oradan gidemeyiz dedi. çok sonradan haritadan baktımdirekt isengard'a yürütüyormuş bizi malın çocuğu. dedik bak moria'dan gidelim işte fıstık gibi mekan. bu işte rutubet romatizma sayıklarken çıkardı ağzından baklayı. balrog diye biriyle kavgalıymış, o da moria'daymış. elinden bir kaza çıkar diye korkuyormuş. biz yine yüzüne vurmadık. iyi dedik, bildiğin başka yol varsa söyle madem. bu da bizi caradhras adında karlı dağlara sürdü. lan oradan gidilir mi hiç arkadaş, akıl var mantık var. zaten normal bir zamanda orada legolas’dan başka yürüyebilen yok, üstüne saruman da karşıdan bir üfürüyor; dağı başımıza yıkacak pezevenk. bizimkinde tık yok ama. lan iki asanı oynat, karları havada tut, alev yap erit, hiç olmadı iki kar küre aq, yok. baktık olmuyor nereden gidelim diye kendi aramızda tartışıyoruz, gandalf salağını da millet takmıyor artık zaten. bu da bana trip atıyor sen söyle o zaman nereden gidelim diye. dedim moria'dan gidicez lan. millet de bana arka çıkınca bunun surat düştü.
moria'nın duvarlarına vardık. kapıda "deyiver, arkadaş ve gir" yazıyor. “bu nedir, bilen var mı” diye sordum ortaya. bu hemen üstüne alındı, bana da tripli ya; "ya işte mal mısın, dostsan sonuçta şifreyi biliyorsundur, söyleyip girersin" dedi. ben bir şey demedim. bu kalktı elf ve cüce lisanlarında artistikler yapıyor. şifreyi normal bir tonda söylese kapı yine açılacak ama bu mal mal bağırıyor, efekt veriyor kendince. hayır, morianın kapısı da gölün dibinde; gölü de rahatsız ediyor. herkes bana bakıyor bu mal n'apıyor diye. en son dayanamadım, dedim çekil aq. kapıdaki yazıyı bir daha okudum, bilmece gibi geldi bana. buna sordum, elfçe "dost" ne demek diye. bu gerizalı "mellooon" diyince, kapı şak diye açıldı. arkadaş bu adama bilge diyenleri görünce kendimi silesim geliyor.
sonra korktuğum oldu, bunun bağırışlarına gölden bi yaratık çıktı, beni kaptı. herkes canla başla yaratığa çalışıyor, bu tipine kerkindiğim de mal mal bakıyor. ben bir şekilde yaratıktan kurtuldum, hepimiz madene girdik ama yaratık ortalığı yıktığı için moria madenlerinde mahsur kaldık. gandalf burada asasından cılız bir ışık çıkardı ama büyü mü, asanın kendi özelliği mi emin değilim. neyse, en azından madendeyiz abi derken madeni goblinlerin bastığını, bir tane cüceyi sağ bırakmadıklarını farkettik. gimli bir yandan zırlıyor, gandalf bir yandan hala yolu en iyi o biliyor triplerinde yürüyoruz ama sinirimden ağlayacağım. bizim çocuklar da sakinleştirmeye çalışıyorlar. bi ara baktım baktım biri bizi takip ediyor. o ara da yanımda gandalf malı var. söyledim, dedim “bak peşimizde biri var”. o da sırf altta kalmamak için “biliyorum, gollum o, üç gündür bizi izliyor” dedi. ben ağzımızın tadı kaçmasın ali rıza bey modunda bir şey demedim yine. bi kere biz madende yeni mahsur kaldık, üç gündür bizi nasıl izlesin? sanırsın gollum da bizimle birlikte yaratıkla savaşırken mahsur kaldı. biz girdiğimizde gollum madendeydi besbelli. zaten moria’dan çıktıktan sonra aragorn da madenden beri bizi izlediğini söyledi. ki aragorn'a bu konuda babamdan bile çok güvenirim, tam bir yolgezer. neyse, konuyu değiştireyim diye gandalf’a "zamanında bilbo amcam bunu öldüreymiş iyiymiş" dedim. ona da alındı bu mal. bir artistlikler. yok ben mi karar veriyormuşum onun yaşamasına, ben kimmişim. ben buna bir bağırdım: "lan mal; sauron'u öldürmeye çıkmadık mı biz yola, neyin kafasını yaşıyon?" sonra aragorn, legolas falan araya girince tamam dedim yolumuza bakalım.
bi ara da peregrin bi tane cesede dokundu, bu ceset de zaten eğreti duruyormuş; kuyudan aşağı düştü, biraz ses oldu. gandalf malı bana bir şey diyemiyor tabi, bu defa peregrin'e sardı. nasıl bağırıyor sakalını sevdiğim. vay efendim bir dahaki sefere kendini de atsınmış, bunun sülalesi de böyleymiş zaten bütün took'lar aptalmış. lan sus diyoruz işte, daha fazla ses yapma. hayır çocuk sanki her gün madenlerde takılıyor aq. peregrin'in gözleri doldu, yaşlı maşlı dinlemeyip silecekti bunun belasını da diğer çocuklarla zor tuttuk. sonra o kadar sese goblinler bastı mekanı, gandalf ortalıkta yok tabi yine. mağara trol'u geldi bi tane. trol de nedense paso bana çalışıyor. büyü yapabildiğini bilsem gandalf'tan bileceğim ama nerede arkadaş. millet beni korumaya çalışıyor, gandalf'da tık yok. ölsem kardeşlik falan şeyinde değil ha, mutlu olacak pezevenk. kendi başına takılıyor orada. ben görmedim ama öldürdüyse de maksimum bi tane goblin öldürmüştür herhalde. o da yanlışlıkladır.
her yerden goblin sesleri gelmeye başlayınca biz odadan çıktık. o da ne, balrog'un sesleri geliyor. ilkten tırstık ama baktık ki balrog gandalf'ı istiyor*, bizimle işi yok belli ki. artık gandalf buna ne yaptı bilmiyorum, anlatmadı da. umrumda da değil gerçi. tabi gandalf'ın götü balrog'la kapışmaya da yemiyor, "çabuk bu taraftan" falan diye sanki hepimizin peşindeymiş gibi bir hava yaratmaya çalışıyor aklınca. zaten bi tane yol var aq. neyse o ara her yer yıkılıyor zaten, goblinler de bizi taciz ateşine tuttuğu için mecbur koşuyoruz. bir şekilde khazad-dûm köprüsüne kadar geldik. balrog'un sesi bi ara kesildi, bu da peşini bıraktı zannedip gaza geldi. döndü arkasını, balrog bundan korkup kaçmış gibi bir triplere girdi. biz dedik gitme bak her yer yıkılıyor düşeceksin şimdi, bir de seni taşımakla uğraşmayalım derken balrog bir çıktı bunun karşısına, bir kükredi buna, bizim gri gandalf oldu sana ak gandalf. tabi bizimki geri de dönemedi. ve orta dünya tarihinin gördüğü en kötü atarı yaptı. "buradan geçemezsin" dedi adam ya. aklıma geldikçe utanıyorum. balrog götüyle güldü tabi buna. sonra gandalf'taki artık nasıl bir şanssa, zaten yıkılmak üzere olan köprü balrog'un ağırlığına dayanamayıp çöktü. dağ gibi balrog çukura doğru düşerken bu da bize dönmüş artistlik yapıyor. "n'oldu işte aldım paçasını aşağıya" falan diyor. allahın malına balrog'un zaten o çukurdan geldiğini izah etmek bile zul geldi o an, sustum. lan tamam bırak şimdi gel buraya düşeceksin demeye kalmadı bunun ayağı bir kaydı abi, hop köprünün kırık ucunda tutunurken buldu kendini. legolas "bırakın düşsün ibne" dedi. aragon da gitmeyeyim önümü kesmeye çalıştı hatta. biz yok olmaz dedik, sam'le yardıma gidiyoruz. legolas da uzaktan bağırıyor: "büyücü değil misin, uçsana." bu gerizekalı hala laf yetiştireceğim derdinde "siz uçun aptallar" (bkz: fly you fools) derken elleri bi kaydı, balrog'un peşinden bu da düştü mal. sonra biz bunu öldü sanıp madenden çıktık. meğer ölmemiş ama sonuç olarak ben bunu yüzüğü hüküm dağına atana kadar bilmiyorum tabi. allahtan da bir daha görmedim, yine bir bokluk yapardı, ben de yüzükle birlikte bunu da atardım aşağı muhakkak.
beni olayları abartmakla, taraflı olmakla suçlayabilirsiniz. bir şey diyemem. ancak yüzük kardeşliğinden diğer kardeşlerime de sorarsanız benim yerden göğe haklı olduğumu söyleyeceklerdir. kaldı ki ilk başlarda benim de bu adama karşı net bir tavrım yoktu. bilbo amcam zamanında bunun aklına uyup bi yolculuğa çıktıklarını, burunlarının boktan kurtulmadığını falan anlatırdı ama sonuçta bana bir kötülüğü olmadı diye başlarda önyargılı yaklaşmamaya çalıştım. ama ne çektiğimi bir ben bilirim, bir de yüzük kardeşliğindeki kardeşlerim bilir.