Bir Başkadır Dizisi Karakterlerinin Psikolojik Analizleri
meryem
dizinin başındaki terapi sahnesinde zaten fark ediyoruz ki meryem'in bayılmaları hep evlilikle, dolaylı yoldan cinsellikle ilgili durumlarda oluyor. nişana düğüne giderken, dizide izlediği bir sahnede, yüzüğü görünce vs. meryem'in dizi boyunca bir karakteri yok gibi sanki, cinselliği de kişiliği de bastırılmış. onu hep evin temizlikçisi, doktorun hastası, çocukların halası, abinin kardeşi, hocanın öğrencisi olarak görüyoruz ama bu kadın ne istiyor, ne düşünüyor, ne hissediyor; o yok. terapi sahnelerinde bile yengesi ne yapmış, abisi ne demiş, çocuğu okuldan alacakmış; bunlardan bahsediyor, kendine dair kendi duygularına dair bir şey gelince de susup kalıyor. arabayla köye gitme sahnesinde bile kendi yaşadığı korkuyu bir kenara bırakıp kalkıp oynuyor falan. yani genelde hep birilerini ve bir şeyleri bir arada tutan, öznelliği olmayan biri gibi. zaten ona insan gibi davranan da yok. sinan bey yüzüne bakmıyor; peri gerçekten dinlemiyor, kendi meseleleriyle meşgul; yenge zaten arafta; abisi iki laf ettirmiyor, tıkıyor sözü ağzına; hoca herkese anlattığı hikayeyi anlatıyor ona da vs. ilk defa onu insan yerine koyup uzun uzun konuşan, onu düşünen kişi hilmi oluyor. başlarda meryem dizilerdeki dünyaya hayran biri olarak sinana bir hayranlık besliyordu aslında ama sonradan o hilmideki o telaşı gerçekliği ilgiyi gördükçe ona ısındı. ilk bölümde hocanın gösterdiği sahte çiçekle gerçek çiçek hikayesi tam yerini buldu yani meryem için.
peri
peri karakteri baştan beri egosuyla bir savaş halindeydi. meryem gibi cahil, ürkek bir kızcağızın karşısında dimdik duran kariyerli güçlü bir kadındı. bu güçlü imajını korumak için baya bir direndiyse de meryem onda aşamadığı anlamlandıramadığı bir şeyler uyandırmış oldu ve bunun farkına vardıkça da onun karşısında güçsüzleşti. ilk seanstan sonra hem meryem'in aktarımı, hem peri'nin aktarımı başladı aslında, bunu kahve üzerinden görüyoruz. meryem çok iyi türk kahvesi yaparım diye anlattıktan sonra çıkışta peri bir kafeye gidip türk kahvesi istiyor. meryem ise sinan bey'e kahve yaparken terapisti düşünüyor. peri'nin annesinin evindeki eski kadın, hazal; kimdi ve ilişkileri nasıldı bilmiyoruz. ama annesinin şu anki kadına olan tutumu, eşine olan tutumu gibi şeylerden ve perinin süpervizyonda "annem için kapalılar öcü gibiydi" falan demesinden hazal her kimse, ona da yaklaşımının pek sevimli olmadığını çıkarabiliriz. peri ise bu memnuniyetsiz annenin onayını alabilmek için kariyer yapmış, donuk suratından sıkı sıkıya toplanmış saçlarına kadar onu örnek almış bir kadın ve yine ondan devraldığı yargılarla yaşıyor. yaşadığı dil sürçmesinin sebebini fark ettiği sahnede de bunu fark ediyor aslında. melisa'yla tanıştığında da onun gördüğü ilgiden rahatsız olması, yaptığı işi türk dizisi izlemeyi aşağılayarak değersizleştirme çabası da kendi kırılgan egosundan kaynaklanıyor. bunu yapmalı ki onun gördüğü bu ilgi ve sevgiyle baş edebilsin, içini boşaltsın onun.
yasin
benim dizide en beğendiğim karakterlerden biri oldu. bu adamın her nedense yaralı kadınlarla bir derdi var, onu anlıyorum. ruhiyeyi iyileştirme çabaları olsun, hocanın kızını yaralanmış görünce ilgisini çekmesi olsun, bir şeyler var orada yani. zaten hocanın kızının ilgisini çektiği diğer sahne de kızın annesinin cenazesiydi. bu adamın bir diğer derdi de konuşmak. karısı bir şeye cevap vermeyince sinirleniyor, kardeşi dediği lafın devamını getirmeyince sinirleniyor, çocukları zaten hiç konuşmuyor. evdeki bu gergin sessizlikten belki kendisi herkes adına da konuşuyor, hem de bağıra bağıra konuşuyor. ya da tam tersi, bu yüzden ev sessiz.
ruhiye
dizi boyunca kendine zarar veren, boş bakan ve pek konuşmayan bir ruhiye izledik. sonradan öğrendik ki çocukken köyde istismara uğramış, sonra bir şekilde yasin'le evlenmiş, iki sene önce yasin ona istismarcısının öldüğünü söylediğinden beri de bu hale gelmiş. adamın ölümü onu niye bu hale getirsin diye düşünüyoruz ama bu kadının derdi yüzleşememek aslında. adam öldüğünden beri onu aklından çıkaramıyorum demesinin sebebi o: bir şeylerin hesabını sorma ya da öfkesini sahibine haykırma umudunun gitmiş olması. zaten ilk bölümlerde de köye gitmek istediğini söylüyor mezarına tükürmek için. bir şekilde atmak istiyor bunu ve sonunda kalkıp gidip yüzleşiyor da. bir nevi kendi iç yolculuğuna çıkıyor. bu karakter de çok hoşuma gitti. annenin üstünden o ölü toprağı kalktığında çocuğun da konuşmaya başlaması da annenin arzusuna güzel değinilen bir nokta oldu. eve dönünce kocasıyla konuşmaya çalışırken kocası her zamanki gibi lafı ağzına tıktı ama bu artık ruhiye için önemli değildi, güldü geçti çünkü artık onun öfkesi de içinde kalanlar da muhatabını bulmuştu zaten.
sinan
sinan tam obsesif bir karakterdi. zaten adamın sahnelerinin çoğu tuvalette geçiyor, ki obsesyon anal dönem fiksasyonuyla çok bağdaşık bir şey. obsesyon nevrozunda görülen karşısındakinin arzusundan kaçma, karşısındakini nesneleştirme adamın her hareketinde var. gülbin'e ve melisa'ya yaptığı da o aslında. onlar ne istiyor, ne hissediyor; bir önemi yok, yeter ki nesne olarak kalsınlar. hatta meryem'i de nesneleştiriyor, baş örtüsünü koklayıp mastürbasyon yaparken. annesinin onu değersiz gördüğü gibi, o da arkasından mal diye konuşan veya yüzüne karşı seni ciddiye almıyorum diyen kadınları gidip buluyor. obsesyonun bir diğer alameti farikası babayla rekabeti de görüyoruz annesiyle olan sahnede. annesinin, babayı ve komşunun oğlunu anlatışından sinirlenmesi olarak çıkıyor bu durum. hatta kıyma muhabbetinde ben sevmem kıymayı babam severdi diyor, annesi de komşunun oğlunun da sevdiğini söylüyor. bu bilgi bile bu öfkeli rekabetin ne kadar basit yerlerden çıktığını gösteriyor bize. meryem'in yaptığı kıymaların sinan'ın dolabında neden yenmeden çürüdüğünü de.
gülbin
gülbin'le peri'nin sahnelerindeki hoşuma giden şey ise, bir terapistin kendi hastasında yüzleştiği öfkesi ve direncini kendi süpervizyonunda anlatırken aslında o süpervizörün de orada kendi öfkesiyle meşgul olduğunu göstermeleriydi. peri'nin kapalı kadınlar hakkındaki öfkesini dinlerken onun da öfkelenmesi aslında kendi dindar ablasına duyduğu hem sevgi hem rekabet hem de öfkeye dokunduğu içindi. gülbin'in, ablasıyla kavgası sahnesinde nasıl görmezsin bize dayatılan şeyleri gibi bir lafı oluyor. bu biraz süpervizyondaki peri hakkında sinanla konuşurken "asıl dar kafalı olan kendisi ama farkında değil şöyle şöyle diye bağırmak istiyorum ona" gibi sözlerine benziyor. dizideki konumu da tam üstüne 'süpervizör' yani üst bakış gibi bir şey. her şeyin farkında olan, sinan'ın hangi bakışının hangi hareketinin ne olduğunu pat diye analiz eden, ablasının perinin kimselerin göremediğini görüp duyamadığını duyan bir pozisyona konumlandırmış kendisini. o yüzden spor salonunda sinan'ın onun söylediklerini o habersizken duyması güzel bir ayrıntı olmuş bence.
gülhan
gülbin'in ablası gülhan ise herkese ve her şeye karşı aşırı agresif bir karakter. eşine, kardeşine, annesi babasına herkese karşı dürtüsel bir insan ve hatta eyleme de çok kolay döküyor şiddeti. gülbin'e karşı hissettiği bir haset var ve bu diline de vuruyor "sen okudun tabii. biz cahiliz. bizi dinleme. sen o havuzlarda spor salonlarında kim bilir neler yapıyorsun" gibi. bunları aslında merakından söylüyor. o da merak ediyor, oralarda nasıl bir yaşantı var, kardeşi onun sahip olamadığı ne olduğunu bile bilmediği bir şeylere sahip. ve bu da öfke olarak çıkıyor gülbin'e karşı, hatta suçlama olarak. sonra dine bağlılığıyla kendini iyi hissetmeye çalışıyor kavga ederken, dua falan okuyor işte. "o bunlara sahip ama olsun benim de imanım var onda yok bu daha önemli" gibi bir savunma aslında yaptığı.
hayrunnisa
bu karakterin durumu aslında daha açıktı gibi dizide. ait hissetmediği şeylerin içinde sırf annesi babasını üzmemek adına aitmiş gibi yapan biriydi. annesi ve babasıyla olan ilişkisini sevgi saygı bağı olan güzel bir ilişki olarak görüyoruz. zaten bu kızın biz ekran başında her an çok abuk bir şey yapacak diye beklerken yapmamasının sebebi de buydu. annesine babasına kızacağı tepki göstermek isteyeceği intikam almak isteyeceği bir durum yoktu, bir öfke yoktu bu ailede. dolayısıyla o da bir yere kadar bu sevgiye bağlılığından belki hayatını ona göre yaşadı. bir yandan da suçluluk dolu bir karakterdi. anne babasının duysa yıkılacağı şeyler yapıyor gibi görünüyor ve bunun suçluluğunu yaşıyor. yalan söylüyor, yakalanma korkusu yaşıyor. annesi öldüğünde de benim yüzümden diye ağlaması aslında ben size gitme deseydim falan diye değil de, senelerdir içinde taşıdığı suçluluğun bir dışa vurumu aslında. zaten bunu dışa vurduktan sonra da yalan söylemekten biraz biraz uzaklaşmaya başlıyor, babasının karşısına ben başımı açtım diye çıkabiliyor çekine çekine de olsa.
hoca
hocayı da eşine çok bağlı bir adam olarak izliyoruz. eşinin arzusunu ön planda tutan biri gibi. o rahatsız olmasın diye gidip uyumak için eşinin uykuya dalmasını bekliyor, gözleri ona benzeyen bir çocuk evlat ediniyor vs. dolayısıyla eşinin ölümünden bu kadar etkileniyor. eşinin karavanın içinde ölmüş olmasından sonra onun yokluğunda yatakta değil de karavanda uyumuş olması biraz 'o daldıktan sonra yanına gitmek' alışkanlığını devam ettirdiği bir şey gibi geldi. hatta sonrasında zaten tamamen o karavanla yatıp kalkacak şekilde bir hayat sürmeyi tercih ediyor.
uzunca bir yazı oldu. bu diziye 'bayıldım' diyebilirim :) ortaya koyan herkesin emeğine sağlık.