Benzer Duyguları Ele Alan Aylak Adam ve Yabancı Romanlarının Karşılaştırması
aylak adam, gerçekten de türk edebiyatının en yetkin eserlerinden biridir.
kitabın eleştirisini bir karşılaştırma üzerinden yapacağım.
yusuf atılgan 1959 yılında aylak adamını yarattığında, albert camus'nün yabancı'sı (l'etranger) doğalı 17 yıl olmuştu. yusuf atılgan'nın fransızca bildiğinden emin değilim ama bir şekilde yabancı'yı okumuş olabileceğini düşünüyorum. aksi halde, aynı dönemde birbirinden bağımsız olarak, bu kadar benzer karakterlerin ortaya çıkması çok şaşırtıcı bir tesadüftür (17. yüzyılda diferansiyel gibi olağanüstü derecede dahilik isteyen bir hesabı aynı dönemde geliştiren isaac newton ve gottfried wilhelm leibniz gibi sanki). bununla birlikte, türk okurlar tarafından birbirine çok benzetilen bu iki karakter (bay c ve mersault) temelinde birbirinden bazı farklılıklar da taşır.
yabancı, tamamen ümitsiz bir karakterdir örneğin. ümitlerini aldırmış gibidir ya da doğuştan ümitsiz doğmuştur. herhangi bir uzvu eksik olan insanlar gibi, yabancının da ümidi yoktur. bu yüzden de onun özgürlüğünü kısıtlayan hiçbir şey yoktur. tıpkı nikos kazancakis'in mezar taşında yazdığı gibi, o, hiçbir şeyden korkmuyor, hiçbir şey ummuyordur ve bu yüzden de özgürdür. bu tanımlamanın diğer bir benzerini çok daha öncesine giderek, dostoyevski'nin ecinniler adlı eserinde aleksey niliç kirilov'a yaptırdığını görürüz. "ölmekle yaşamak arasında bir fark kalmadığında özgürlüğüne kavuşur insan" der kirilov. işte bu bağlamda yabancı, aslında çok daha eski bir düşüncenin kendine özgü ve görece derin işlenilip ete kemiğe büründürülmüş versiyonudur. dediğim gibi, ümitsizdir ve özgürdür bu karakter, çünkü yaşam onun için absürt bir oyundur.
aylak adam ise umutsuz değildir. neticede varoluşçu olsa da, onun ümitleri vardır. c., "bir gün bulacağım onu" der ve b.'yi arar durur romanda. hayata tutunmak için bir araç arar örneğin ve bu en güzel,
- hep arayacaksın sen. ya resim, ya kitap...
- tutamak sorunu. insanın bir tutamağı olmalı.
- anlamadım.
- tutamak sorunu dedim. dünyada hepimiz korkuluksuz bir köprüde yürür gibiyiz. tutunacak bir şey olmadı mı insanlar yuvarlanır.
diyaloğunda verilmiştir okura. aylak adam, aylak da olsa bir arayışın içindedir. oysa yabancı'nın bir tutamak sorunu, arayışı yoktur.
aylak adam üzerine söylenmesi gereken bir diğer önemli husus ise türk edebiyatına yaptığı katkıdır
üslup konusunda sadece türk edebiyatının çehresini değiştiren sait faik abasıyanık iken, düşünsel derinlik ve psikolojik çözümlemeler açısından ise bu yeniliği yapan sabahattin ali ile birlikte yusuf atılgan'dır. aylak adam, her şeyden önce entelektüel bir üründür. çağının rutinini, derdini, çağının şartlarında okura gösterir. uyumsuzdur bir nevi, boyalı kadınları ve "eli paketliler"i sevmez.
yusuf atılgan'ın türk edebiyatına verdikleri konusunda söylenmesi gereken en önemli şeylerden birisi de -bana göre- tutunamayanların ortaya çıkmasını sağlaması olmuştur. aylak adam, romanın sonunda tutamaktan ve onun arayışından bahsetmiştir. işte bundan yaklaşık 10 yıl sonra, oğuz atay o tutamağı bulamayanları, yani tutunamayanları incelemiştir. zaten aylak adamın sonunda o tutamaktan bahsedilirken, "ya bulunamazsa ne olur?" sorusu gelir okurun aklına. işte bundan sonrasında tutunamayanlar gibi bir baş yapıt, yine başka bir dahi yazar tarafından yaratılır. bu açıdan bakıldığında da bir mihenk taşıdır aylak adam. öncüldür, başyapıttır.
"sustu. konuşmak gereksizdi. bundan sonra kimseye ondan söz etmeyecekti. biliyordu; anlamazlardı."
saygıyla, sevgiyle selamlıyorum aylak adam'ı.