Yazar Arthur Miller'ın, Yaşar Kemal'e 1997'de Yazdığı Mektubun Hikayesi

arthur miller yıllar önce türkiye'ye geldi. orhan pamuk ve yaşar kemal onu gezdirip dolaştırdılar. dönerken gazeteciler “türk insanını nasıl buldunuz?” diye sorunca, “dünyanın her yerinde insanlar bir yarışa kazanmak için girer, siz başkasının kazanmasını engellemek için giriyorsunuz” diyerek ilgi çekici bir tespitte bulundu.
arthur miller ve yaşar kemal arasında güzel bir dostluk vardı. arthur miller ziyarete geldiğinde, yaşar kemal onu bütün gücüyle kucakladı. sımsıkı sarıldı, uzun zamandır görmediği bir dostunu bulmuş gibiydi. “arthur, sen de benim kadar yalnızsın” dedi. içinde bir ağırlık vardı, belki yaşadığı toprakların ağırlığı, belki de dünyanın gidişatına duyduğu öfke. ama yalnızlık, bir yazarın en tanıdık kaderidir zaten.
yaşar kemal, arthur miller'ın amerika'da ne kadar yalnız olabileceğini düşündü. onun da sistemle mücadelesini, onu susturmaya çalışanları, yazdıklarını yok sayanları… ama burada, türkiye'de, yaşar kemal yalnız değildi aslında. halk tanıyordu onu. bakkalından kahvecisine, köylüsünden büyükşehir insanına herkes bilirdi adını. çankaya köşkü'nde ödül alırken bile, devletin karşısına dimdik çıkıp eleştirisini yapabiliyordu. onun sesi susturulamazdı.
arthur miller ise daha yalnızdı belki de. amerika'da, sistemin çarkları arasında kaybolan bir ses. mccarthy dönemi paranoyasında hedef gösterilmiş, oyunları yasaklanmış, vatandaşlığı bile sorgulanmıştı. o, amerika'nın emperyalist politikalarına karşı duruyordu ama ülkesinde gerçek bir yankı bulmak zordu. ödüller aldı, evet, ama bir devlet töreninde eleştirilerini haykırarak değil, sessizce sahneden inerek.
yaşar kemal'e 1996 yılında “düşünce özgürlüğü ve türkiye” adlı kitapta yer alan “türkiye üzerindeki kara gökyüzü” ve “zulmün artsın” başlıklı yazılarda “halkı kin ve düşmanlığa tahrik etmek” ve “bölücülük propagandası yapmak” suçlarını işlediği öne sürülerek istanbul dgm tarafından dava açıldı. yargılandığı davadan 1 yıl 8 ay hapis cezası verildi, 5 yıl ertelendi. bu ertelemeyi kabul etmeyen yaşar kemal, “ben onları mahkûm ediyorum” dedi.
bu olay üzerine arthur miller, yaşar kemal'e bir mektup yazdı. mektupta şunları dile getirdi:
“elimizi bir tuşa dokundurarak düşüncelerimizi dünyanın her yerine gönderebileceğimiz bu çağda, dudaklarından düşüncenin geçmesine izin verdiğin için hapis cezasına çarptırılmak. bu baskı ne biçim bir şeytani çekirdeği olan bir güçtür ki, tam bir ülkede yok edilmiş gibi görülürken, bir diğerinde rüzgârla taşınmış gibi yeşerir! bu denli ciddi olmasaydı iyi bir komedi olurdu. yaşar, sevgili dost, dünyanın her yerinde seni, hayatı tasdik eden insanlığınla dolu kitaplarından tanıyan insanlar var. bu insanlar senin ruhunu paylaşıyorlar şimdi.”
yaşar kemal'in 1 yıl 8 aylık hapis cezası yargıtay'ca onaylandı. aynı suçu 8 yıl içinde tekrar işlememek koşuluyla, serbest kaldı.
aslında, edebiyat dediğimiz şey, yalnızların ve suskunların diliydi. yazdıklarında buluyorlardı birbirlerini. bir türk köyünde geçecek bir cümle, new york'un gri sokaklarına da uyuyordu. bir anadolu efsanesiyle bir broadway oyunu arasında, yalnızlığın ortak dili vardı.
yaşar kemal ve arthur miller, dünya haritasında iki farklı noktada duruyordu belki, ama ruhları aynı yerdeydi. birbirlerine baktıklarında, gözleriyle anlaşıyorlardı. yalnızlığın kardeşliğinde.