Yıllarca Genelev Muamelesi Yapılan Büyülü ve Nostaljik Ortam: Atari Salonları
Atari salonlarının Türkiye'deki kısa tarihi
80'lerde ilk çıktığında "kara kutu oyunları" tabir edilen çöp adam yürütmece tipi oyunlar bulunan bu salonlarda jetonlar süreliydi ve ölmeseniz bile bir süre sonra yeni jeton atmak zorundaydınız. sonra yavaş yavaş konsol oyun piyasası gelişmeye başladı, "street fighter 2" çıktığı sene bu salonlar artık çocukların deli gibi hücum ettiği ve annelerin sinir olduğu yerler haline gelmeye başladı, süreli jetonlar kalktı. final fight, cadillacs and dinosaurs gibi beat 'em up tipi oyunlar çıktı, atari salonlarının altın çağı bu zamandır, artık her yazlık beldede salonunu kuran köşeyi dönüyordu. 97'lere gelindiğinde ilk 3d atari oyunları (en bilineni tekken) çıkmaya başladı ki bu devirden sonra pc'de fifa, ardından playstation ve son olarak ele başı counter-strike olan internet cafe furyası, insanların talebini yönlendirerek atari salonlarının müşterilerini azaltmaya başladı. 2000'li yıllarda internet cafe'ler aşırı popülerlik kazandı ve bu da zamanın atari salonları ve atılımcılarına bir çeşit "son" hazırlamış oldu, çoğu da arz talep doğrultusunda rotayı net cafeciliğine veya hepten eli ayağı çekip gazinoculuğa çevirdi. bu salonlar artık 7-8 yaşlarındaki mayolu eblek veletlerin yanıp sönen insert coin yazısına baka baka salak sesler eşliğinde kolları çevirdiği zavallı, unutulmuş yerler haline gelmişti.
öyle bir bağımlılıktı ki, bir jenerasyon jeton peşinde gollum oldu
avuçlarının arasında tuttuğu jetonu kıymetlimisss diye akşama kadar sevdi. annesini babasını düşünmedi, blanka'yı nasıl geçmesini düşündüğü kadar. tek yumrukluk canıyla çekirge gibi zıpladı sağa sola, yaz vakti terden buharlaşacakmış gibi olurken bile düğmelerden elini çekmedi.
öyle bir bağımlılıktı ki, 15 sene önce şimdi gibi bir atari salonunda terli ellerimle aduket çekmeye çalıştığıma nikim gibi eminim. karşıma güçlü birisi girmesin, ağzımı burnumu dağıtmasın diye capcom tanrısına dualar ediyordum büyük ihtimal. dedem cebime harçlığımı koymuştur kesin, ayağımda terlik üzerimde atlet. marsık gibi kararmışımdır her gün denize gitmekten. haggard ile döve döve ilerliyorumdur, her bölüm sonu adamından ölesiye korkuyorumdur yine. öyle bir korku ki, ne patron ne de tanrı; elinde taramalı adamlardan, dinozoru kırbaçlayan manyak korkusundan bahsediyorum. sarı şapkalı mustapha'dan bahsediyorum, cadillac'tan. tamamen eski günlerden, 90'ların ilk yıllarından.
öyle bir bağımlılıktı ki, bulduğum parayı jeton hesabına çeviriyordum. junky'lerden halliceydim, ilk adamda ölürsem elemden gözlerim büyüyordu. sevdiğimi kaybetmiş gibi acılar çekiyordum jetonu olan çocukların gölgesinde. hırsı, nefreti, tutkuyu ve kör eden bağımlılığı her gün uyguluyordum zayıf bedenime.
öyle bir bağımlılıktı ki, kaymakam olan eniştemin ilçesine gittiğimde onun yeğeni olduğumu söylemiştim, kuzenim ve ben bir poşet jetonla captain commando'yu bitirmiştik. en sonunda gezegenlerin üzerinde dev bir robot mu ne vardı hatta. gözler kan çanağı dönmüştük eve, ilk vurgunumuzu yapmıştık çocukluğun çok sıcak yaz tatillerinde.
öyle bir bağımlılık ki, bir yerden street fighter indirip oynamamak için kendimi zor tutuyorum. yaz tatilleri artık yok; hep ofisteyim.
O yıllardan bir kesit
sahibinin elindeki demir ile jetonu olmayanları kovaladığı, sokak arasında, kavganın gürültünün hırla gittiği ve orada geçirilecek 1 saatte bile yıllarca yetecek hayat tecrübesi kazandıran yerlerdir.
kuzen ile bunlardan birine gitmişiz. final fight hastasıyım ben. o da street fighter falan oynuyo habire. neyse ayrı ayrı oynamaktan bıktık artık. başka oyun deneyelim dedik. ninja kaplumbağalar'ın oyunu vardı. onun başına geçtik. hiç unutmuyorum, 4 kişilik bir oyundu. istediğin kaplumbağayı alıyorsun milleti döve döve gidiyorsun. tarzı o. neyse. kuzen attı jetonu. bastı join tuşuna. 3 can trink verildi. devam ediyo. ben attım ardından. bastım joine. ses seda yok. bir iki daha bastım. yine aynı. "aha" dedim "yuttu jetonu". o sırada kuzen de panikle kendi join tuşuna bastı. tüm canlar trink diye ona yazılmasın mı? 6 canı oldu birden. "ah ya neden böyle oldu" falan derken nerde var nerede yok kısa boylu -ki kendisine anı mahiyetindeki öykümüzün bundan sonrasında piç diye hitap edeceğim- çocuğun biri gelip "dur abi ben şimdi halledicem" dedi. zorla uzandı makinenin arkasına. bir düğmeye bastı galiba. açtı kapattı makineyi. bizim iki jetonu da piç etti şerefsiz. "naptın lan piç" falan dedik, "jetonumuzu ver" dedik. hatta kuzen biraz hırpalamaya başladı bunu. tam yakasına yapışmıştı ki birden bire tıpkı final fight'ta ortamla alakasız görünüp sağda solda oturan, ateş yakan veya muhabbet ediyormuş gibi davranan ama seni görünce anında üzerine yürüyüp ağzına yumruğunu çakan tipler gibi her makineden, her bilardo masasından bir "abi" kopup geldi. kuzenin eli çocuğun yakasında. kopup gelenleri görünce ister istemez bir gülümseme oldu suratta." neyse boşver jetonları" falan dedi ama nafile... çok büyük dayak geliyo belli oldu. toplandılar kuzenin başına. olayı anlatıyor o da falan. ama ben uzaktan görüyorum alttan ayağına tekme atıyorlar. o sırada bizim piç pıtı pıtı yürüyüp kuzenin yakasına yapıştı, zorla kendini yukarıya çekti, kafasını geriye attı, tam kuzene kafayı oturtacaktı ki uyanık davranan kuzen silkeledi bunu üzerinden aynen olayın izahına devam etti. benim de gözüm piçte habire. indi kuzenden. pıtı pıtı yürüdü. zıpladı, boynumdan falan zorla tutundu, dizimin üzerine ayağı ile basarak kafayı bir gömdü ki bana abow. kafayı yediğime mi yanayım, the king of fighters'taki freddy krueger'dan esinlenerek yaratılmış choi bounge benzeri bir piçe dalaştığımıza mı yanayım yoksa tüm bu kafa atma merasimini büyük bir şaşkınlık ile izlememe mi yanayım. gözlerimi koca koca açmış piçin ne yapmaya çalıştığını anlamaya çalışken yediğim kafa kavganın da sonu oldu. elinde demiri ile "süttürün çıkın lan dışarı" diye bağıran bir atari sahibi salonu da yine final fight'taki andore havası yarattığı için tüm bu delikanlı kesim komple dışarı çıktı. piç giderken kuzene bir iki tekme savurdu ama nafile. neyse bunlar çıktılar. benim burnum kanıyor tabi. bir de ağzı yüzü temiz çocuklarız biz onlara göre. atari sahibi salonu da çekti bizi kenara. benim burnumu falan sildi. jeton verdi bize. "bekleyin burda gitsinler sonra çıkarsınız" dedi. biz de gittik ninja kaplumbağalar'ın başına. o sırada başka bir ufaklık geldi "olm sakın dışarı çıkmayın sikertecekler sizi" dedi. yüreğimize korkuyu saldı şerefsiz. oyun oynayalım açılırız dedik. kuzen attı jetonu. 3 can trink. ben attım kuzenin canları 6 oldu...
Bir salon sahibinin gözünden
kimisi için ekmek teknesidir bu salonlar... yaklaşık 13 sene işletmişliğimiz vardı atari salonunu. kasada jeton satar, bozulan tuşları lehimler, jetonları atarilerden geri toplardım. bu işleri yaparken de 13-14 yaşında olduğum için mahallenin tüm çocuklarının gözünde "amerikan rüyasını" yaşıyordum. onlar için bir insanın sahip olabileceği en müthiş ayrıcalığa sahiptim. "sınırsız jeton". herkes bana yalakalık yapardı. herkes arkadaşım olmaya çalışırdı, rock star gibiydim çevrede amk (hehe)...
bayağı da büyük bir mekandı. atari tarihindeki bütün oyunlar gelip geçmişti bizim salondan. tekken tag tournament mı dersin, snow bros mu dersin, king of fighters 'lar mı dersin. hepsini de bitirdim lan. atari tarihinde tüm oyunları bitirmiş tek insan olabilirim.
neyse, internet kafelerin yaygınlaşmasıyla birlikte bizim işler de öldü yavaş yavaş. önce 10 tane falan ps2 koyduk. baktık olmayacak kapattık salonu. dükkanı da işlerimizi öldüren internet kafelerden birine kiraladık (ironiye gel). atarilerin kasalarını kırıp ihtiyacı olanlara yakacak olarak verdiydik. oyunlar ise hala duruyo. satmaya pek uğraşamadım.
ben de geleneği mikro çapta devam ettirip iflah olmaz bir gamer oldum...
Final yorumu
yıllarca bu ülkede anne-baba ve öğretmenler tarafından genelev muamelesi görmüş mekanlardır bu salonlar. çocuğun atari salonunda yakalanması, fuhuş yaparken yakalanmış gibi tepkilere yol açtı. çocuklar bu yüzden kim bilir ne cezalar aldı, ne dayaklar yedi. "oyun oynamak", "bilardo salonuna gitmek" ve"sigara içmek" ile eşit şiddette suçlar olarak kabul edildi. şimdi her çocuğun kendi odasında, anne-babaları tarafından para vererek alınmış, kişisel "atari salonları" olduğunu düşünürsek, yazık değil miydi o yılların çocuklarına?