SİNEMA 4 Ekim 2019
30,7b OKUNMA     766 PAYLAŞIM

Varoluş Sancısı ve Baba-Oğul İlişkisini Aynı Potada Eriten Bilim Kurgu Filmi: Ad Astra

Başrolünü Brad Pitt'in üstlendiği Ad Astra (Yıldızlara Doğru), Gravity ve Interstellar'ın izinden giderek nitelikli bir bilim kurgu olmayı başarıyor. İnceleme tadındaki yorumları aktaralım.

yönetmenlik koltuğunu james gray’in, baş rolünü ise brad pitt’in üstlendiği ad astra, uçsuz bucaksız kozmik bir ölçekte geçen psikolojik-drama karışımı bir film. biz insanların ne kadar küçük, aciz ve önemsiz olduğunu epey başarılı bir biçimde seyircisine aktarıyor.

Uyarı: Buradan sonrası spoiler içerir.

konusuna kısaca değinmek gerekirse; başarılı astronot roy mcbride (brad pitt), dünyamıza isabet eden şimşek misali elektro-manyetik enerji dalgalanmalarının kaynağını bulmak ve sonlandırmak amacı ile uzay istasyonu spacecom tarafından seçilen kişi olur. fakat bu seçilim kendi mesleki başarısından kaynaklı değil, 30 yıl önce hayatını kaybettiğini düşündüğü babası eski astronot clifford mcbride (tommy lee jones) sebebi ile gerçekleşir. lime projesi kapsamında; evrende insan ırkından daha zeki varlıkların araştırmasını üstlenen clifford mcbride, görev süreci esnasında psikolojik açıdan deforme olmuş ve bu sebepten dolayı projeyi ve takım arkadaşlarının hayatını tehlikeye sokmuştur. daha önceden bahsettiğim elektro-manyetik enerji dalgalanmaların dünyaya kasten neptün gezegeninden astronot clifford mcbride tarafından yollandığını düşünen spacecom, bu süreci olabildiğince zararsız ve minimum zayiat ile halledebilmek adına bizzat öz evlat olan roy mcbride ile iletişime geçer.

Tommy Lee Jones

filmin sahip olduğu ses efektleri ve insanı sinema ekranı karşısında küçücük hatta aciz hissettiren mekan tasarımları konusunda oldukça başarılı olduğunu düşünüyorum. roy mcbride karakteri hem psikolojik hem de fiziksel açıdan baskı ve stress dolu ortamlarda kendini ve zihnini kontrol alma konusunda resmen usta haline gelmiş. kendi adıma konuşmam gerekirse; öyle bir insan olamadığım için, sinema salonunda yer yer boğulduğumu, nabzımın hızlandığını ve daraldığımı hissettim.

misyon edindiği hususlar doğrultusunda tam bir işkolik tabirine uygun biçimde yaşamını sürdüren roy mcbride’ın, bizlere hissettirdikleri konusunda bu kadar başarılı olmasının en büyük sebebinin brad pitt ve şarap misali varlığını devam ettiren oyunculuk yeteneğinin olduğunu düşünüyorum.

film genel hatları ile bakıldığında; kendini keşfetme sürecinde yaşamını idame ettiren bir astronotun, tam 30 yıl sonra babasının hayatta olduğunu ve yaşadığı gezegene zarar vermeye çalıştığını öğrenmesinin ardından bu sancılı sürecin psikolojik perspektifte nasıl üstesinden gelmeye çalıştığını anlatıyor. bu sancılı sürecin beyaz perdeye aktarılması, başarılı oyuncu tommy lee jones’un oyunculuğu sayesinde inanılmaz bir şekilde gerçekleşiyor. lakin, uzay-psikoloji-drama üçgenini sinemada daha önceden çok başarılı şekilde işlemiş örnekler olunca, bu filmi ister istemez onlarla kıyaslamak istiyorsunuz (bkz: ınterstellar) (bkz: the martian).

bazı kısımların çok detaylıca, bazı kısımların ise resmen atlanarak anlatıldığını düşündüğüm filmde, yer yer kafanızda soru işaretleri oluşuyor. film genel olarak iyi bir nabızda ilerlese de, sonlandırma konusunda pek başarılı yönde hareket edemiyor ne yazık ki. ay’da yapılan kolonileşme sonucu orasının ticari olarak işletilen bir avm’ye dönüştürülme fikri oldukça hoşuma gitti şahsen. insanlığın keşfettiği yerlere de götürdüğü tüketim hastalığı böyle bir şeyin oluşmasının altında yatan en büyük sebep.

baştan söyleyeyim, filmi beğenenlerdenim

hatta daha net olayım, övecek kadar beğendim ama tanımadığım insanlara önerecek kadar değil. 

filmin uzayla akalası yok. amaç uzayda geçen bir bilim kurgu izlemekse ad astra bunu veremez. uzayda olmasının temel sebebinin yalnızlığın altını çizgilerle çizip, kalınlaştırmak olduğunu düşünüyorum. karakterle özdeşleşmek zaten çok güç ama atmosfer bu konuda bize yardımcı olsun diye uğraşılmış. bir umut uzay da görelim diyenler için de tarifeli şekilde aya gitmeler, oradan aktarmayla mars'a geçmeler, neptün açıklarında free takılmalar, ayda korsanlarla araç kovalamalar eklenmiş ki açıkçası bana yetti.

dış ses kullanılan filmlerin beceriksiz senaryo ve yönetmenlikten kaynaklandığına dair genel bir kanı vardır. bu filmde hiç susmayan bir dış ses var. başta rahatsız etse de yalnız ve kendini bir yere ait hissedemeyen insanların sessizliğinin altında yatan şeyin sürekli kendileriyle konuşmaları olduğunu bilince dış ses artık rahatsız etmez oluyor. 

brad pitt'in canlandırdığı roy mcbride'ın hayattaki varlık sebebi işi. buna sebep olan ise ilk gençliğinde aynı işi yapan babasını uzayın derin boşluğuna gönderip geri dönmeyişini kabulleniş sürecinde tutunduğu "baban bir kahramandı yavrum" avuntusu.


ad astra, kurulamamış bir baba oğul bağının bir çocuğu nasıl etkilediğini, neye dönüştürdüğünü, yaşama bakışındaki eksikliği, yanlış yerde aranan aidiyet hissinin verdiği yıkımı ve bağımsız bir insan olabilmek için gerekirse her şeyi yıkıp/patlatıp sıfırdan başlamak gerektiği üzerine uzun bir psikolojik dram filmi.

kusurları da var elbette. çok fazla simgesel anlatım var ama zarafeti eksik. bazı detayları es geçmişler ama sonucunda izleyicinin kafasında "iyi de bu nasıl oldu şimdi" gibi sorular bırakabiliyor. film sonunda birlikte gittiğiniz arkadaşınızla üzerine geyik çevireceğiniz malzemesi de yok değil. 

bir de bir türlü bitmesi gereken yerde bitmiyor film. "bir şey daha söyleyeyim, dur bi dakika daha şunu da göstereyim" diye diye en az üç final sahnesini atlıyor. bir aile trajedisini yakın gelecek tasviriyle, içine biraz uzay serpiştirilmiş şekilde izlemek isteyenlere iyi gelebilir.

not: filmin verdiği hissiyata büyük katkı sağladığı için naçizane tavsiyem imax'te izlemenizdir.

Once Upon A Time In Hollywood'u Anlamanızı Kolaylaştıracak Bir Alt Metin Analizi