YAŞAM 22 Mayıs 2017
41,3b OKUNMA     953 PAYLAŞIM

Ülkemizdeki Sosyal Yapıdan Yola Çıkarak "Orta Sınıf" Kavramını Derinden İnceleyen Bir Gözlem

Hakkındaki tanımlamaların hiç bitmediği orta sınıf, ilişkisi olan zengin ve yoksul kesimleri de doğrudan ilgilendirdiği için belki de sosyolojiye en fazla malzeme olan sınıf. Sözlük yazarı "polly jean", yoksulluk edebiyatından da bahsederek bu orta sınıfı çok güzel inceliyor.
iStock.com


demokrasinin dayanağı olarak görülen, beklentilerin üstüne bindiği, ama aynı zamanda hor görülmesi hiç bitmeyen sınıftır orta sınıf. ayrıca "küçük burjuvazi"yle de pek çok şekilde karıştırılır. ("maaşlı küçük memurun neresi küçük burjuvazi?" diye sormak lazım önce onu diyene!)

"orta sınıf kalmadı artık!" tespiti nicedir var, ben bunu yineleyecek değilim. sadece şunu hatırlatamakla yetineceğim, topyekün nefret kusulan orta sınıf, toplumların uçlara gitmesini engelleyen bir emniyet subabıdır. "devrimlerin önünde orta sınıf bir engel!" diyenler, aslında güçlü orta sınıfın aynı zamanda faşizm, nazizm, totalitarizm gibi -izm'lere de engel olduğunu unutmaya pek meyilli nedense.


esas unutulmaması gereken, hiçbir insan grubunun tamamiyle kötü ya da tamamiyle iyi olmadığı. yani korumamız ve sürdürmemiz gereken özellikleri olduğu gibi, elbette daha iyiye yönlendirilmesi gereken özellikleri var her sınıfın. e orta sınıfın kısıtlayıcı ahlakına da belli eleştiriler yönelttiğim(iz) kesin, ama orta sınıfın kendisini toplumun ekonomik elitlerinden ya da en alt kesiminden "daha canavar" görmeye de gerek olmadığı kanaatindeyim.

bir taraf üst kesime özenip köşeyi dönmenin hayalleriyle yaşar ve etrafındakileri hile hurdayla aldatmanın yeni yollarını icat ederken, en az onlar kadar "kötü" olan, yoksulların acılarına gerçekten kulak falan vermeyip sadece yoksulluk edebiyatını köpürtenler de ortaya çıktı. bu söylem, sabah akşam orta sınıfı yerin dibine sokarken, hırsızlık yapan yoksullara gösterdiği şefkati orta sınıfa hiç göstermedi. bir insanın açlıktan, yokluktan yahut sadece gördüğü horlanmadan dolayı inadına hırsızlık yapmasına, bir tepki olarak bir şeyi çalmasına "onu bu hale getirenler utansın" diyebilirken, orta sınıfın dört başı mamur kültür endüstrisiyle yönlendirilmesine hiç müsamahamız yok. onu o hale getirenler neden utanmasın, bilmem...


bunun gittiği bir diğer nokta, aslında orta sınıfın giderek eriyerek üç sınıfın artık temelde iki sınıfa (zengin ve fakir diyelim hadi kabaca) ayrılmasının belirginleşmesinin de sonucunda, orta sınıfı "elitlik"le, yurdumuz özelinde "beyaz türklük"le itham etmek oldu. geçenlerde internette çok dolanan bir görsel vardı, şu: (hani şu "bunlardan kaçını yaptınız, ne kadar beyaz türk bir çocuktunuz" testi.)


teste bakıyorum, bir-iki tanesi hariç hepsi mükemmelen orta sınıf maddesi yahu?! çocukluk dediğiniz şey minimum 13-14 seneyi kapsıyor, onca senede bunların bir kez olması nasıl bir zenginlik alameti olabilir? bunları yapmak beyaz türklük, elitlik falan değil, düpedüz orta direklik alameti. yani bunlar çocukluğumuzda yoksa, biz düpedüz yoksulmuşuz, "bizi o yoksulluğa itenler utansın!" denecek kadar hem de! ciddiyim, herhangi bir memurun, sıradan ofis çalışanının çocuklarına sağlayabileceği, sağlayabilmesi gereken şeyler bunlar. eğer bugün "zenginlik alameti" olarak hatırlıyorsak/yorumluyorsak, gerçekten ters giden bir şeyler olmalı!

ters gitmek demişken, şu "elitlik"ten de biraz daha bahsedeyim. bugün her şeyin karşısına yoksulluk edebiyatımızı koyarak ayakta durabilir hale geldik. kitap okumadın mı, "ben çok zor durumdaydım, okuyamadım"ı bas gitsin. "e ama sen istanbul'da yaşıyormuşsun, istanbul'daki en sıradan devlet okullarında bile iyi kötü kitaplık var, ayrıca ücretsiz şehir kütüphaneleri var." desem (ki var biliyorum, zira ben de devlet okuluna ve şehir kütüphanesine gittim!), ben "elit" olurum. çünkü karşımdaki hemen birçok bahane üretir. bakın bahane diyorum, mazeret değil, zira ikisi farklı şeyler. bazı insanların gerçekten zorluklarla dolu hayatları olmuştur, ama kimi herhangi bir şekilde eleştirmeye kalksanız sanki anası babası ölmüş ve sokaklarda kalmış ya da yatalak anacığına bakarken okuldan sonra da çalışarak yıllarını geçirmiş gibi davranıyor. hepimiz mi bu kadaaaar büyük zorluklarla büyüdük, bırakın allaseniz! en ufak zorluklara bahane üretmek ve gayet orta direk olduğu halde, sırf (s)empatiden faydalanmak için fakir edebiyatına sarılmak, en başta hayatı gerçekten zorluklar içinde geçenlere hakarettir, hakiki yoksulların bizde empati uyandıran durumundan faydalanmaktır.


yoksul olmayan herkesi bir anda zengin saymanın ne kadar acayip olduğu fikrini de geçenlerde yeniden alevlenen umut sarıkaya vs ersin karabulut başlığını okurken tekrar düşündüm. o kadar saçma ki, "umut bizdendir, ersin beyaz türk'tür" muhabbetine kadar varmış iş. bahsettiğim orta direk algısının yok oluşu tam da bu işte. çocukluğunda istediği pek çok şeye ulaşamadığını yıllardır çizerek anlatan, hatta balon gibi üç kuruşluk basit bir şeyi elinden kaçırdığı için annesinden tokat yediğini (zira onlar için bile lüks olabilir bu) ve bu yüzden hep çizimlerinin köşesine balon çizdiğini söyleyen, klasik öğretmen çocuğu tipler artık "beyaz türk" algılanır olmuş. sırf ondan daha yoksulu var diye "zengin" sınıfına sokulanlar bir ülkenin orta bile değil, alt orta sınıfı, düşünsenize! komik değil bu, çok acıklı. herkese "elit" bilmem ne diye saldıranların, herkese "cahil" diyen bir tarihçiye fanatik biçimde tutkun olmaları da ayrı bir tezat, ayrı bir acıklılık. standartları yüksek olan, daha iyiyi amaçlayan ve bu uğurda uğraşan (konu edebiyat da olabilir, müzik de...) herkese "elitizm yabıyonuğzz" diye bağırmak (hem de şüphesiz elitizmin siyasal düzlemde neye denk düştüğüne dair çok da bir fikri olmadan, ezbere, sırf içinde "elit" kelmesi var diye) durumumuzu daha kötü yapıyor.

belki bu bilinçsizce hamaset dolu algının bir sebebi de, o orta sınıf çocuklarından bir kısmının ellerindeki imkanları, potansiyeli sonuna kadar zorlayarak bir yerlere gelebilmiş olmaları. (anadolu liseleri, iyi devlet üniversiteleri, o eğitimle bulunan yurtdışı bursları vs.) evet, toplumun daha alt sınıfları için hayat her zaman daha zor oldu, bu muhakkak, tutup da "fırsat eşitliği var" filan diyemeyeceğim. ama bu çarpıklığı düzeltmenin yolunun elinden gelenin en iyisini yapmaya uğraşan ve bu sayede bir yerlere gelebilmiş orta sınıf çocuklarını boklamak olduğu fikrine nereden kapıldık?


mesele "emek"se, emek sadece tamirci çırağının gösterdiği bir şey miydi? ha ama boğaziçi'nde okurken ailesine yük olmamak için ingilizce dersi veren mesela "emekçi" olmuyordu, değil mi? haydi biraz onlara sövelim, çünkü sınıf bilincine sahip değiller ve sınıf bilincine sahip olmamaları için bunca uyarana maruz kalmaları hiç önemli değil! o da okusaydı öğrenseydi canım, biz nasıl yaptık!

biz nasıl yaptık sahiden? insanın özgür iradesini çoğu zaman küçümsediğimiz kanaatindeyim. çevresel koşullar ve yetiştirilme tarzının her zaman insan üstünde çok önemli olduğunu söyleyen biri olarak, yine de son tahlilde özgür iradeye vurgu yaparım, çünkü insan hayatı bounca seçimler yapan bir canlıdır. örneğin üç kardeşi okumayı sevmezken inatla derslerine tutunan bir çocuk, onlardan çok da farklı koşullarda büyümemiştir aslında, evet belki bazı şans faktörleri (daha destekleyici bir ilkokul öğretmeni, çalışkan bir arkadaş vs.) etkili olmuş olabilir, fakat hayat tesadüfler kadar bizim seçimlerimize de bağlıdır. başında duran olmadığı halde, sokağa oyuna çıkmadan önce ödevlerini özenerek yapan çocuklar da vardır ve bunu "ilgili anne baba faktörü"yle açıklayamazsınız, ancak "içinden geliyor" diyebilirsiniz. (ilgili ebeveynlerin okul başarısını arttırıcı etkisi ayrı bir konu, burada farazi biçimde bütün kardeşlerin koşulları eşitken neden içlerinden birinin farklı davrandığı sorusu üstünden düşünüyorum.) kendini kurtarmanın yolunun eğitimden geçtiğini bir şekilde kavramış ve bu yolu tutmuş olabilir bir çocuk, bir genç. ya da basitçe sadece okumayı seviyordur bile diyebiliriz.


düşünün, çok cimri bir ebeveynle büyüyen bazı çocuklar onun gibi cimri olma kalıbını benimserken, bazıları da buna tepki olarak cömert olmayı, paylaşmayı, hatta işi öteye götürüp savurgan bile olmayı seçebilirler. her şeyi yetiştirilmeye bağlarsanız bunu açıklayamazsınız. çünkü işler bir yerde bireyde düğümlenir: o ne seçecek? o kendini nasıl inşa edecek? kendi varlığını nasıl tanımlayacak? (hoşgeldin varoluşçuluk!)

biraz daldan dala atladım, ama sanırım esas derdimi ifade edebildim az çok. bu "elitlik", "zenginlik" iddialarının gerçekte orta sınıfla pek bir alakası yok; bizim "orta sınıf" algımız epeyce kaymış. orta sınıfın yerini alan, her an kışkırtılmaya hazır mob (bunu sakın ha direkt alt sınıf olarak algılamayın! mob'u tek kelimeyle türkçede karşılamak zor, o yüzden biz "iktidarla, üst sınıfla direkt ya da dolaylı işbirliği yapmaya ve şiddete meyilli, yoz ayaktakımı" diyelim), orta sınıftan çok daha tehlikeli ve giderek büyüyor. bunu söyleyenlere "elit bebe, elitizm yapıyor" filan demek de ancak tehlikeyi büyütür. devrimler ve evrimler şüphesiz her toplumda -ama yavaş, ama hızlı- olacak, gazoz gibi çalkalanan bir toplumdan da muhakkak eninde sonunda bazı iyi şeyler de çıkacak. ama orta sınıfın daralmasının bu devrim ve evrimleri genelde ne yöne sürüklediğine tarih üstünden bir bakın isterseniz...