Tarihin İlk Suikast Örgütü Haşhaşilerin Lideri Hasan Sabbah Kimdir?
hakkında güvenilir bilgilere ulaşmanın neredeyse imkansız olduğu biridir hasan sabbah
bunda etkili olan da şüphesiz moğollar tarafından ele geçirilen alamut'un ve kütüphanesinin yakılmasıdır; ancak hülagü han alamut kütüphanesindeki kitapların incelenmesini ve din dışı, aykırı bütün eserlerin yakılmasını emrederken alamut kütüphanesinde yanmaktan kurtarılmış olduğu kesin sadece bir eser vardır. bir hasan sabbah biyografisi. bu biyografinin sonra başına neler geldiği bilinmese de tarihçi cüveyni hasan sabbah ve haşhaşiler hakkındaki yazılarında bu eserden yararlanmıştır. dolayısıyla hasan sabbah hakkında söylenebilecek en doğru ve kesin bilgilere cüveyni'nin bize onun hakkında aktardıklarıyla ulaşabiliriz.
biyografide yazılanlara göre tabii ki şu popüler üç arkadaş hikayesi tamamen bir masaldır
bu hikayeden bahsedilmez bile. zaten nizamülmülk'ün ömer hayyam ve hasan sabbah'tan yaşça çok büyük olması bunu imkansız kılar. ayrıca yaşları birbirine yakın bile olsa nizamülmülk gibi sünni olan birinin hasan sabbah gibi şii aileden gelmiş biriyle aynı hocadan ders alıyor olması biraz mantıksızdır. biyografiden bağımsız olarak bu konuda benim düşüncem, ömer hayyam ve hasan sabbah'ın çocukluktan arkadaş olma ihtimalleri yüksektir.
bu olasılık bir yana cüveyni bize hasan sabbah'ın bir şekilde, yüksek olasılıkla nizamülmülk'ün yardımıyla, saraya girdiğini söyler
buna göre semerkant adlı romanda anlatılan hikaye gerçeğe biraz daha yakın olmakla beraber hasan sabbah'ın saraydan ne şekilde uzaklaştırıldığı konusunda iki farklı görüş vardır. hasan sabbah yetenekleriyle melikşah'ı etkilemiş ve nizamülmülk'ü makamından uzaklaştırmak istemiştir; ancak bu başarısız olmuş ve nizam tarafından ona bir oyun oynanarak idamı istenmiştir. bu noktada tabii ki ömer hayyam devreye girmiş ve idamı sürgüne çevirmiştir. diğerine göreyse hasan sabbah hızlı bir ilerleme kaydetmiş ve bu durum nizamülmülk'te onun makamından edileceği düşüncesiyle korkmasına sebep omuş ve hasan sabbah'ı saraydan ayrılmaya zorlamıştır. kesin olarak denilebilir ki, nizamülmülk'ü hasan sabbah'ın gözünde amansız bir düşman haline getiren olayın yaşandığı doğrudur.
cüveyni'ye göre hasan sabbah, 1053 ya da 1054 yılında kum'da dünyaya gelmiştir
daha sonra rey'e taşınmışlardır; ancak rey'e daha küçük yaşlardayken mi, yoksa hasan sabbah ismaili öğretisi etkisi altında kalınca babasının oğlunun aykırı fikirlerinin hepsi birer koyu şii olan kumlularca fark edilmesinden korktuğu için mi taşındıkları kesin değildir. hasan sabbah 7 yaşından itibaren okumaya çok meraklı bir çocuktur. uzun süre eğitimi kültürlü bir adam olan babası tarafından sağlanmıştır. 17 yaşına geldiğinde emir darrab isimli bir ismaili daisiyle karşılaşır ve hasan bu dainin etkisine çok çabuk girer ve dai onun inançlarını sarsmayı başarır; ancak hasan sabbah bu olay yaşandıktan hemen sonra ismaili inancına girmez. ciddi bir hastalık geçirdikten sonra ismaili inancına girer. bu olay da 1071 senesine denk gelir. saraya girip sonra ayrılmaya zorlandığı dönem 1073-1075 arasında gerçekleşir. saraydan ayrılmaya zorlanmasından sonra iki yıl kadar ısfahan'da re’îs ebü’l-fadl’ın yanında kalır ve ismaili inancını öğrenerek geçirir. ve orada hocasına şu meşhur lafını söyler: ''sadece güvenilir iki dosta sahip olsaydım, bu hükümdarlığı yıkardım''
bu lafı üzerine tabii ki hocası hasan'ın deli olduğunu zanneder ve onu tedavi edecek ilaçlar yapmaya başlar, bu durumdan rahatsız olan hasan da bunu fırsat bilerek tam olarak 1078 yılında mısır'a gider. ismaili inancı dolayısıyla mısır'da çok iyi karşılanır hasan. halifeler, önemli kişiler ona hediyeler sunarlar; ancak bu durumun bazı kişileri kıskandırdığı ve mısır'ı terk etmeye zorlandığı söylenir (adamın lanetli bir kaderi var) haşhaşin örgütünü kurmaktaki asıl nedeninin tam olarak ne olduğu ve ne zaman buna karar verdiği asla bilinememiştir. hocası re’îs ebü’l-fadl’ı çok korkutan o sözü söylediğinde muhtemelen aklında bir şeyler vardı ve bu nedenlerle hasan sabbah 1080 yılında iran'da tekrar görünür ve tüm ülkeyi dolaşarak inancını yaymaya başlar, birçok taraftar toplar.
1090 yılında alamut kalesi'ni ele geçirir. nasıl ele geçirdiği hakkında kesin bir bilgi yoktur. bazıları alamut'un dağlık bir yer olduğunu ve hiçbir kalenin olmadığını bunu hasan sabbah'ın sonradan inşa ettrdiğini söylese de daha güvenilir kaynaklar önceden alamut'ta kalenin inşa edilmiş olduğunu söyler.
bazı tarihçiler ilginç bir not düşmüşlerdir, âluhâmût (alamut) kelimesindeki harflerin arapça'daki sayısal karşılıkları toplandığında bunun 483 etmesi, yani miladi takvime göre hasan sabbah'ın alamut'u aldığı 1090 yılına denk düşmesidir.
hasan sabbah'ın ölene kadar alamut'tan, hatta küçük kalesinden hiç çıkmadığı rivayet edilse de çok gerçekçi değildir. sonuçta birkaç kez kuşatılma tehlikesine maruz kalmış bir kale içinde hasan sabbah'ın rahat bir şekilde yaşaması mantıksız olur.
marco polo'nun haşhaşinler hakkında yazdığı şeyler güvenilir olmamakla birlikte kesinlikle doğru değil demek doğru olmaz
hasan sabbah'ın güçlü ve yetenekli bulduğu fedailerine özel bir yemek düzenlediği ve orda onlara kendilerini cennete götürecek yetkiye sahip olduğunu söylediği yüksek bir olasılık ve gerçeğe yakın. ancak daha başka olasılıklar da var. hasan sabbah fedailerine suikast eylemini tamamladıktan sonra onlara kaçmamalarını ve kendilerini ölüme bırakmalarını emrederken yanlarında daha az acı hissetmeleri için haşhaş bulundurmalarını emretmiş olabilir ya da haşhaşın kısa süreli de olsa enerji verici özelliği öldürme işlemini fedailer için oldukça renkli ve eğlenceli kılmış da olabilir. bu da dolayısıyla birtakım tarihçilerin "o kafayla nasıl düşmanlarının içlerine sızıp adam öldürsünler?" demelerine karşılık bir cevap olabilir. haşhaşın ne şekilde ve ne amaçla kullanıldığı konusunda bir kesinlik yokken, hiç kullanmadıklarını söylemek doğru olmaz. kaldı ki batıni öğretilerin hemen hemen hepsinde haşhaş ya da diğer uyuşturucu maddeler ilahi olanla ya da ışıkla iletişime geçmek için kurulan bir bağdır. bu yüzden kullanmadıklarını öne sürmek mantıksız olur.
hasan sabbah hakkında ateist mi, yoksa dindar mı tartışmasında da bilinmeyen şey, ismaili inancının temelinde dinleri ve peygamberleri yalanlayan bir sistem olmasıdır
kimi kez hasan sabbah'ın fedailerine katı kurallar uygulaması hasan sabbah'ın aslında çok dindar olduğunu gösterir şeklinde yorumlarda bulunulmasına sebep olmuştur; ancak bunu söyleyenlerin bilmedikleri şey ismaili inancıdır. en üst düzeyde ''hiçbir şey gerçek değildir, her şeye izin verilmiştir'' düsturuna sahip bir öğretinin liderinin çok dindar birisi olduğu söylenemez. ismaili inancı zaten batıni bir öğretidir. batıni öğretilerin kökeni yeni platoncu görüşe kadar gider. alevilik ve şiilik de batınidir, bu yüzden hasan sabbah kimilerince alevi bir lider görülmüştür. bunun doğru olup olmadığını sizin mantığınıza bırakıyorum.
hasan sabbah'ı iyi ya da kötü biri olarak adlandırmak doğru olmaz
ama eğer yaşadığınız zamanın gücü elinde bulunduranlarına aykırı fikirdeyseniz her zaman kötü olursunuz, hakkınızı arıyorsanız da terörist olarak adlandırılırsınız. hasan sabbah terörist değildir, bir suikastçidir; ama tarihteki ilk suikastçi de olmamıştır hiçbir zaman. yalnızca inançları, belki kişisel intikamları için böylesine güçlü bir örgüt kurmak çok büyük bir deha gerektirir. hasan sabbah iyi ya da kötü olamaz. idealleri olan çok zeki bir insan olabilir yalnızca.
fakat hasan sabbah hakkında yapılan nitelendirmelerin neden bu kadar olumsuz olduğu hakkında tartışılabilir. neden bugün bu adama yalnızca terörist demekle kalmaz da "tarihteki ilk terörist" deriz? onu tarihteki diğer teröristlerden ayıran, daha da kötü yapan bu "ilk"lik nerden gelir mesela? neden bu kadar kötü adlandırılır hasan sabbah? tarihte ondan çok daha fazla kötü olan birçok tarihi kişilik olmasına rağmen neden hasan sabbah hep ilk sırada yer alır? kanımca hasan sabbah'a böylesine kötü bir tanım yüklemek tarih boyunca öldürülmüş, katledilmiş yüz binlerce, belki milyonlarca insana yapılmış en büyük haksızlık olur. tarihteki birkaç önemli isme suikast düzenlemenin bedeli tarihteki "ilk terörist" olmaksa, senin ve benim gibi insanların da içinde bulunduğu insanların tarih boyunca imparatorlar ve sultanlar tarafından katledilmesinin bedeli ne olmalı? söz konusu olan insan öldürmenin yanlışlığı değil, tarih boyunca hep varolmuş insanlığın ikiyüzlülüğü, insan hakları çağında bile insanların hala yalnızca güçlü olanın bakış açısından bakması dünyaya. mesela hala afganistan'da belki her gün yaşanan patlamaların, çocuk ölümlerinin artık pek bir şey ifade etmemesi ya da çoluk çocuğuna bakmak için kötü şartlarda tersanede çalışan ahmet amcanın ihmalkarlık yüzünden ölümünün bir değerinin olmaması gibi. ilginç olan hayat hasan sabbah'ın söylediklerini kanıtlar gibi işliyor.
ayrıca haşhaşiler (ya da ismaililer) için öbür dünya diye bir yer yoktur, cennet ve cehennem de yoktur. cennet ve cehennem sadece bu dünyadadır. öldüklerinde eğer iyi bir insan olmuşlarsa daha iyi bir yaşam biçimi olarak yeniden dünyaya geleceklerine inanırlar. bu yüzden şeyhlerinin emirlerine uyarak ölmek onlar için iyi bir iş yapmak demektir. haşhaşilerin bu kadar kolay bir şekilde ölüme gitmeleri bununla da açıklanabilir.