Siyasi Mizahı Başka Bir Seviyeye Çıkaran Levent Kırca'nın Hayat Hikayesi
levent kırca, 28 eylül 1950'de ilkokul öğretmeni bir annenin ve ressam bir babanın oğlu olarak samsun'da dünyaya geldi. levent kırca daha 6 yaşındayken babası isviçre'ye gitti. gitmesinin iki sebebi vardı: birincisi verem hastalığından muzdaripti ve tedavi olacaktı, ikincisi ise resim eğitimi alacaktı. babası isviçre'ye gitti ancak geri dönmedi. oraya yerleşme kararı aldı, evlendi ve 3 çocuk daha yaptı. ilkokul öğretmeni olan annesi ve ablası ile birlikte vilayet vilayet gezdi levent kırca. tiyatroya da ankara'da başladı. ilk başta çocuk programlarının figürü oldu. 26 yaşına gelmişti; anadolu'yu gezip, her yerde tiyatro yaparken annesinden bir telefon aldı. annesi acilen o'nu eve, ankara'ya çağırıyordu çünkü babası geri dönmüştü. levent kırca telaşlı ve heyecanlıydı, hemen ankara'ya döndü. babasına hem dargındı ama bir yandan da o'nun nasıl bir insan olduğunu çok merak ediyordu. babası içeride uyurken yatak odasına girdi, o'na biraz baktı ve çıkıp salona geçti. babası uyandı, yanına geldi, balkonda oturdular ve biraz sohbet ettiler. levent kırca, ufaklık yıllarına dair babasıyla olan anılarından birisinde şunu anlatır, "babam verem hastasıydı, bu sebepten ötürü de isviçre'ye gitti. verem olduğu yıllarda beni öpeceği zaman bir cam parçası alırdı ve onu yanağıma dayar, o cam parçasının üstünden öperdi beni."
levent kırca, ankara birlik ve ankara halk tiyatroları'nda da yani "devrimci tiyatrolarda" da oynamaya başladı. ilk ciddi ve resmi tiyatro deneyimi burada olmuştu. burası çok fazla kitap okuyan insanın olduğu, ciddi politik, ekonomik, mizahi, kültürel meselelerin bahis olunduğu bir cemiyetti ayrıca. levent kırca burayı hep bir okul olarak görmüş ve "burası benim için gerçekten bir mektep gibiydi. orada bahsedilen konuları anlamak için bile geceleri kitap okumamız gerekiyordu. oradaki abilerimiz bize gerçek anlamda okumayı, ne okunacağını öğretti. biz hep 'ne okumalıyız, nereden başlamalıyız?' diye sorardık ve o ortamdan istifa etmeye çalışırdık. " diyerek anlatmıştı. 68 kuşağı ile birlikte başlayan hava, 12 mart muhtırası ile birlikte sona erdi. bu muhtıradan sonra birçok oyun yasaklandı, levent kırca'nın birlikte oynadığı birçok oyuncu da içeriye alındı. kırca, bu süreçte hiç hapishaneye alınmasa da her tutuklanan arkadaşıyla birlikte o da demoralize oluyordu.
kırca bu süre içerisinde nasreddin hoca oyun treni, siz olsaydınız ne yapardınız?, bu oyun nasıl oynanmalı?, sağlık olsun!, ne olur ne olmaz isimli çocuk programlarını yaptı. bunları yaparken de ilk kez trt sansürü ile karşılaştı. programlarını hem halk için yapıyordu, hem de sansürden geçirmek için allayıp pulluyordu. sadece televizyon için değil, anadolu'ya tiyatro yapmaya gittiğinde bile bu denetimden ve sansürden kaçamıyordu. oyundan önce karşısına gelen komisyona, oyunun metnini okuyor ve kesilmesi lazım görülen yerler bu denetleme konseyi tarafından sansüre uğrayarak kesiliyordu. levent kırca o dönemleri "anadolu'nun ücra köşelerine gittiğimde dahi bu sansürden kaçamıyorduk. ben de biraz şirinlik, sempatiklik, yalakalık yaparak bu metnin daha az kesilmesini sağlamaya çalışıyordum. bazı yerleri yumuşak okuyor, gerekirse metni birkaç satır atlayarak okuyordum. " diyerek anlatıyordu.
sansür dönemlerine başına öyle trajikomik olarak geldi ki. saçma sapan nedenlerle, olur olmaz ceviz kabuğunu doldurmayacak bahanelerle skeçleri sansüre uğruyordu. örneğin, bir gün yaptığı bir skeçte yaratılan karakterin adının "rıfkı" olması hasebiyle, konseyde bulunan rıfkı isimli bir denetimci sinirlenerek "bu skeç yayınlanamaz" dedi ve kapıyı çarpıp odadan çıkıp gitti. levent kırca ne olduğunu dahi anlamamıştı. diğer denetimcilere "neye sinirlenip çıktı ki?" diye sorunca "o'nun ismi de rıfkı. bu karakterde o'nu oynadığını düşündü. " tarzında bir cevap aldı.
bir diğer örnekte ise levent kırca bir osmanlı padişahının dönemini anlatıyordu ve skeçteki olaylar gereği skecin sonunda padişah ölüyordu. o skeç de sansürden geçmedi ve maalesef yayınlanamadı. levent kırca "aslında benim patlama yapacağım, gerçekten iyi bir iş çıkartacağım, iyi tepkiler alacağım bir skeçti; ancak maalesef biz o skeci sansürden geçiremedik. denetimcilerle aramda şöyle bir muhabbet geçti:
denetimci: bu skeç olmaz, sen nasıl osmanlı padişahını ölmüş gösterirsin?
levent kırca: ama benim tanıdığım bütün osmanlı padişahları öldü. “ diyerek bu sansür dönemini anlatmaktadır.
levent kırca daha sonrasında ankara'yı bırakır ve istanbul'a geçer. ancak orada da trt sansürü vardır. bu dönemlerde oya başar ile olan çalışma arkadaşlığı da başlamıştır. ancak sorun şuydu ki levent kırca artık baskılara ve sansürlere dayanamıyordu. trt'den ayrıldı, bir süre reklamlarda oynadı. 1993 senesine geldiğimizde ise levent kırca acı haberi aldı, babasını kaybetmişti. daha yeni bulduğu, çok fazla vakit geçiremediği ve çok az görüştüğü babasını yine kaybetmişti. üstelik araları da tam düzelirken kaybetmişti. hem de bu sefer ebediyen.
olacak o kadar ile alakalı sadece şunu söyleyebilirim, levent kırca'yı levent kırca yapan yapımdır olacak o kadar. her anlamda halkın kalbindeki yerini perçinlemiş, o'nu "sorunları söyleyen adam, hükümeti eleştiren adam" konumuna getirmiş ve dahası eleştirilemez görülen, hicvedilmesi akıldan dahi geçmeyen kurumları veya kişileri eleştirilebilir gösteren bir adam haline getirmiştir. ayrıca 25 sene boyunca olacak o kadar programı yapmış, birçok efsane skeç çıkartmış, bugün hâlâ hatırladığımız ve kullandığımız replikleri dilimize kazandırmış, hâlâ güle güle izlediğimiz sarhoş, baltalı adam, bestami gibi karakterleri bize tanıştırmıştır.
levent kırca'nın hayatındaki en büyük sansasyon olan hamlelerden birisi de kanal d döneminde yaptığı açlık grevidir. o dönemki yasalara göre programın aldığı bir cezadan dolayı kanal kapanabiliyordu. olacak o kadar'ın bir bölümündeki bir skeçten dolayı da kanal d kapatılma cezası almıştı. levent kırca da medya önüne çıkarak olacak o kadar'ı iptal ettiğini söylemişti. levent kırca bu protestoyu ileriye götürerek açlık grevi yaptı. söylediğine göre kendisi samimiydi ve eğer etrafından bırakması için tepki gelmese, kamuoyunda bu grev yanlış anlaşılmasa kendisi devam edecekti. ancak hem bu tepkilerin gelmesi ve halkın gözünde yanlış anlaşılması, hem de yasanın değişeceğine dair söz alması ile birlikte levent kırca bu açlık grevine son vermişti. zaten daha sonra kendisi de burada yaptığı hatayı kabul ederek "keşke protestoyu bu kadar ileriye götürüp bu boyutlara vardırmasaydım." diye bir açıklama yapmıştı.
2010'a kadar olacak o kadar'ı ve dahası birçok tiyatro oyununu yapmaya devam etti. levent kırca zaten olacak o kadar'ı yaptığı dönemlerde bile tiyatrodan vazgeçmemişti. hodri meydan kültür merkezi'nde oyunlar oynamaya da devam etmişti, yaptığı tiyatro çadırının kepçelerle yerle bir edildiğini de görmüştü, sahnede bir arkadaşını da kaybetmişti. ancak 2010'dan sonra sanattan daha çok politik işlere iyice bulaşmaya başlamıştı. levent kırca'nın zaten hep bir politik çizgisi, muhalif duruşu mevcuttu; ama bu dönemden sonra biraz daha aktif siyasetin içine girmeye başladı. ulusal kanal'da genel müdür oldu ve uğur dündar, müjdat gezen, yılmaz özdil gibi isimlerle siyasi programlar yaptı.
2009 türkiye yerel seçimleri'nde demokratik sol parti'nin üsküdar belediye başkan adayı oldu; ancak seçimlerin sonucunda %4.79 oy alarak 4. sırada kaldı. 2014 türkiye yerel seçimleri'nde ise işçi partisi'nin istanbul büyükşehir belediye başkan adayı oldu; lâkin bu seçimde de %0.18 oy alarak 8. sırada kaldı. 2015 yılında karaciğer kanserine yakalandı ve kemoterapi görmeye başladı. 12 ekim 2015 tarihinde, doğum gününden 2-3 hafta sonra kansere yenik düştü ve vefat etti.
yazımın bundan sonrasına büyük bir keşke ile devam edeceğim. keşke levent kırca siyasete girmeseydi, bu kadar fiyasko işlere bulaşmasaydı, insanların gözünde bu kadar itici hale gelmeseydi, o sansasyonel açıklamaları yapmasaydı ve yine o olacak o kadar'da izlediğimiz levent kırca olarak kalabilseydi. bilginin ve iletişimin bu kadar hızlı olduğu bir çağda kendisinin ingiltere'de yaptığı ufak bir konuşma bile çok rahat youtube'a düşüp, basına servis edilebiliyordu. kendisi hicvetmeyi seven, eleştiren, taşlayan bir adamdı ve son dönemlerinde maalesef bunu biraz abartıp resmen kendiyle aynı fikirde olmayan çok fazla kişiyle kavga etmeye başladı. cem yılmaz ile başka bir konudan tartıştı, fatih altaylı ile televizyonda birbirine girdi, uğur dündar, müjdat gezen, yılmaz özdil ile birlikte iyice siyasete girerek halkın belirli bir kesiminin gözündeki imajını değiştirdi. maalesef ki bu son 5 yılında yaşanan olaylar öyle bir teknolojik çağda, bilginin ve verinin saniyede yayılabildiği bir çağda yaşandı ki kendisi çoğu insanın gözünde o haliyle kaldı.
baştan itibaren zaten herkes levent kırca'nın atatürkçü, muhalif görüşlü, bir miktar solcu ama bunun komünizme kayan bir görüşten çok, daha vatansever ve hatta milliyetçi bir kimlikte (komünistler vatansever olamaz demiyorum yanlış anlaşılmasın) olduğunu biliyordu. ancak son dönemlerinde o kadar çok saldırganlaştı, o kadar fazla kişiyle kavga etti, o kadar çok polemiğe girdi ki toplumun özellikle de belirli bir siyasi görüşteki insanların gözünde farklı bir damgayla kaldı.
yine de kendisi bizim en büyük sanatçılarımızdan birisidir. devlet sanatçısı nişanı keşke alınmasaydı ve son nefesini verirken de bu unvan ile kalsaydı. lâkin olsun, kendisi halkın sanatçısı ve hep de öyle kalacak.