1944 Yapımı Olmasına Rağmen Hala Çatır Çatır İzlenebilen Bir Sinema Klasiği: Double Indemnity
double indemnity... dün akşam ekşi sözlük'te denk gelince yine izlemeden duramadığım, favori filmlerimden olan sinema başyapıtı. bu filmi her izlediğimde sinemanın ne kadar zamansız bir sanat olduğunu yeniden fark ediyorum. 1944 yapım bir filmin büyüsünü hala devam ettirmesinin billy wilder dehası olduğunu söylemek yanlış olmaz.
james cain'in roman uyarlamasindan, billy wilder ve raymond chandler senaryosuyla iz birakan bu film, film noir dediğimiz türün kusursuz örneklerinden biri. mutsuz ve hırslı bir ev kadınının zengin kocasından kurtulmayı düşünürken cazibesiyle planına dahil ettiği hırslı bir adamı izliyoruz.
film dönemine göre daha yaratıcı ve merak uyandırıcı bir kurguyla ilerliyor
açılış sahnesiyle olayı öğreniyoruz (1940'lar için bu tersten anlatım alışık olunmayan bir kurgu) ve " işler nasıl bu noktaya geldi " sorusunu takip ediyoruz. karşımızda kurtuluş için sınırları yıkmaktan çekinmeyen femme fatale bir kadının bir halhalla yansıttığı cinsel gerilim dolu tuzağa çektiği adamla oluşturduğu " kusursuz cinayeti nasıl işleriz " planını görüyoruz. konu, bir ölüm üstunden para kazanmak ise bunu bir sigorta satıcısindan daha iyi kim bilebilir ? üstelik bir kaza sonrası çifte tazminat alma şansı varsa. her ne kadar kağıt üstünde kusursuz bir cinayet planlansa da hayat o kadar kusursuz ve istendiği gibi ilerlemiyor. beklenmeyen talihsiz tesadüflerle işlenen cinayet sonrasında başlayan soruşturma ile karakter dönüşümlerini izlemek daha keyifli hale geliyor. yakalanma korkusu, zengin gelecek hayalleri kuran çiftimizi karşı karşıya getirip,maskelerin düşmesini sağlıyor. bu noktadan sonra amaç suçu diğerinin üstüne atmak oluyor.
"iki kişi cinayet işlediğinde beraber bir tramvaya binerler, biri inmeden diğeri de inemez. yapışırlar birbirine beraber yolu sonuna kadar giderler. yolun sonu ise mezarlıktır."
bu noktada başlayan yüzleşmeler ve ihanetler son ana kadar tempoyu hiç duşürmüyor. özellikle karar noktasında olan keyes karakteri tavırları ve diyalogları ile unutulmazlar arasında yer alıyor, intihar yüzdelerini anlattığı sahne başlı başına takdire değer. tek unutulmaz keyes değil tabii ki, phyllis karakteriyle barbara stanwyck soğuk ve duygusuz seksi kadın portresiyle sinema tarihinin en başarılı femme fatale rollerinden birinde.
akıcı diyalogları, müzikleri ve temposuyla billy wilder filmin sonunda tüm sorularımıza cevap veriyor, biri hariç. o kibritler nasıl tek elle yandı?
bir türlü fırsatını bulup izleyemediğim, saplantı haline getirdiğim bir filmdi double indemnity
adı her yerde geçiyor, film noir'in zirvesi deniyordu. woody allen'ın manhattan murder mystery'si bu filme göndermelerle doluydu, hatta bu film üstüne kuruluydu. izledikten sonra gördüm ki, coen'lerin blood simple ve fargo'su da noir akımından değil, direk double indemnity'den apartmaymış meğer. neyse aylar süren bir arayıştan sonra dvd kopyasını aldım. ruh halimin film noir'e uygun olduğu bir vakit, taktım dvd'yi player'a, keyifle kuruldum tv'nin karşısına.
miklos rozsa'nın akılda kalıcı, muhteşem müziği eşliğinde, koltuk değnekleriyle ekrana yaklaşan bir adam silüeti; sade, etkileyici ve unutulmaz bir jenerik. defalarca izle, dinle, sıkılmazsın. film başladı ve ilk diyalogda başımdan aşağı kaynar sular döküldü. altyazı yok! ingilizce de olsa razıyım ama dvd altyazısız! göt gibi kaldım öylece. o şahane giriş jeneriğini birkaç kere daha izleyip kapattım. saplantı oldu ya bir kere, hemen izlemem lazım filmi. sabredip divx'ini indirdim. iki günde indi ama 3 gb kotayı da aştık. tv'de büyük ekran izlemek için filmi bir güzel cd'ye çektim ve divx player'a yerleştirdim. böylece filmi korsan kopyalarda izlemem yüzünden, dvd parası + internet faturası = çifte tazminat, ödemiş olduk. ama değdi.