Sesi Çok Güzel Olan Bazı İnsanlar Neden Bir Türlü Dublaj Sektörüne Giremiyor?
aslen avukat/akademisyen olmakla beraber, zamanında insanların “seslendirme yapsana sen” gazlamasına da gelerek dublaj eğitimi almaya karar verdim.
kursu veren kişi de, 30 yıla yakın trt’de çalışmış, seslendirme ile ilgili her şeyi yapmış, yıllar boyunca da ses yönetmenliği yaptıktan sonra emekli olmuş birisiydi.
olay 2000’lerin ortalarında geçtiği için adını hatırlamıyorum hocanın; ahmet olsun. kaydın son günü ilanı görmüş, hemen gitmiştim. normalde diksiyon eğitimi ön şart idi. hocamız bir deneme alalım, ama muhtemelen kabul etmeyeceğiz haberin olsun demişti. bütün hevesimle elimden geleni yaptım ve en sonunda deneme bitti. geçtim ahmet beyin yanına, hocam diksiyon eğitimi veren iyi bir yer biliyor musunuz dedim. hiç deneme sonucunu sormadım bile, nasıl olsa olmaz diye…
adam bana "var birkaç yer ama, dublajdan vaz mı geçtin?" dedi. jeton ilk başta düşmedi. işte hocam, diksiyon eğitimi alıp sonra… nasıl, ne anlamda dediniz diye sordum.
diksiyonun iyi, elbette diksiyon eğitimi almış birisi gibi değilsin; lakin almayan bir insan için çok iyi. en önemlisi, nev-i şahsına münhasır bir ses tonun var, o yüzden seni almamak olmaz dedi.
başladık eğitimlere. 14 ya da 16 kişiyiz zaten. hafta içi cuma hariç her akşam 3 saat, aylarca da sürdü. 50 dakika teori, 10 dakika mola, iki saat pratik. pratik esnasında mola yok, çünkü zaten herkes aynı anda kayıtta değil. işi olmayan dinleniyor. dersler de inanılmaz zevkli ekip de. ders 3 saat, 2 saat de sonrasında gırgır şamata yapıyoruz. ben en genç ikinci kişiyim ve 19 civarındayım. bir kişi benden küçük, o da 1 yaş küçük bir kız. çok zengin işadamından tutun, çiçekçi bir kadına, buz hokeyi oynayan bir kızdan tutun, öğretmene her alandan insan var. millet sağlıkla ilgili sorularını yaşlıca (epey geç girmiş hayali olan fakülteye) bir tıp öğrencisine, hukukla ilgili sorularını da henüz hukuk ikinci sınıfta olan bana soruyor. mutlaka bir yahut birkaç soru çıkıyor. hamarat kadınlar yiyecek yaparak bir adet başlatınca, biz de eli boş gitmez olduk. o yaşlarda benim elimden pek bir şey gelmediği için müracaat anne, su böreği, poğaça, pide, içli köfte bile götürmüştüm (soğumasın diye bitiş saatinde taksi ile yollandı).
özetle, hepimiz çok hevesliydik. yalan yok, ben dahil 3 kişi çok çok iyiydik. bunu hem hoca, hem de diğerleri söylüyor. ara ara misafir seslendirme sorumluları geliyor, mutlaka ama mutlaka üçümüzün de içinde olduğu dört beş kişiyi özellikle tebrik ediyordu.
eskiden türkiye, seslendirmenin en iyi yapıldığı ülkelerden biri olarak gösterilirdi. saadettin erbil, nur subaşı, mücap ofluoğlu kadar eskilere gitmezsek, sezai aydın ve müşfik kenter’i birinci sıraya yazabilirsiniz. dikkat edin, burada oyunculukları kıyaslamıyorum, sonra bana müşfik kenter’i nasıl başkasıyla kıyaslarsın demeyin.
şu anda da çok başarılı seslendirme sanatçıları var ama teknoloji berbat. belki biraz da yeni yönetmenlerde de sorun vardır, bilemem. ispanyolca bir dizi açın (mesela la ca de papel), yahut almanca (dark), bir ingilizce seslendirme dinleyin bir de türkçe. ingilizcesinde ortam seslerini alabildiğiniz doğal bir seslendirme mevcut. türkçesinde ise bariz bir şekilde ses izolasyonlu bir stüdyoda ses kaydı yapıldığı belli oluyor.
o yüzden korece bir dizi veya almanca bir dizi izlesem, altyazı okuyacak havamda da değilsem, ingilizceye çeviririm. ingilizcede hala türklerdeki gibi ses/dudak senkronizasyonu yakalanmamıştır. bu derece basit bir şeyi nasıl yapamazlar; anlamıyorum. ben dahi, ki sadece kurs alıp işi (aşağıdaki nedenlerden) yapmamış bir kişi olarak, ister çizgi film olsun (garfield, ayı bobo) ister normal filmlerde olsun (olabildiğince zorlamak için zıt sesleri denetirdi hocamız. benim sesime zıt olanlar 14-15 yaşında kız sesi ve 80’lerinde efemine bir eşcinsel erkek sesiydi) en kolay iş senkronizasyonu yakalamaktı halbuki. en zor örneği sezai aydın’ın bill cosby seslendirmesidir.
peki neden yapamadık bu işi? en azından o zaman, bu işi ankara’da tek yapan yer trt stüdyosuydu. deneme çekimlerine gittik ekip olarak. seslendirme yapanlar bize öyle bir baktı ki, sanki nazım’ın şiirindeki “akrep gibi” olan mahlukat bizlerdik.
birisi, deneme çekimi için söyleyeceği tek bir cümle varken, “bunlarla mı vakit kaybedeceğim” diyerek bizi işaret etti. ne öncesinde, ne sonrasında tanınmış bir yüz ya da ses olamadı, ama egosunu gören “müşfik ve yıldız’a söyleyin bana iki çay getirsinler” diyeceğine emin olurdu. öyle bir adamdı. kayıtları verdik, çıktık.
hocaya sordum, dönmeyecekler değil mi diye. adam, daha yeni emekli oldum. 30 sene çalışıp yeni emekli oldum. bana, bu hevesleri bırak, kimseyi almayız buraya dediler. ben yine dersimi verecekmişim, ama boşu boşuna kimi alacaksınız diye arayıp sormayacakmışım. düpedüz milleti tokatla, ama alınmayacaklarını bil dediler diye söyledi.
sonra hepimize isteyen herkese parasını iade edeceğim dedi. hiçbirimiz de talep etmedik. adam zaten varını yoğunu mekana gömmüş, resmen sömürü olurdu yapacağımız.
sonrasında eğlence amaçlı kullandım bu taktikleri. ilk başlarda 3-4 yaşında çocuk sesi bile çıkıyordu. üstelik bayağı, zorlanmadan, bir saat öyle konuşabiliyordum. şimdi muhtemelen yapamam.
bu arada okan bayülgen vs. değilseniz, reklam, meşhur bir animasyon film, yahut büyük gişe yapacak bir film seslendiren başrolde değilseniz, şunu bilin: bizim dönemlerde gidiş dönüş yol parası ve harçlık anca çıkıyordu.
şöyle diyeyim, geç kalıp da ankara hukuk'tan oran’daki trt’ye taksiyle gidip seslendirme yapacak olsam, epey bir ekside olurdum. o derece az para vardı. belki şimdi değişmiştir, bilmiyorum.
Ek sebeplere de bir bakalım
dublaj yapacak sanatçı bulunamaması... yıllar önce trt'nin seslendirme stüdyolarında ve uzun mu uzun seslendirme koridorlarında çalışmış bir yayıncı olarak üzülerek gözlemlediğim gerçek.
kaşeler çok düşük olduğu için iyi sesler ve iyi çevirmenler seçerek iş alıyorlar. vasat olanlar ise aynı gün bir çok dizinin ya da filmin dublaj kaydına girmekte bir beis görmüyorlar. daha da kötüsü aynı dizinin aynı bölümünde 10-15 sayfa (10-15 dakika) uzaklıktaki iki ayrı karakteri de seslendiriyor olmaları. sebep aynı: sürümden kazanmak.
başlık, sadece seslendirme yapanlara yönelik açılmış. aslında ses miksajını yapanların ve çevirmenlerin de mevcut berbatlıkta geri kalır bir tarafları yok.
(bkz: seslendirme yönetmeni)
Son söz
dublaj piyasasına girmek zor çünkü bu sektörde büyük bir tekel söz konusu. aralarına yeni adam almak istemezler, pastayı bölüşmek istemezler. uzun yıllardır aynı sesleri duymanızın sebebi bu. ha bir de, sadece sesinizin güzel olması yetmez, oyunculuk yapmayı bilmeniz, buna yatkın olmanız da gerekir. ingilizcede bu mesleğin adının voice acting olması boşuna değil yani. diksiyon zaten cepte olmalı, ona hiç girmiyorum.
bu da işin öteki tarafını belirten bir eleştiri olsun.