Prison Break'i Ete Kemiğe Büründüren Unutulmaz Yan Karakterler
prison break, yan karakterlerin aşırı başarılı olduğu diziydi. dizinin merkezinde michael ve lincoln kardeşler varmış gibi görünse de işin rengi bambaşkaydı. diziyi sürükleyen, seyirciyi ekrana kilitleyen ve unutulmaz hale getirenler; alexander mahone, t-bag, john abruzzi, paul kellerman ve brad bellick gibi yan karakterlerdi. bu karakterler o kadar başarılı yazılmış, öyle bir oynanmışlardı ki, diziyi bambaşka boyutlara taşımışlardı. bu karakterlerin her biri, kendi başına birer spin-off dizisini hak edecek kadar iyiydi, bugünün dizilerindeki kalıptan çıkma ve yapay karakterlerin fersah fersah önündeydiler.
t-bag
örneğin t-bag öyle bir karakter ki, normal şartlarda izleyici böyle birini görse midesi bulanır, çünkü gerçekten karanlık bir karakter. sapkın, bencil, sinsi, ahlaki olarak yerlerde. fakat izleyici t-bag'den hem nefret ediyor hem de olmazsa olmaz görüyor. çünkü t-bag'in karakter olarak yazımı, inanılmaz doğal ve dizi dünyasında efsaneleşmiş bir figür. robert knepper'ın oyunculuğu, karakterin bu kadar efsaneleşmesindeki ana sebep. t-bag karakterini sadece oynamamış, yaşamış. el hareketleri, konuşma tarzı, o kendine has güneyli aksanını, her bir detayı ince ince işlemişler. karakterin yaptığı iğrenç şeylere rağmen senaristler onu karikatürize etmemiş. birçok dizide kötü karakter ya aşırı cool yapılır ya da tamamen karikatür gibi olur. fakat t-bag bu iki klişeden de uzak tutulmuş bir karakter. karakter gelişimi desen, resmen kitap gibi. ilk sezonlarda tam bir psikopat iken, ilerleyen sezonlarda bazen kurtarıcıya dönüşüyor, bazen ahlaki ikilemlerle boğuşuyor. neredeye tüm sezonlar boyunca kötü olarak gözüken bir karakterin, iyilik belirtileri gösterdiğinde izleyicinin "hadi oradan" dememesini sağlamak büyük başarı, yani yapay bir karakter gelişimi yok ve bir değişim yaşasa bile seyirciye doğal, gerçek geliyor. spin-off'u hak eden bir karakterdi gerçekten. t-bag'in çocukluğunu, alabama'nın taşra kasabalarında büyürken yaşadığı travmaları, ilk suçlarını, cezaevine ilk girişini, orada nasıl bu kadar zeki ve manipülatif birine dönüştüğünü izleseydik harika olurdu. hem karanlık, hem psikolojik, hem de sürükleyici bir dizi olurdu. breaking bad'in better call saul'u varsa, prison break'in de t-bag'i olmalıydı.
paul kellerman
sonradan sevdiğimiz bir başka karakter olan paul kellerman başta tam bir devlet kuklası gibi giriyor diziye. soğukkanlı, emir kulu, gerektiğinde adam öldürmekten zerre çekinmeyen biri. lincoln'ün idamına giden süreçte en çok parmağı olanlardan biri. ama ne oluyor? zaman geçtikçe, bu adamın aslında bir iç savaşa düştüğünü fark ediyoruz. aslında kellerman kötü biri değil, sadece inandığı "sistem” uğruna her şeyi yapmaya hazır. caroline reynolds gibi yozlaşmış bir başkan yardımcısını başkan yapmak için "vatanım için, halkım için!!!!!” diyerek yalanın, cinayetin, manipülasyonun içine batıyor ve bir süre sonra sistem onu da satıyor. kullanılıp atılan adamlardan biri oluyor. o noktada içindeki vicdan çatışması başlıyor. 3. sezona doğru karakterin yaşadığı dönüşüm, dizinin en iyi yazılmış değişimlerinden biridir. “şerefsiz” diye izlediğimiz kellerman, birden “adam pişman olmuş lan” dedirttiriyor ve bunu çok gerçekçi bir şekilde yapıyor. michael ve sara'yı kurtarmak için mahkemede ifade vermesi, geçmişteki tüm kirli işlerini ifşa etmesi kesinlikle yapay gözükmüyor. bir suikastçiden, itirafçıya dönüşmek! karakterin oyuncusu paul adelstein bu dönüşümü çok güzel yansıtmış. soğuk, profesyonel bir devlet ajanından, geçmişin yükünü taşıyan, yalnız bir adama evrilişi çok gerçekçi. gözleri bile değişiyor adamın, mimikleri başka oluyor. üzerindeki “devletin adamı” kimliğini attıkça insanlaşıyor. bugünün dizilerindeki “her şeyi bilen, her şeyi doğru yapan” yapay karakterlerin yanında kellerman gibi gri bölgede dolaşan karakterler iz bırakıyor. çünkü izleyici aptal değil, kusursuz karakter istemiyor. gerçek istiyor.
brad bellick
brad bellick de ilk sezonda o klasik cezaevi gardiyanı stereotipini fazlasıyla karşılıyor. rüşvetçi, kibirli, güç delisi, mahkûmlara eziyet etmekten keyif alan bir tip. scofield'ın planının önündeki en büyük engellerden biri bellick'ti. ama işte yine prison break farkı: bu adam da dönüşüyor. hem de öyle “diziye lazım oldu, hadi iyi yapalım” gibi değil. gerçekten yaşaya yaşaya değişiyor. dizideki karakter gelişimi açısından bellick belki de en insani ilerlemeyi gösteren karakterdir. ilk başta scofield'a her türlü zorluk çıkaran bellick, işinden olunca hayatın tokadını yemeye başlıyor. cezaevinde gücün tepesindeyken, bir anda en dipte buluyor kendini. sonra sona'ya düşüyor. orada yediği dayaklar, yaşadığı aşağılanmalar derken bambaşka biri oluyor. bir zamanlar bakışlarından nefret ettiğimiz, lincoln'e eziyetler eden bellick, bir süre sonra öyle bir adam oluyor ki, sırf michael ve lincoln the company'i çökertebilsin diye canını bile hiç düşünmeden veriyor ve bunu yaparken "benim çocuğum yok, senin çocuğun var lincoln, onun için başarmalısın" diyor. başta nefret ettiğimiz bellick'i, sonunda asker selamı vererek uğurluyoruz.
mahone
gelelim namıdiğer xanax reise yani alexander mahone'ye. bu adamın diziye girmesiyle birlikte dizi tamamen başka bir seviyeye geçmişti. çünkü michael kadar zeki, en az onun kadar stratejik bir rakip gelmişti karşısına. ama mahone sadece akıllı bir ajan değildi. içsel çatışmaları, vicdanı, pişmanlıkları ve kırılganlığıyla o kadar insani bir karakterdi ki, kimse "yav böyle bir insan olamaz ki" diyemiyordu. mahone'un geçmişinde birçok travması vardı. tıpkı paul kellerman gibi emirle adam öldürmek zorunda kaldığı dönemleri, zihninde hep bir yük olarak taşıyordu. suçlularla uğraşırken kendisi de bir suçluya dönüşüyordü ve bu ikilem, karakteri muazzam bir gerçekliğe taşımıştı. michael'la aralarındaki rekabet çok güzeldi, ilk başta düşmanlardı. iki dahi, birbirinin hamlesini bozan satranç ustaları gibiydi. zamanla aynı düşmana karşı omuz omuza gelmişlerdi çünkü hayatlarını berbat eden kişiler aynıydı. özellikle sona'dan sonraki süreçte aralarındaki bağ derinleşti. mahone'un oğlunun öldürülmesi, michael'ın mahone'a destek çıkması diziye duygusal derinlik katan anlar olmuştu. spin-off desen, mahone'un fbi kariyerine odaklanan bir dizi inanılmaz olurdu. yaşadığı iç hesaplaşmalar, bir yandan suçlularla uğraşırken bir yandan vicdanı ile savaşı falan harika olabilirdi. böyle karakterler artık yazılmıyor. günümüzde ya tamamen mükemmel sjw karakterler görüyoruz ya da abartılı karanlık ama cool tipler. mahone ise her yönüyle insandı, gerçekti.
john abruzzi
tıpkı t-bag gibi, john abruzzi de muhteşem bir karakterdi. resmen italyan mafya filmlerinden fırlamış gibiydi ama klişe değildi. tam aksine, ayakları son derece yere basan bir lider figürüydü. peter stormare zaten başlı başına karizmatik bir adam. john abruzzi rolündeki o soğukkanlılığı ve gaddarlığı o kadar güzel harmanlamış ki, gerçek bir italyan mafya lideri gibi. michael'la ilk sezondaki ilişkileri zaman zaman dost gibi, zaman zaman tehdit edici bir baba figürü gibi, hep bir gerilim var. abruzzi'nin de hayran kitlesi çoktu. geçmişine dair bir spin-off dizisi olsa: chicago'da yükselişi, rakip mafyalarla çatışması, ihanetler, fbi ile kapışmaları falan tıpkı the sopranos ayarında bir yapım çıkardı ortaya. bence diziden çok erken çıkarıldı ya da çıktı.
...
prison break'i sadece michael scofield'ın kaçış planlarına indirgemek, bu diziyi hafife almak olur. çünkü bu dizi; karakter gelişimi, içsel çatışmalar ve dönüşüm üzerine kuruluydu. paul kellerman, alexander mahone ve brad bellick, bunu en iyi yansıtan örneklerdi. üç karakter başta kötü gibi sunuldu ama zamanla içlerinde gerçek birer insan olduğunu gördük. kusurlarıyla, pişmanlıklarıyla, hatalarıyla ama en önemlisi değişimleriyle ne kadar doğal bir karakter olduklarını gösterdiler. zaten prison break tam da bu tarz karakterlerin dizisidir. ilk izlediğimizde gözümüz michael scofield'ın zekâsında olur ama bir süre sonra perde arkasında dönen büyük çatışmalarda asıl iz bırakanlar farklı olur. t-bag, john abruzzi, alexander mahone, paul kellerman, brad bellick gibi karakterler diziye sadece yan karakter olarak değil, hikâyeyi taşıyan, yönlendiren, dönüm noktalarını yaratan figürler olarak katıldılar. bugünkü dizilerde böyle karakterler yok artık. herkes ya mükemmel ya da tek boyutlu kötü. oysa kellerman gibi, bellick gibi ne yapacağı belli olmayan ama içinde hep bir insanlık kıvılcımı taşıyan karakterler, seyircinin kalbine dokunur. prison break bu işi çok iyi yapmıştı.
prison break'in ruhunu michael scofield planladı belki ama onu ete kemiğe büründüren, yaşatan ve unutulmaz yapan bu yan karakterlerdi.