EKONOMİ 9 Ekim 2019
38,8b OKUNMA     633 PAYLAŞIM

Özel Mülkiyetin ve Sosyal Sınıfların Oluşmasını Engelleyen Sömürü: Asya Tipi Üretim Tarzı

Farkında olmasak da dünyanın önemli bir bölümünde, farklı zaman dilimlerinde uygulanan ve hala devam eden üretim modeline dair bilinmesi gerekenler.
iStock

Nedir, ne değildir?

ilkel komünal (ortakçı) toplumda tarım, hayvancılık ve el sanatları gibi alanlarda gelişmenin ortaya çıkmasıyla, ilkel üretim biçimi asya tipi üretim biçimine dönüşmüştür. atüt'ün ayırıcı niteliği, toplumsal görev ve işlevi temsil eden bir kişinin topluluk üstündeki egemenliğidir. özellikle toprak devletindir. halkın tarım alanları üzerinde özel mülkiyeti yoktur ama kullanma hakkı vardır. yaratılan artı-değer vergi biçiminde devletin elinde toplanmaktadır. ticaret ise, devletin gelişmesinin ve savunmasının en önemli unsurunu oluşturur. savaşlar sonucu elde edilen köleler toprağa bağlanır veya yeni köleler sağlamak için askeri birliklerde savaştırılır. avrupa feodalizminden farklı olarak köleler devlete bağlıdır. ilk çağ'da mısır'da ve mezopotamya'da, orta çağ'da bizans ve arap-islam topraklarında, yeni çağ'da ise osmanlı topraklarında uygulanan üretim tarzıdır.

Karl Marx'a göre bu üretim tarzının mülkiyet ile ilişkisi

karl marx'a göre "asya tipi üretim biçiminde mülkiyet yok, sadece bireyin toprağı tasarrufu var, gerçek mülk sahibi komündür".

bu tip mülkiyet ilişkisinde ve üretim biçiminde bireylerin özel mülkiyeti olmadığı halde sömürülme olayı vardır. bu sömürüyü yöneticiler, memurlar gerçekleştiriyorlardı. sömürülen artı değer/ürün bu yöneticilerce çarçur edildiği için hiçbir zaman bir birikim gerçekleşemez ve bu yüzden de asya tipi üretim biçimi başka bir üretim biçimine dönüşemez.

genel olarak, asya tipi üretim biçiminde düzenli bir üretim fazlası vardır ve bu da büyümeyi hem kısıtlar hem de teşvik eder. bu çelişki, sınıfsız ve sınıflı toplumun bir arada ve iç içe bulunuşundan, devletin köylü emeğini elinde tutarak bir pazarın gelişme imkanlarını sınırlandırmasından, özel mülkiyetin gerçekleşmemesinden doğmuştur. günümüzde, birçok feodal düzenin dönüştüğü gibi asya tipi üretim biçiminin kalıntıları da, kapitalist üretime dönüşmüştür (bkz: çin halk cumhuriyeti).

Sosyal sınıflarla ilişkisi

kavramın kökeninde devasa bir devlet ile geniş bir kırsal taban arasındaki boşluk yatmakta ve böylece devlet otoritesini sınırlayabilecek ara yapıların yani sınıfların yokluğu vurgulanmaktadır. bu da sınıflar ve sınıf mücadelesini yokluğu ile asya'nın ekonomik durağanlığını açıklamaktadır. böylece marx, ilk olarak, doğu despotizminin temelini topragın devlet mülkiyetinde olmasına bağlamıştır. bunu yaratan özelliği ise asya coğrafyasının iklim koşullarından kaynaklanan, verimliliğin ancak devletin ele alacağı büyük ölçekli sulama tesisleri ile sağlanabildiği üretim gereksinmesi olarak açıklamaktaydı. bu yapı içinde devletin toprağın tek sahibi olması toprak üzerinde özel mülkiyeti dışlıyor ve bu da devletin mutlak gücüne meydan okuyabilecek toprak sahibi bir sınıfın neden var olmadığını açıklayabiliyordu.

Ayrıntılı bir yorumla noktalayalım

asya tipi üretim tarzı (atüt) konusu uzun yıllar önce, özellikle sol aydınlarımız arasında çok tartışılmıştı; ama o tartışmalardan ne gibi sonuçlara varıldı, daha önemli olarak, türkiye'deki ekonomik- politik gelişimin yeri ve geleceği kesinlikle belirtildi mi? sanmıyorum. gerçekte bu sorun, geri kalmış ülkelerin, avrupa kıtasındaki mülkiyet biçimlerinin izlediği yolu geçmek zorunda olup olmadığı tartışmasından doğmuştu ve hatta bu tartışmalarda osmanlı toplumunun "sınıfsız bir devlet mülkiyeti" niteliğinden ötürü sosyalist sayılabileceği görüşü bile yer almıştı. sonra kapandı, unutuldu bu konu.

bilindiği gibi, ilkel komünist toplumdan özel mülkiyete geçişin, köleci, feodal, kapitalist ve sosyalist toplumlar çizgisi, beşli bir şema olarak verilir, yaygın bir tarihsel gelişme anlayışıdır. ama avrupa dışında bu tarihsel çizgiyi tam olarak bulmanın güçlüğü ortaya bir sorun çıkarmıştır: asyagil üretim tarzı, bu beşli şemanın hangi aşamasına sokulacaktır? sorunu ortaya atanlar, karl marx ile friedrich engels'tir. şunu hemen belirtmek gerekiyor ki, devlet elinde bir kolektif mülkiyet biçiminin egemen olduğu asyagil toplumlarda sınıflaşma olayı gerçekleşmişti. ama bu sınıflaşma, toplumsal çatışmayı doğuracak nitelikte değildi. tam tersine, kolektif mülkiyet biçimi böyle bir çelişkiyi önleyecek güçte olduğu için bu tür toplumlar durgun olarak nitelendirilmiştir. başka bir deyişle, asyagil toplum, bir üst düzeye geçmemekte direnmektedir. karl marx diyor ki, "üretici güçlerin henüz düşük, ama bir artı-ürün çıkmasını da sağlayan düzeyi temelinde, toprağın kolektif kalan mülkiyet biçimleri çevresinde, sınıflı bir toplumun ortaya çıkması." şu sözlere de bir göz atalım: "köleci ve feodal toplumlarda özel mülkiyetin varlığının, kapitalizme doğru evrimini kolaylaştırdığını, oysa, asyagil toplumlarda, kolektif mülkiyetin ayak diremesinin bunu engellediğini gösterir." şurası önemli, "ama bu, genelde asyagil toplumların bir çıkmaz oluşturdukları anlamına gelmez."

ilk sorun, asyagil üretim tarzının ve buna uygun olan despotizmin ya da askeri demokrasinin, dağılan ilkel komünist toplumla köleci feodal toplum arasında bir geçiş aşaması olarak mı, yoksa kendi başına, gelişme çizgisi dışı bir olay olarak mı inceleneceğidir. başka bir deyişle, asyagil üretim tarzı ile köleci feodal toplum biçimleri arasında organik bir ardışıklık var mıdır? friedrich engels'in şu sözünü okuyalım:

"gerçekten de tıpkı bütün doğu egemenlikleri gibi, türk egemenliği de, kapitalist bir toplumla uzlaşmayacak bir şeydir; çünkü elde edilen artı-değeri zorba valilerin ve gözü doymaz paşaların pençesinden kurtarmak imkansızdır; burada burjuva mülkiyetinin ilk temel şartını, yani tüccarın ve malının emniyet altında bulunması halini görmüyoruz."

konunun türk olduğumuz için özellikle bizi ilgilendiren yanına böylece gelmiş bulunuyoruz. friedrich engels'in bir asyagil üretim tarzı olarak gördüğü osmanlı imparatorluğu'nda valiler, paşalar gibi bir sömürücü sınıf vardı, fakat bunun yanında mülkiyet, kolektifti, devletindi. köleci feodal sınıflı toplumlar dışında, buna, ilk sınıflı toplum biçimlerinden biri diye bakabiliriz. bu tarz bir üretim biçiminin yürürlükte olduğu toplumun, tarihsel olarak, köleci üretim tarzından önce geleceği doğrudur. ama bunların arasında organik bir ardışıklık yoktur. başka bir deyişle, köleci ve feodal üretim biçimleri, kapitalizme yol açıcı aşamalardır, ama asyagil üretimi biçiminde bu tür bir aşamayı bulamayız.

'durgun toplum' tanımını, tarihi başlatan ve yürüten en önemli çelişki, yani üretici güçler ile üretim ilişkileri arasındaki çelişki açısından çözümlemeye kalkarsak, diyeceğiz ki, örneğin osmanlı toplumunda zaten az olan artı-değerin sadece devlete gitmeyip, valiler ve paşalar elinde kalması, köylü ile vergi toplayıcı arasında zaman zaman gerilimler yaratmasına karşın, bir üretim araçları, üretim ilişkileri çelişkisini doğurmaz; tam tersine, osmanlı köylüsü zaman zaman başkaldırdı ise, bu başkaldırı, devlete karşı değildir, onu korumaya 'nizam-ı alem'i yaşatmaya yöneliktir. böylesi bir devlet korumacılığına, devlet yüceltmeciliğine, devlet büyütmeciliğine, batı sivil toplumda rastlamak olanaksızdır.

sonra da bu durgun durum, devlete, dış artı sağlama zorunluluğunu yükler, böylece asyagil üretim tarzı da sürer gider. demek devletin korunması, gelişmemiş bir üretim ve dış artık sağlama öğeleri, bu tür toplumların başlıca karakteri olmakla kalmaz, geleneksel bir ahlakı da oluşturur. nereye kadar? devlet görevlilerinin, sömürme yetkilerini, sömürme hakkına dönüştürerek, kolektif devlet mülkiyetine dayanan sınıflı toplumdan, özel mülkiyete dayanan sınıflı topluma geçilinceye kadar.

burada belirtmenin sırası geldi, devlet anlayışı, bu iki ayrı toplum biçiminde tümden birbirine karşıttır. şöyle ki, batıda devlet sınıflara dayandığı halde, asyagil toplumlarda sınıflar, devlete dayanır. işte doğu despotizminin temeli budur. "doğu despotizmi çerçevesinde, eğer zor kullanılacaksa, her şeyden önce kurulu düzeni değiştirmek isteyenlere karşı kullanılır... doğu despotizmi ve asyagil üretim tarzı çerçevesinde toplumsal devrim olanaksızlığını da bu açıklar!"

öyle ise şimdi, sivil toplumun ne olduğu konusuna gelebiliriz: "kolektif topluluk mülkiyetine dayanan ilkel sınıfsız toplumdan, özel mülkiyete dayanan sınıflı topluma geçişin önemi" şuradadır ki, "sınıflı toplumun yurttaşlar toplumu olarak, devletin entelektüel ve moral temeli durumuna geldiği ve dolayısıyla, devleti toplumun özeti durumuna, politik toplum durumuna dönüştüren üstyapısal uğrak, sivil toplumdur... kolektif devlet mülkiyetine dayanan asyagil sınıflı toplumda sivil toplum oluşamaz."

Çin'de 20 Milyon İnsanın Kısa Sürede Ölmesine Sebep Olan Tarım Felaketi: Büyük Atılım