TARİH 8 Şubat 2024
20,7b OKUNMA     191 PAYLAŞIM

Osmanlı Tarihi Açısından Bir Dönüm Noktası Olan Padişah: Yavuz Sultan Selim

I. Selim'in (Yavuz Sultan Selim) 8 yıl kadar süren saltanat dönemi, Osmanlı tarihi açısından bir dönüm noktasını teşkil eder.

yavuz ismiyle müsemma olan 1. selim'in 8 yıl kadar süren saltanat dönemi, osmanlı tarihi açısından bir dönüm noktasını teşkil eder. zira vefatının akabinde kemalpaşazade'nin mersiyesinde ifade ettiği gibi, ömrü ikindi güneşi gibi kısa sürmüş lakin gölgesi uzun olmuştur.

yine yavuz'un bu kadar kısa bir zaman zarfı içerisinde saltanatının büyük bir kısmını seferlerde geçirmiş olması ve gerçekleştirdiği büyük fetihler, osmanlı tarihinde farklı ve hayranlık uyandıracak bir iz bırakmasına da sebebiyet vermiştir. bilhassa doğu meselelerini ele alışı ve bunlara kesin çözüm bulma çabalarıyla dikkat çekmiştir. aynı zamanda safevi tehdidini önlemesi ve onlara karşı ileride osmanlı dini düşüncesinin sınırlarını tayin edecek ölçüde katı sünni anlayışı öne çıkartması, osmanlı siyasi ve sosyal hayatında da mühim bir dönüşümün habercisi olmuştur.

memluk devleti'ne son verişi ise islam dünyasının tek bir bayrak altında toplanması projesinin ilk önemli adımını teşkil etmiştir. bu sayede osmanlılar, önemli bir dini misyonun temsilcisi olarak şöhret kazanmıştır. selim'in, islam dünyası üzerinde bütünleştirici bir lider sıfatına haiz olması, dönemin çağdaş bazı kaynaklarınca "hilafet tahtının sultanı" şeklinde anılmasına da olanak tanımıştır. yine resmi belgelerde ise mekke ve medine'nin koruyucusu unvanıyla zikredilmiştir.

selim'in çağdaşı olan kemalpaşazade onu; "sahib - kıran - ı alem", "kahraman - ı kurum - ı rum" şeklinde anarken fatih sultan mehmet'ten beri kullanılmakta olan han, kayser ve sultan gibi sıfatlara bu defa da "cihan fatihi" olarak "sahib - kıranlığı" eklemektedir.
bilindiği üzere sahib - kıranlık, dünya yüzünde büyük cihangirlik sevdası güdenler için kullanılan ve bilhassa timur ile başlatılan bir unvandır. ancak zaman içerisinde kimi hükümdarlar tarafından timur'a benzetilmek adına abartılı bir biçimde ve bilinçsizce kullanılmıştır. lakin mevzubahis selim olduğunda kemalpaşazade veyahut selimname'nin yazarı olan celalzade gibi isimler mezkur unvanı, "cihangirlik" çerçevesi içerisinde ve yerli yerinde kullanmışlardır.

yavuz sultan selim'in kızıldeniz ve hint okyanusu'na dair tasarrufları olmadığına dair yapılan eleştiriler ise onun kısa süreli saltanatını doğru şekilde muhakeme edemeyenlere ait olan düşüncelerdir. zira yavuz'un mukaddes yerleri koruma altına alma fikrinin dolaylı yoldan kızıldeniz'i de içine almakta olduğu ve hint okyanusu'na açılmakta bir kapı sağladığı gözden kaçırılmamalıdır. aynı şekilde osmanlı devleti'nin siyasi bakımdan selim'den almış olduğu bu merhale, içeride sistemli bir idari yapının da tesisini gerektirmiştir. onun bu amaçla bazı yeni ekonomik ve idari uygulamaları devreye soktuğuna dair önemli karineler mevcuttur. bununla beraber tatbik ettiği ticari ambargonun yalnızca iranlı ve arap tacirlere karşı değil, osmanlı ticareti için de hayli sıkıntı verici olduğu kolayca tahmin edilebilir. hiç şüphesiz mısır ve hinterlandının ele geçirilişi, kadim dünyanın beynelmilel ticari yol şebekesinin kontrolünü önemli ölçüde osmanlı denetimi altına vermiştir. ayrıca yine yavuz devrinde özellikle askeri alanda da yeni düzenlemelere gidildiği aşikardır. tersanenin genişletilmesi, yeni bir donanmanın hazırlanması, hafif ateşli silahların etkin kullanımı bir bakıma osmanlı kara ve deniz kuvvetlerine müteveccih olarak mezkur dönemin mirasıdır.

yavuz lakabının şahsında "yaramaz, haşin" anlamından çıkarak "haşin, sert, eğilmez" tarzında biraz da müspet bir mana kazanmaya başladığı selim, osmanlı kaynaklarında orta boylu, çatık ve sert bakışlı, sakalsız lakin gür ve uzun bıyıklı, yuvarlak yüzlü, koç burunlu, kendisini halkın işin vermiş, ne harem ne de işrete düşkün, günlerini ava çıkmak ve silah kullanmak ile geçiren bir hükümdar olarak tavsif edilir. bilhassa minyatürlerde söz konusu fiziki şekli açık şekilde kendisini gösterir. batılı kaynaklarda ise kısa bacaklı, uzun gövdeli, yuvarlak yüzlü, büyük ve parlak gözlü, siyah ve sık kaşlı, pala bıyıklı olarak tanımlanır. bununla birlikte ona atfedilen başında on iki dilimli tac ve kulağında küpe bulunan resmin şah ismail ile karıştırıldığı söylenebilir. zira şah ismail de safevi minyatürlerinde ilginç bir biçimde selim'e benzer şekilde sakalsız ve pala bıyıklı olarak resmedilmiştir. muhtemelen bu karışıklıklar batılı ressamların muhayyilesinde kendisini iyice belli etmiş, görmeden yapılan hayali çizimler kopyalana kopyalana çoğalmış ve nihayetinde aslından bir hayli farklı sultan selim portreleri ortaya çıkmıştır. nitekim yavuz'un ilk küpeli resmi, bir batılı madalyon üzerine kazınmış portrede ve 1530'larda erhard schoen tarafından yapıldığı anlaşılan bir gravürde görülür. bilahare mezkur model tekrarlana gelmiştir. hemen hemen bütün resimleri sakalsızdır ve 16. asır tarihçilerinden giovio, onun "hiçbir işe yaramayan gür bir sakal bırakıp sonra da bunu bir asa / maşa gibi tutsunlar diye etrafındakilerin eline bırakamayacağını söyleyip sakalını tamamen kesmiş olduğunu" ifade eder. bunun siyasi bir söylem olduğu aşikardır ve mevzubahis ifadeyle padişahın hiç kimsenin etkisi altında kalmadığı ifade edilmek istenmiştir.

her türlü silahı çok iyi kullandığı ve yetkin bir avcı olduğu da zikredilen selim'in avlanmak adına zaman zaman bulunduğu yerden ayrıldığı ve birkaç ay süren sürek avlarına çıktığı bilinmektedir. aynı şekilde bu merakını oğlu süleyman'a da miras bırakmış gibi gözükmektedir. devlet işlerini sıkı bir biçimde takip ettiği, tasarılarının ivedilikle yerine getirilmesini istediği, son derece disiplinli ve kararlı olduğu, kan dökmekten çekinmeyen sert bir mizaca sahip bulunduğu, ancak sözünün eri, nazik tabiatlı ve zarif sözlü olduğu da ifade edilen yavuz'un gösterişten ve şatafattan haz etmediği yine muhtelif anekdotlarda yer almaktadır. örneğin oğlu süleyman'ı süslü elbiseler içerisinde gördüğünde azarlaması yaygın bir rivayettir. öte yandan bilhassa yanındaki devlet adamlarıyla olan ilişkilerinin mütemadiyen problemli olduğu da bilinmektedir. ayrıca selim'in istekleri yerine getirilmeyince veyahut geciktirilince maiyetine karşı son derece sert davrandığı ve hataları kolay kolay affetmediği yine muhtelif kaynaklarca aktarılmaktadır. nitekim karşı karşıya kalınan meselelerde yetersiz gördüklerini en sert biçimde cezalandırmaktan çekinmediği bilinen sultanın hışmından hemdem paşa, hüsam paşa, koca mustafa paşa, dukakinzade ahmed paşa ve yunus paşa gibi isimler canlarını kurtaramamışlardır. aslına bakılırsa avrupa'da da (bkz: henry viii) müstebid bir idareyi benimsemiş hükümdarların bu kabil davranışlar sergiledikleri malumdur. selim'in özellikle bu yönünün çok fazla ön plana çıkarılmış olması, bir bakıma dönemin batılı kaynaklarının genel itibariyle osmanlılara bakışının farklı bir yansıması olarak da değerlendirilebilir. mevzubahis intibanın bilhassa sözlü gelenek içerisinde en yaygın yansıması ise "dilerim ki sultan selim'e vezir olsun." vecizesidir. aslında burada ima edilmek istenen husus, padişahın tutumundan çok vezirlerin durumunu ortaya koymaktır.

yukarıda da bahsini geçirdiğimiz üzere batılı kaynaklarda daha çok merhametsizliği ve kan dökücülüğü öne çıkarılmış olsa da muhtelif elçilik raporlarında yavuz'un bilhassa adaleti ile maruf olduğuna da yer verilmiştir. daha 1512'de bir venedik elçisi, onun yalnızca fütuhatı düşündüğünü ve savaşa dair işler ile uğraştığını aktarır. bununla beraber sert sözlerine muhatap olup da ısrarla doğru bildiğini söyleyenleri ise takdir ettiği konusunda yine kaynaklarda bir bölümü menkıbevi tarzda nakledilen hikayelere de rastlanmaktadır.

selim'in mısır'ı ele geçirmesinin akabinde bölgede sosyal ve idari alanda yeni bir yapıyı başlatması, bilahare hakkında değişik rivayetlerin yayılmasına da vesile teşkil etmiştir. her şeyden önce onun mısır'da adeta beklenen bir mesih gibi algılanmış olduğu vurgulanmaktadır. zira o 250 yıldır alışılmış idareyi yani memlük devletini yıkmış ve böylece yerleşik bir düzeni kökünden değiştirmiştir. binaenaleyh mısır vakayinamelerinde selim, tarihi değiştiren büyük bir kahraman gibi gösterilmiştir. aslında bu durum osmanlı kaynaklarında yer alan yavuz imajından çok da farklı değildir. zira o savaşlarda hiç yenilgiye uğramamış, allah'ın teyidine mazhar olmuş bir hükümdar olarak tanıtılmıştır. istanbul'un fethi neyse, kahire'nin alınışı ve mekke ile medine'nin üzerinde himaye kurulması da aynı anlamda olacak şekilde bir algı yaratılmış, bu bağlamda selim'in şahsında mezkur hadiselere efsanevi bir hüviyet kazandırılmıştır.

yavuz'un bilhassa mısır seferi esnasında yol üzerinde ve şehirlerde bulunan müslüman büyüklerin türbelerini, mezarlarını ziyaret etmesi ve onlara karşı duyduğu saygıyı belirtmesi mısır'daki imajı bakımından son derece önemli bir etki yaratmıştır. onun uzak diyarlardan gelerek ülkede adil düzeni ihya eden bir çeşit modern baybars olarak tanımlanması dikkat çekicidir ve şahsında eski memlük gücü yeniden dirilmiş olarak farz edilmiştir. öte yandan yine selim'in mısır'da hizipleşmenin oluşmasında pay sahibi olduğu yolunda bilahare zuhur etmiş değişik mitlerin ortaya çıktığı görülmektedir. nitekim ülkenin iki büyük fırkası olan zülfikariye ve kasımıye'nin tohumlarının yavuz'un kahire'de bulunduğu sırada atıldığı yolunda muhtelif hikayeler mevcuttur. selim'in huzurunda karşılıklı olarak teke tek çarpışarak cündiliklerini sergileyen zülfikar ve kasım beyler, ileride ortaya çıkan iki hizbin kurucuları olarak addedilir. binaenaleyh bu doğuş mitinde yavuz'un ayrı bir yeri bulunmaktadır. bir bakıma o mısır'a geldiği andan itibaren mevcut nizamı kökten değiştiren ve aynı zamanda katalizör rol oynayan bir figür olarak resmedilmektedir. böylece daha önce de bahsettiğimiz üzere "tarihin akışını değiştiren" efsanevi büyük hükümdarlar arasına girmiştir; yalnızca büyük iskender değil, adaletiyle nam salmış meşhur sasani hükümdarı anurşivan ile de özdeşleştirilmiştir.

alimler ile sohbet etmeyi ve muhtelif siyasi meselelerde mezkur kimseler ile diğer devlet erkanının görüşlerini almayı prensip haline getirdiği bilinen 1. selim'in çok okuduğu, kütüphanesindeki tüm kitapları baştan sona birer kere okuyup bitirdiği, hatta gözlük taktığı ve gece geç saatlere kadar tefekküre daldığı yine osmanlı kaynaklarınca okuyucuya aktarılan ifadeler arasında yerini almaktadır. bilhassa tarihe büyük merakı bulunduğu, farsçayı çok iyi bildiği, arapçaya ve tatar lehçesine de aşina olduğu bilinmektedir. farsça şiirlerini ihtiva eden bir divan'ı olduğu bilinen yavuz'un, aynı zamanda türkçe yazılmış şiirlerine de bazı tezkirelerde rastlanmaktadır. kitaba olan merakı gerek kardeşi şehzade korkut'un manisa'daki kütüphanesini istanbul'a taşıttırmasından, gerekse iran ve mısır seferleri esnasında saraylarda ve kalelerdeki bazı şahsi kütüphanelerin sayımını yaptırıp tespit ettirmesinden anlaşılmaktadır. özellikle sefer sırasında kaybolan kitaplarını araştırtması ve halep kalesi'nde bulunan kütüphanedeki kitapların listelerini düzenletmesi dikkat çekicidir.

sultan selim'in özel hayatı ile alakalı ise şu veya bu sebepten mütevellit kaynaklar sessizliğini korumaktadır. vefatı sırasında hayatta kalan tek oğlu, ileride kanuni ismiyle nam salacak olan süleyman'dır. tarihçi ali, selim'in şehzadelik yıllarında cariyeden doğan bir oğlunu gizlediği ve bu kimsenin üveys paşa olduğu hatta süleyman'ın da bu durumdan haberdar olduğu rivayetini aktarır. yine yavuz'un ismi bilinen tek hanımı hafsa sultan'dır. ayrıca kaynaklar ayşe sultan adlı birinden daha bahsetse de kendisine dair teferruatlı bir malumat bulunmamaktadır. selim'in kızları ise beyhan sultan, fatma sultan, hafsa sultan, şah sultan ve hanım hatun'dur.

yavuz sultan selim'in hayatına ve faaliyetlerine dair daha fazla bilgi edinmek isteyenlere feridun mustafa emecen'den yavuz sultan selim adlı eseri tavsiye ediyorum.