FELSEFE 19 Eylül 2025
2,9b OKUNMA     81 PAYLAŞIM

Nietzsche ve Hinduizmin Kutsal Metinleri Upanişadlar Arasındaki Az Bilinir Bağlantı

Batı felsefesinin kilit isimlerinden Friedrich Nietzsche ve Hinduizmin temellerinden sayılan Upanişadlar arasında bağlantı kuran kişisel bir yazıyı iletiyoruz.

nietzsche'yi anlamanın yolu schopenhauer'dan, schopenhauer'ı anlamanın yolu upanişadlar'dan geçer.

(bkz: batı felsefesindeki görünmez doğu iplikleri)

batı felsefesini çoğu zaman kendi içine kapanmış, yalnızca avrupa'nın iç devinimlerinden doğmuş, atina'nın mermer sütunlarından başlayıp paris'in salonlarında, berlin'in kürsülerinde şekillenmiş bir hikâye olarak tahayyül ederiz; oysa bu tahayyül, yüzeydeki pürüzsüzlüğüyle göz kamaştıran ama derine inildikçe çatlakları ortaya çıkan bir yanılsamadır. çünkü biraz kulak kabarttığımızda, bu düşünce tarihinin kalbinde çarpan nabzın yalnızca aristoteles'in mantığı ya da descartes'ın kesinliği olmadığını, himalaya'nın sisli doruklarından yankılanan seslerin, ganj kıyılarında mırıldanılan ilahilerin, upanişadların sessiz ama derin dizelerinin de batı metafiziğinin damarlarında dolaştığını fark ederiz. avrupa'nın kendisini kendi aklıyla kurduğunu iddia eden büyük anlatının içinde, fark edilmeyen ama sürekli işleyen doğu iplikleri vardır; schopenhauer'ın elleriyle batı'ya taşınan bu iplikler, nietzsche'nin felsefesinde yeni bir dokumaya dönüşür ve yaşamın bütün çelişkileriyle onaylanması gerektiğini haykıran bir felsefeye temel olur.

schopenhauer, 19. yüzyılın karamsar metafizikçisi olarak, batı'da hint ve budist düşünceyi ciddiyetle ele alan ilk büyük figürlerden biridir. onun dikkatini en çok çeken metinler upanişadlar'dır; burada mutlak gerçeklik olarak kavranan brahman, görünür dünyanın ardında saklı duran maya ve varoluşun hiç bitmeyen döngüsünü simgeleyen samsara kavramları, onun felsefi evrenine derin izler bırakır. schopenhauer “irade”yi (der wille) dünyanın özünde işleyen, kör, doyumsuz ve akıldışı bir güç olarak tanımlar; bu kavrayış, avrupa'nın yüzyıllardır süregelen rasyonalist geleneğini yerinden eder, aklın düzenleyici kategorilerinin ötesine taşar, doğu'nun sezgisel metafiziğini batı'nın kavramsal aygıtlarıyla yeniden tercüme eder.


bu nedenle schopenhauer'ın felsefesi, neredeyse budist sutraların batılı bir dile çevrilmiş versiyonu gibidir

çünkü hayatın özü acıdır, tıpkı budizm'in dört yüce hakikatinin ilkinde dile getirildiği gibi, ve kurtuluş ancak iradenin olumsuzlanması, arzuların söndürülmesiyle mümkündür. schopenhauer'ın felsefesi, ilerleme ve akılcılık çağında büsbütün farklı bir yol açar: özgürleşme, istemin bastırılmasında, arzuların dizginlenmesinde ve varoluşun kök acısına teslimiyetin bilgeliğinde aranmalıdır. hegel'in akıl tapınağının tam karşısına, buda'nın dingin sessizliğini yerleştirir; böylece batı'nın ilerleme mitini çökerten ve varoluşu acı temelinde kavramsallaştıran bir karşı-anlatı kurar.

nietzsche ise hocasının mirasını yalnızca devam ettiren bir öğrenci değil, onunla hesaplaşarak kendi felsefesini inşa eden bir polemikçidir

schopenhauer'ın “irade” kavramını alır, fakat onu büsbütün dönüştürerek “güç istenci”ne çevirir. schopenhauer'ın çağrısı, acının yükünden kurtulmak için iradeyi reddetmekti; nietzsche'nin cevabı ise, acıyı yaşamın ayrılmaz bir parçası, hatta en verimli dinamiği olarak kucaklamaktı. ona göre mesele, varoluşun ağırlığını taşımak değil, o ağırlıkla dans edebilmekti; acıyı yok etmeye çalışmak değil, onunla büyümek ve güçlenmekti. işte bu yüzden amor fati, kaderi sevmek, nietzsche felsefesinin özünü oluşturur. onun en özgün kavramlarından biri olan ebedi dönüş, yüzeyde doğu'nun döngüsel zaman anlayışını çağrıştırsa da, nietzsche'de bu döngü, varoluşun yükünü tekrar tekrar taşımak değil, aynı hayatı yeniden ve yeniden sevinçle onaylamak anlamına gelir.


böylece schopenhauer'ın doğu'dan ithal ettiği kavramlar, nietzsche'de yeni bir form kazanarak batı felsefesinin sınırlarını zorlar. bu zincir, batı düşüncesinin kendi içine kapalı, kendine yeterli bir gelenek olduğu mitini yıkar. aslında felsefe tarihi, görünürde tek bir kıtaya aitmiş gibi anlatılsa da, gerçekte kıtalar arası etkileşimlerin, görünmez ipliklerin, uzak coğrafyaların sessiz yankılarının ördüğü bir dokudur. schopenhauer'ın doğu'dan taşıdığı “işletim sistemi” üzerinde nietzsche'nin devrimci “uygulamalarını” çalıştırması, düşüncenin tek bir uygarlığın mülkü değil, sürekli yeniden kodlanan, melezleşen, çoğalan bir insanlık mirası olduğunu gösterir.

bu yüzden nietzsche'yi anlamak isteyen, schopenhauer'a; schopenhauer'ı anlamak isteyen ise upanişadlar'a dönmek zorundadır

çünkü felsefenin tarihi, yalnızca avrupa'nın iç devinimlerinin değil, insanlığın müşterek arayışlarının, farklı uygarlıkların birbirini dönüştürerek yarattığı kavramsal mirasın tarihidir. ve belki de asıl devrim, batı'nın en radikal fikirlerinin bile kökeninde doğu'nun sessiz ama kalıcı yankılarının bulunduğunu fark edebilmektir.