Andy Weir'ın Yumurta Hikayesi Felsefi Açıdan Ne Anlatıyor?
yumurta teorisi: 2009'da the martian'ın yazarı andy weir'in kısa bir öykü olarak ortaya koyduğu, ama sonrasında internet kültürünün en çok tartışılan felsefi fikirlerinden biri haline gelen teori/anlatı.
andy weir'in kaleminden çıkan küçücük bir öykü, aslında insanlığın en eski sorularından birine verilen en radikal yanıtlardan biri haline geldi: ben kimim, biz kimiz? yumurta teorisi'nin iddiası çarpıcıdır; dünyada yaşamış ve yaşayacak herkes aslında tek bir bilinçtir. sen yalnızca sen değilsin, annen de sensin, baban da, sevdiğin de, nefret ettiğin de. tarihteki krallar, köleler, katiller, kurbanlar, bilginler, cahiller… hepsi senin başka bir masken, başka bir deneyimin.
öykünün kurgusu yalın görünür, fakat metaforu ağır bir iz taşır. öykünün merkezinde, öldükten sonra tanrı ile konuşan bir adam vardır. tanrı ona şöyle der: “sen henüz doğmamış bir tanrısın. olgunlaşabilmen için bütün hayatları yaşaman gerek. insanlığın tarihi bu yüzden var; dünya bir yumurta ve sen onun içinde büyüyorsun.” böylece varoluş, tekil bir macera olmaktan çıkar; her insanın yaşadığı acı, sevinç, ihanet ve merhamet aynı bilincin yolculuğuna dönüşür.
bu bakış açısı ahlakı kökten değiştirir. çünkü eğer karşındaki de sensen kimseye zarar veremezsin; her tokadı kendi yüzüne indirirsin, her iyiliği yine kendi ellerine verirsin. empati artık bir erdem değil, varoluşun kaçınılmaz gerçeğidir.
felsefi çağrışımlar bu noktada çoğalır. platon'un mağara alegorisi ister istemez akla gelir. gölgelerin dünyasında yaşayan mahkumlar gerçekliği yalnızca duvara yansıyan siluetlerden ibaret sanır. oysa zincirlerinden kurtulup dışarı çıkan biri güneşi görür ve hakikatin çok daha geniş olduğunu anlar. yumurta teorisi de böyle okunabilir. bizler gölgelerde yaşayan bilinç parçalarıyız ama hepsi aynı özün yansımalarıdır. kabuk kırıldığında, bütün deneyimlerin ağırlığıyla güneşe çıkılır.
felsefe tarihine baktığımızda bu düşünce bize yabancı değildir. budizm'de benlik yanılsamasının aşılmasıyla ulaşılacak birlik hali yumurta teorisi'nin tınılarını taşır. spinoza'nın doğa ve tanrı'yı aynı özün iki yüzü olarak gören panteizmi burada tek bir bilinç fikriyle paralel bir damar açar. elbette spinoza'nın felsefesi birebir “tek bilinç” iddiasına indirgenemez; bu daha çok çağrışımsal bir benzerlik olarak okunabilir. hatta platon'un idealar kuramındaki olgunlaşma yolculuğu ruhun bütün deneyimleri tüketerek daha yüksek bir hakikate hazırlanmasıyla örtüşür.
nietzsche'nin sonsuz dönüş fikri de bu çerçevede belirir. ona göre hayatımız sonsuz kez aynı şekilde tekrar ediyorsa her eylemimizin sorumluluğu da katmerlenir. yumurta teorisi'nde ise tekrar eden şey yalnızca senin hayatın değil, herkesin hayatıdır. sonsuz dönüş burada bütün insanlığın döngüsüne genişletilir. bu da etik sorumluluğu mutlaklaştırır çünkü sen yalnızca kendi yaşamını değil, herkesin yaşamını tekrar tekrar yaşamak zorundasın. burada da doğrudan bir felsefi eşleşmeden çok, düşünsel bir çağrışım ve yorum söz konusudur.
güncel kozmoloji tartışmaları da bu metaforu destekler gibi görünür. evrenin 13,8 milyar yıl önceki ışığını gözlemleyen james webb teleskobu bize aslında geçmişi gösterir. yumurta teorisi de benzer biçimde bütün zamanların tek bir bilinçte toplandığını söyler. kozmolojinin çoklu evren hipotezleri her olasılığın başka bir evrende gerçekleştiğini iddia ederken yumurta teorisi tek bir evrende bütün ihtimallerin tek bir varlıkta birleştiğini öne sürer.
ne var ki bu parlak hayalin gölgesinde daha zorlu sorular da yükselir. nörobilim bilincin bireysel beyinlerin ürünü olduğunu söylerken tek bir ruh iddiası bilimsel kanıtlardan yoksundur. ayrıca etik açıdan da gri bölgeler açılır. eğer katil de, kurban da sensen, (senin başka yüzlerinse) kötülük nasıl yargılanacaktır? ibrahimî dinlerde bireysel sorumluluk ve hesap esastır. yumurta teorisi bu bireyselliği silerek ilahi adalet fikrini tartışmaya açar.
tüm bu çelişkilere rağmen teorinin cazibesi tam da bu yabancı bakıştan beslenir. bir anlığına bile olsa herkes aslında benim diye düşündüğünde başkasına bakışın değişir. birine bağırmadan önce onun gözlerinden dünyaya bakmayı, birini yargılamadan önce onun çocukluğunu, korkularını, acılarını yaşamış olmayı hayal etmeyi sağlar.
sonunda mesele inanç değil, bu hikayenin açtığı ufku deneyimlemektir. dünya bir yumurta ise kabuğu kırana kadar sınırlı görünür; ama kırıldığında bambaşka bir gerçekliğe açılır. belki de insanlığın bütün hikayesi tek bir bilincin kendi hakikatine uyanmasından ibarettir.