Jordan Peele'nin Beklentinin Hakkını Vermeyen Filmi Nope'un Derin İncelemesi
Mevzuya yönetmenlerin bireysel meselelerinden başlayalım
şimdi... bu jordan arkadaşın ta*ak muhabbeti çok güzel. üzerine özellikle twilight zone'de nerelerden beslendiğini, nelere özellikle odaklandığını sosyal medyada yazıp çizmiştik. önceki filmleri keza. bu sinema gösteri işinde bir mevzu var: özellikle çok şeyler seyretmiş adamlara bakarsak misal tarantino, james wan, şunu görüyoruz. bu adamlar çocukluklarından beri belli başlı aromaların şekerine, tuzuna, baharatına uyanmış, finalde meslek erbabı olunca da işin cilveli kısmına çok da elleşmeden kendi meşreplerince bir şeyler ortaya koymuşlar.
bir de seth rogen ve kevin smith tayfası var. bunlar ziyadesiyle pop kültürüne hakim tipler. yine kendi odaklandıkları bazı meseleler var. ona göre kah rezil, kah vezir takılıyorlar. tabi bu arkadaşların dünyalık halinde neye karşılık geldiğini -tüm eziklikleri ve zekalarıyla beraber- bir noktadan sonra çözüyorsunuz.
spike lee'ye ayrı bir parantez açmak lazım. siyah olmak, new yorker olmak üzerinden. sonra işte kilisesi, gettosu neye tekabül ediyor, bu arkadaş kime, neye kıl, zanaatinin ustalığı, cemiyeti falan da filan.
şimdi bu filmle anladık ki jordan reyiz ahbabı seth rogen gibi şahane bir prodüktör olacaktır eteğindeki taşları döktükten sonra. hani diyorlar ya m. night shayamalan için "aga bu nedir" gibisinden, hah gidişat o tarafa doğru.
arkadaşlar bu sinemada gösteri hadisesi sadece sizin fikrinizin orijinalliğine, çok önemli evrensel bir konuyu ver etmenize, literatürü tencereye su ekler gibi ufak şakalarla boca etmenize bakmaz. bunların hepsi vardır içinde evet, ancak işte şeylerin dozajı, yeri, zamanı ve bir ürün olarak sunumu çevresinde nice eşyanın/hizmetin tabiatına özgü detaylarla bir son çıktı haline bürünür meret. ha arthouse'u, oscar yanlaması, indie kolpası, fırsat transferi kılı yünü var. ancak işte o da sizin pozisyonunuza ve o pozisyondan oluşan beklenti/hedef skalasına doğru noktada çarpmak durumunda. o ayarını kaçırınca form değiştiriyor sanatçı ve çıktı.
velhasıl kendi adıma kişisel sebeplerle nispeten keyifli bir deneyim olan bu film, çağlayan birikimini "ortamı boş bırakmayalım" hesabı bir fikir üzerinden vasat bir single çıkarmış, terimiz soğumasın tadında bir yapıma dönüşmüş. çevresinde hayvan gibi zeki adamlar olduğuna eminim jordan peele'nin. böyle bir silkeleme işi yapmasına da sevindim ne yalan söyleyeyim. yalnız ego ele avuca sığmaz bir dalga olduğundan motoru soğutmak daha hayırlı olur kanısındayım. erken gelen büyük başarı sonucu peele kendisinden önce binlerce sanatçının, entelektüelin girdiği bir yola girmiş belli ki.
sanırım robery young'dı, "modern antroplojik kültür kavramı, sınıf ve ırk çatışmasının bağrında doğdu" demişti
18. ve 19. yüzyıldaki keskin değişimler, sömürgeci güçlerin şekillendirdiği bir dünyanın antropolojisine bakarken kültür fikrinin ırkçı ideolojiye ne denli içli dışlı olduğunu görmek için yeterli aslında. 20. yüzyılda ve oradan bugünlere uzanırken ve bazı yazar, yönetmen yani sanatçıların ısrarla örtük izlerini aralamak için ısrarla vurgu yaptıkları ırkçılık gibi kavramların bugünlerde tekrardan kültür kavramı ekseninde hortlaması ya da sözde eşitlik ve demokrasi temsili olarak tüm dünyaya küresel kültürün bir parçası olarak satılan politik doğruculuk gibi kavramların ardına gizlenerek kendine başka ifade biçimleri bulması tesadüf değil. kültür kelimesinin kökenlerinden biri latincede işgal etmek, yerleşmek anlamlarına gelen colere fiilinden geliyor mesela. böylesine bir sözcüğün altından böyle pis kokular, anılar saçan bir anlamın ortaya çıkması da tesadüf değil kesinlikle. ironiyi anlamak için de aynştayn olmaya gerek.
terry eagleton, kültür kitabında sömürgecilerin sömürge halkları baskılayıp, köleleştirirken aynı zamanda egzotikleştirdiğinden söz eder. örneğin irlanda'nın durumuna uygun olarak gücünü kaybeden keltlere sınırsız bir şiirsel önem atfedilir. afrikalıların, kızılderililerin ya da dünyada sömürgeleştirilip, tutsak edilip, yok edilen her halkın geçmişiyle ilgili bir tür ağıda dönüşen ve onu sömüren faydacı uygarlığın orada hayalini kurduğu egzotik bir yuva hayali vardır. uygarlığın temsili olan batı kolonyalizminin kültür sahibi yerli halkların yuvasını işgal etmesindeki bilinçaltı temsili böyle oluşur. yani kabaca ifade etmek gerekirse sömürgeciler uygarlığa, sömürülenler tüm yerleşiklikleri ve kapalılıklarıyla kültüre sahiptir.
tüm bunları 3 filminde de sözde bu dertleri kendine meşgale edinen jordan peele'inin filminin tematik dertlerini biraz olsun açabilmek için yazdım
zira peele bir sinemacı olarak filminde maalesef bu dertleri açmak, aralamak, izah etmek, metaforik, sembolik ya da metonomi bağlamında izah etme noktasında oldukça zayıf, kafası karışık, izleği belirsiz, yönü olmayan bir film yapmış. ortaya karışık, içine ne varsa koydum, nasıl olsa çok bilmiş kültür yorumcuları, freudçular, psikanalizciler, komplo teorisyenleri benim aklıma bile gelmeyen fiyakalı okumalar yaparlar ve ben de tüm vakurluğumla işime gelenleri onaylarım tadında bir yaklaşım bu. tür karmasının yanına öykündüğü birçok iyi sinemacının (örneğin david lynch ya da david cronenberg) sinemasal yaklaşımlarını kopyalayıp sözde özgünleştirdiğini düşünerek ve elbet özellikle siyahi kanadın (normal olarak) sinemasına duyduğu katıksız güvenin sarsılmazlığına da sırtını yaslayarak uçabildiği kadar uçmuş.
sorun türler, sinemasal yaklaşımlar arasında yaptığı gezintiler değil
sorun tam da yazının başında kültür tarihine küçük bir referans yaptığım haklı olmanın verdiği güvenle filmi için onu gerçekten benzerlerinden ayıracak, orijinalleştirecek bir anlatımı tutturaması. o anlam arayışından, onu izah etmekten ziyade onu izah etmenin ruhundan, kültürüden, edebiyatıntan, öykücülüğünden yoksun teknik bir üslupla anlatmaya çalışması. yani tıpkı uygarlığın yok ettiği ruhun yerine koymaya çalıştığı bilimin anlamdan uzak bir parçası gibi işlemesi. parçalı, fragmanter, bağlamsız ve onu değerli kılacak tutkusunu, duygusunu, retoriğini izah edecek pathostan yoksun olması. bir sürü anlamsız parçanın bir kültür tarihi yorumu olarak bir araya getirilip postmodern anlatının, zamanın cüretinin verdiği yetkiyle böyle incelik, duyarlılık ya da ince işçilikten uzak bir şekilde sadece etkileyici ya da şaşırtıcı olmak dışında bir meyyal bulamaması cidden üzücü. zira tıpkı eleştirisini yaptığı kolonici batılı gibi o da müşterisiyle bir sömürü ilişkisi içine giriyor. fiyakalı olmaya çalışırken hakikatin sabitini ıskalıyor. anlatısını büyük anlarla güçlü kılmaya çalışırken insana dair tinsel, metafizik, egzotik alanın varlığını tümden yok sayıyor. ideolojik metaforları idealize edici bir eksen gibi allayıp pullayıp birbirinden bağımsız parçaların içine rastgele savururken tahakküm toplumunun değişmez setlerine yaptığı sözde eleştirisiyle kendi imge ve anlamını da geri plana atarak ruhsuzlaşıyor.
en yukarıda da belirttiğimiz gibi, cemiyetin, cemaatin, kültürsevicilerin onlarla ilgili yarattığı illüzyona kapılan bu tip yönetmenlerin hepsinin düştüğü hataya düşüyor peele. tam da içinde doğup büyüdüğü dünyanın en büyük pazarına kayıtsız bir şekilde hizmet ederken dert edindiği sözde büyük temalarını sınırsızca, daha büyük, daha gürültülü, daha görkemli anlatmanın hibrisine kapılarak tam da eleştirisini yaptığı sömürgeci uygarlığın hissizleştiği duvarın bir tuğlası olmayı başarıyor.
ne diyelim, yolu açık olsun
insanlar öve dursun ama 3 filminde de giderek gerileyen sinemacılığının dehasını tek kurşuna sakladığını görmek şaşırtıcı gelmiyor. zaten muhtemelen bundan sonra orijinal fikirler bulma konusunda sıkıntıya düştükçe daha da saçmalayacak ve eleştirilemez oluşunun verdiği yetkiyle anlatıda yapıbozumu daha benimseyecek gibi duruyor. sinemanın tanrıları ona ve sevenlerine zeval vermesin.