SİNEMA 12 Ocak 2021
101b OKUNMA     695 PAYLAŞIM

İzledikten Sonra "İşte Sinema Bu!" Dedirten Bazı Özel Filmler

Bazı filmler vardır, biter bitmez sinema sanatının ne denli güzel bir şey olduğunu hissettirir ve "işte sinema bu!" dersiniz. Bu zenginlikteki filmlerin bazılarını paylaşmak istedik.


to be or not to be, 1942

ikinci dünya savaşı esnasında polonya almanya tarafından işgal edilir. bu sefer nazilere karşı koyacak olan askerler ya da yerel direniş grupları değil, bir tiyatro ekibidir. tabii kendi bildikleri yoldan.

all about eve, 1950

broadway'in yıldızı olan margo channing (bette davis) bir gün hayranlarından biri olan eve (anne baxter) ile tanışır. son derece olağan ve masum görünen bu tanışma ve sonrasında gelişen ilişki, margo'nun eve'i her koşulda destekleyecek kadar güveneceği noktaya kadar gider. fakat margo yaşlanmakta, destek olduğu eve ise hırslı ve en az margo kadar yetenekli olması nedeniyle artık margo için tehdit olmaya başlar. sadece bette davis'in oyunculuğu filmi tek başına izlenir kılmaya yeter.

tokyo monogatari, 1953

yaşlı bir çift, şehirde yaşayan çocuklarını ziyaret etmek isterler. bunun için uzun ve yorucu bir yolculuğun göze almalarına rağmen, çocukları için bu ziyaret hiçbir şey ifade etmemektedir. yaşlı çift bekledikleri ilgiyi beklemedikleri yerden, vefat eden oğullarının eşinden göreceklerdir. evrensel ve sıradan bir hikâyenin ozu'nun ellerinde dönüştüğü hâl, bana göre sinemanın ta kendisidir.

hiçbirini ayırmayayım, abbas kiyarüstemi'nin köker üçlemesi

hane-i dost kocast, 1987
mohamed reza, 8 yaşında bir ilkokul öğrencisi. bir gün eve gelince, yanında oturan arkadaşının defterini de aldığını fark eder. ve yarına yapılması gereken bir ödev vardır. mohamed reza dayanamaz ve defteri arkadaşına teslim etmek için yola koyulur.

zendegi ve diger hiç, 1992
iran büyük bir depremle sarılmıştır. yıkım büyük, iletişim kopuktur. bir yönetmen ise yanına çocuğunu da alarak, hane-i dost kocast filminde oynayan çocuğu aramak için yola koyulur.

zir-i dırahtan-i zeytun, 1994
üçlemenin son filminde ise bir yandan zendegi ve diger hiç filminin çekimlerine, diğer yanda ise hüseyin'in aşkına tanık oluruz. genel olarak üç filmin birbirleriyle bağlantıları ve yan hikâyeleri çok başarılı, çok sade ve bir o kadar güzeldir. filmleri izlerken gözünüzün önüne nuri bilge ceylan'ın taşra üçlemesi'nden anlar gelmesi ise başka bir güzellik olacak.

brief encounter, 1945

laura jesson (celia johnson) rutin alışverişlerinden sonra tren beklerken yine rutin olarak istasyonun kafesinde vakit geçirir. bir gün, kendisi gibi orada bekleyen alec harvey (trevor howard) ile tesadüf ederler. sıradan ve zararsız bir arkadaşlık olarak başlayan ilişkileri hızla derinleştikçe, beraber vakit geçirmeleri mutluluğun yanında endişe de vermeye başlar. çünkü ikisi de evlidir.

4 luni 3 saptamani si 2 zile, 2007

kürtajın en ağır suçlardan biri sayıldığı 1987 romanya'sında, üniversite öğrencisi olan bir kadın hamiledir ve hamilelik süresi de artık yüksek risk sayılacak bir dönemdedir. yani sorun yalnızca kürtaj yaptıracak bir yer, bir kişi bulmaktan da ötedir.

roma citta aperta, 1945

çekimleri henüz ikinci dünya savaşı sona ermemişken başlayan ve italyan yeni gerçekçiliği'nin başlangıcı kabul edilen film, neredeyse tamamen amatör oyunculardan oluşan oyuncu kadrosu, sunduğu benzersiz gerçeklik ve o zamana ışık tutan en iyi yapımlardan biri olmasıyla sinemanın mihenk taşlarından biri.

oslo 31. august, 2011

bağımlılığından kurtulmaya çalışan ve tedavi süreci devam eden anders'in, iş görüşmesi yapmak üzere hayata karıştığı bir günü. anders bu bir günde, onu hayata bağlayacak herhangi bir şeyin arayışı içinde olacak.

the limits of control, 2009

karizmatik film nedir, nasıl olabilir sorularının cevaplandığı filmlerden biri. az diyalog. bazen hiç diyalog. sessizlik. bakışlar. sabit kamera. rutinler. tekrarlar. büyük dertleri sorun etmeyen bünyeler...

inside llewyn davis, 2013

1960'larda, new york sert bir kışa direnmeye çalışırken, arkadaşının intiharının ardından hayata direnmeye ve kendine bir yol çizmeye çalışan llewyn davis'in hikâyesi. coen'ler geçtiğimiz on yılda bundan daha iyisini yapamadı.

duo luo tian shi, 1995

insanı aşkın varlığına neredeyse inandırmayı başaracak gibi olan, ama aşk filmi olmayan film. kovalayan yok ama herkesin kaçtığı film. kiralık katil var ama polisiye filmi de değil. wong kar-wai şu sinopsisi görse alnımdan öperdi.

double indemnity, 1944

bir sigorta şirketi çalışanı, bir müşterisinin eşiyle aşk yaşamaya başlar. sonrasında ise kadının eşini öldürüp sigorta şirketinden çifte tazminat almak için plan yapar ve bunu uygularlar. kusursuz görünen plandan şüphelenen bir kişi vardır ve olayı araştırmaya karar verir.

chinatown, 1974

bir kadının, kocasının yasak aşkını ortaya çıkarması için tuttuğu özel dedektif jake gittes (jack nicholson) basit bir aldatma meselesinden derin, kirli ve kördüğüm olmuş politik ilişkilere kadar uzanacak olan bir belaya bulaşır. sinema adına çok verimli geçmiş olan 1970'leri değerli kılan filmlerden biri.

la grande illusion, 1937

birinci dünya savaşı'nda bir grup fransız askeri almanlara esir düşer. aristokrat olan fransız yüzbaşı, bulundukları kaleden sorumlu alman komutan ile bu ''yüksek sınıfı'' sayesinde dostluk geliştirir. görünüşte birbirlerini anlar, güvenir ve saygı duyarlar. ancak başkalarının kaçış planı vardır ve planın uygulanması için kilit nokta, tam olarak bu dostluk olacaktır.

krotki film o milosci, 1988

tomek, odasından karşı komşusunu gözetleyen ve ona derin bir aşk besleyen bir gençtir. izlendiğinin farkında olan ancak kimin izlediğini bilmeyen magda ise bu durumu önemsemeden cinsel hayatını perdeler açık şekilde yaşamaya devam eder. bir gün karşılaştıklarında ise aşk mı yoksa seks mi önemlidir sorusu ikisinin de kafasını karıştıracaktır.

ida, 2013

genç bir rahibe adayı, yemin etmeden önce bir yakını görmelidir. kimsesi olmayan genç kadın teyzesinin yanına gider. bu ziyaret ikisi için de birçok sorgulamanın ve keşfedilecek başka dünyaların kapısını aralayacaktır. sinematografiye önem verenler ekran görüntüsü almaktan filmi izleyemeyecekler.

biutiful, 2010

hayatını yasadışı yollardan kazanan ama özündeki iyiliği yitirmemiş, her şeyden öte çok iyi bir baba olmaya çabalayan uxbal'ın (javier bardem) hikâyesi. zaten işsizlik, parasızlık, çaresizlik deyince bardem'ın içinden başka biri çıkıyor.

the treasure of the sierra madre, 1948

tek gelir kaynakları "yanlış anlamayın dilenci değilim 1 liranız var mı?" diye sinyale çıkmak olan iki bitik, fred (humphrey bogart) ve howard (walter huston) ömrünü altın aramakla geçirmiş başka bir bitikle karşılaşınca, altın bulma umudu ile dağlara doğru yola çıkarlar. altını bulmanın ve hatta çıkarmanın, işin en kolay kısmı olduğu anlaşılacaktır.