TARİH 21 Eylül 2022
42,4b OKUNMA     330 PAYLAŞIM

İnsanlık Tarihinin En Utanç Verici Uygulamalarından Biri: Hadım

Genel olarak Osmanlı'daki Harem ağalarından aşina olduğumuz hadım etmenin tarihi oldukça eskiye uzanıyor.


antik helen'de hadım

antik helen muasırlığında evin ahlâki savunmasını sağlamak emeliyle köleleri hadım etme, insanlık tarihinin belki en utanç verici ve alçak uygulamalarından biridir.

karısı ile ilişki kurmayı pek ender olarak düşünen, bunu da sadece bir veyahut birkaç erkek çocuğa sahip olmak emeliyle yapan helen erkeği, hanedeki sıkıntılı ve yılgın karısını garantili bir biçimde savunacak olan bir hadıma (iğdiş edilmiş erkeğe) gereksinme duyardı.

ancak şunu da belirtmeliyim ki, hadım etme ananesi yalnızca helen muasırlığına has değildi. antik çağ ve ilk çağın diğer muasırlıklarında da aynı uygulama yapılmaktaydı.

dış cinsiyet uzuvlarının bir bölümünden veyahut bütününden yoksun bırakılan erkek, evin kadın ve kızlarının cinsel açıdan güven altında olmasını sağlıyordu. ancak bundan daha fazlası da vardı. m.ö. 6.asırda pers kralı büyük kurus (keyhüsrev) vaktinden beri, ailelerinden ayrılıp, yeni aile bağı kuramayan hadım esirlerin bağlılıklarından şüphe duyulmazdı.

ksenophones, “cyropaedeia” isimli eserinde şöyle diyor:

«hadımlar, sakatlıklarına rağmen, yetersiz, beceriksiz, yahut daha hırssız erkekler değillerdi ve efendisinin talihsizlikleri karşısında kimse hadımlardan daha büyük sadakat göstermemiştir. bunun farkında olan kyros, kapıcıdan üst düzeylere dek kendisine şahsi hizmet sunacak herkesi hadımlar arasından seçmişti.»

ksenophones’in bu övgüsü bir yana, kurus hadımlara görev veren ilk yakın doğu hükümdarı değildi. bu anane, tecavüz veyahut zinadan suçlu bulunmuş erkeklerin yasaya aykırı olarak hadım edilmeleri istikametindeki birtakım daha daha önceki uygulamalardan alınmış olabilir. nitekim antik mısır muasırlıklarında da bunun örnekleri vardır.

asurlar

m.ö. 1450-1250 seneleri arasından kalma asur yasalarına göre, karısını başka bir erkekle yakalayan koca, ikisini de öldürebilir ya da yalnızca karısının burnunu kesip, erkeği hadım edebilirdi. asur’da kraliyet görevlilerinin hizmetinde pek çok sayıda hadımın bulunması, haremdeki kral eşleri ile cariyeleri savunmakla görevli olmaları, bu cezanın hayli sık uygulandığını düşündürür.

asur krallığı’nın yerini alan persler, görünüşe bakılırsa, mahkumları soğukkanlılıkla hadım eden ilk toplumdu. herodot, bu bağlamda en yakışıklı gençleri seçtiklerinden söz eder.

pers kralı darius, mağlubiyete uğrattığı babil ve asur’dan sulh şartı olarak 1,000 talent başka bir deyişle takriben 33 ton gümüş ve 500 hadım edilmiş oğlan istemiştir. anlaşılan, hadım esir dışardan alma geleneği de bundan sonra yaygınlaşmıştır.

krallık hizmetlerinde hadımları çalıştırma düşüncesi perslerden çin’e uzanmış olabilir; elbette önceden orada da gelişmediyse...

çin

çin tarihindeki bir geleneğe göre; dağlamak, hadım etmek ve idam, erken çağlarda uygulanan cezalardı. hadım edilenlerin -buna “saray cezası” denmekteydi- hükümdar ailelerine hizmet etmeye zorlanmaları alışıldık bir vaziyetti. hadım edilmiş suçlu sayısı yetersiz kalınca, oğlanlar alınıp görev için “tıraş” edildi.

bu vaziyette dahi, çinliler hadım kullanımını imparatorluk ailesiyle kısıtlamıştı. çin sarayındaki hadımlar, bazı vakit da özel cellât olarak kullanıldı.

pers tesirlerine açık olan helen dünyasında ise, hadım etme daha çok ticarî bir konuydu. heredot’un yazdığına göre, sakızlı panionios isimli bir adam, geçimini, eline geçirdiği iyi görünüşlü oğlanları hadım ederek, yüksek bir fiyatla satacağı sardes ya da efes’e götürmek gibi iğrenç bir ticaretle sağlamaktaydı.

bu, bugün bize göre “iğrenç” fakat o tarihlerde ve o günlerin düşünce tarzı ile hiç de öyle görülmüyordu anlaşılan...

romalılar ve bizans

bir hayli uygulamayı helenlerden öğrenen romalılar da kendi “berber”lerine sahip olmakta gecikmedi.

burada hadım etme yalnızca yeni dinlerin rahiplerinin değil, hiciv yazarlarına göre belli “atılgan hanımlar”ın eşlerinin de müracaat ettiği bir yol olmuştu. nihayetinde imparator domitianus, bu uygulamayı yasakladı ve tutsak tacirlerinin ellerinde kalan hadımlar için ücret kısıtlaması getirdi.

sonraki senelerde hıristiyan bizans’ta, hadımlar arzuladıkları yerlere gelmeyi muvaffak oldu. tahta çıkma esnasında yaşanan birtakım şiddet olayları, hükümdarları, baba olamamaları hasebiyle ailesel hırslardan kurtulduklarına inandıkları hadımları, devlette bakan hem de patrik olarak atamaya yöneltti.

bizans imparatorluğu’nun en ehemmiyetli görevlerinden sekizi hadımlara ayrılmıştı. bu yüzden, birkaç erkek çocuğu olan anne baba bunların arasından bir veyahut ikisini hadım ettirmeye başladı. bunlardan devlet görevine girenlerin, nüfuzlarını, sağlam kalan kardeşleri faydanına kullanacakları düşünülüyordu. nitekim öyle oluyordu da.

bu bağlamda en enteresan örnek, ıoannes orphanotrophos’tur. 11. asır ozanlarından pronpontisli mikhail psellos’un dediğine göre; “açıkgöz olduğu söylenebilecek birisi varsa, bu, reydi”; imparatorluk tahtına önce kardeşlerinden birini, sonra da yeğenini çıkaracak kadar kurnazdı. ne yazık ki, 4. mikhail’in ona minnettar kalmasına karşın, 5. mikhail hiç de aynı minneti göstermedi. ıoannes sürgüne yollandı ve imparator büyük bir acımasızlıkla, ailesinin diğer tüm erkek azalarını de hadım ettirdi.

hıristiyan batı dünyası, -papa 13. leo 1878’de bu uygulamaya son verene dek- sixtina şapeli papalık korosu ve italyan opera sahnesi dışında, hadım kullanma alışkanlığını hiç benimsemedi. bunun nedenleri biraz karışıktır. siyasal açıdan, yozlaştırılamaz yöneticilere mesuliyet verilmesi gereği, yalnızca büyük devletlerde duyulmaktaydı. parçalanmış batı’da ise, hükümdarlar, toprakları ve halklarıyla çok daha yakın bir bağ içerisindeydi. iktidarın basamaklarında hadımlara hiç de gerek duyulmuyordu. kadınların belli düzeyde bir özgürlüğe sahip olduğu toplumlarda, onlara savunuculuk etmeleri için de hadımlara gereksinme yoktu. üstelik katolik kilisesi, ortodoks kilisesi’nin aksine tevrat’ın “tensiye” başlıklı bölümündeki dizeyi hiç unutmadı:

“husyesi ezilmiş, yahut uzvu kesilmiş olan adam rabbin cemaatine girmeyecektir.”

eski ibranilerden kalıt kalmış olan bu tipik göçebe görüşü, orta çağ batı dünyasının gelişiminde temel bir rol oynamış olan barbar kabilelerin göçebelere özgü ön yargılarıyla da güçlendi. ibranilere özgü bu davranış, ari istilacılar ile hindistan’a da erişmiş olabilir. çünkü veda-hindu inançlarında hadımlar, tümden mundar görülmekteydi. sonraları bu görüş, 1526-1806 seneleri arasında hindistan’da karar süren müslüman moğolları bile bir derece etkiledi.

hadım, orta asya türk muasırlıklarında yoktu. türkler, bu uygulamayı islâmiyeti kabul edip de arap ve yakın doğu kültürleriyle tanışınca benimsedi

müslümanlar, genelde renk ayırımına alaka duymamıştı. ancak hadımlar mevzubahis olduğunda iş değişiyordu. saraydaki harem ile 600-800 siyah hadım ilgilenmekteydi; beyaz hadımlar ise sultanın dairelerinde yani selâmlıkta hizmet verirdi. lakin bu işbölümü tümüyle pratik nedenlere dayanmaktaydı. beyaz hadımların harbiden iktidarsız olduklarından emin olunamıyordu. afrika’dan gelen siyahların ise tüm dış cinsiyet uzuvları alınıyordu. bu tür hadımlar, kamış yardımıyla işemek zorundaydı ve tüm hayatları süresince mesane zorluğu çekerdi.

15. asırda daha çok macaristan’dan, slav ülkelerinden, almanya’dan, sonraları ermenistan ve gürcistan’dan kazançlan beyaz hadımlar, ekseriyetle yalnızca testislerini yitirmiş oluyordu. iğdiş edilmenin cinsel arzuyu yok etmediği ve penisi alınmamış bir hadımın belli şartlar altında hâlâ bir müddet ereksiyon vaziyetine geçebildiği, helen çağlarından beri hem de belki de daha önceden bilinmekteydi. bu vaziyet, helen dünyasında olduğu gibi roma da biliniyordu.

2. asır başının hiciv ozanlarından juvenalis, romalı kadınların alışkanlıklarına saldırırken şöyle demekteydi:

“erkeğe benzemez hadımları beğenen kızlar var -öylesine yumuşak-
öperken öylesine tüysüz ve kürtaj için kafa yormaya da gerek yok!
fakat en etkileyicisi, tamamiyle büyümüş olan,
şehvetli kara fitilli bir erkek;
operatörler kasıklarında çalışmaya başlamadan önce.
testisler olgunlaşsın ve düşsün,
ağır toplar gibi sallanana dek dolsun:
o zaman operatörün kestiği kimsenin işini bozmaz berberden başka.
köle tacirlerinin oğlanları değişik, acınacak derecede zayıf,
utanırlar boş torbalarından, kaybettikleri küçük nohutlarından.
şu adama bak - bir fersah öteden görürsün onu, herkes tanır - varlıklı şahsiyetini teşhir eder zira
hamamda: priapos kıskanabilir. ama yeniden de
hadım o. metresi ayarlamış. öyleyse, yatsınlar birlikte.”

hadımlığa ne kadar güvenilebilir?

kimsenin netlikle emin olamadığı şey vardı: kesilmiş olan üreme uzuvlarının yine büyüyüp büyüyemeyeceği… görünüşe bakılırsa, yakın doğu’daki harem hekimleri, gözlerini hadımlardan hiç ayırmıyordu. ne olur, ne olmaz!...

çin’de, 18. asırda bir baş hadım üst düzey bir imparatorluk görevlisine karşı küstahlık edene dek bu konu öne çıkmamıştı. bu beyefendi, öcünü, imparatora şu bilgileri vererek aldı:

«hadımın aslında iğdiş edilmiş olmasına karşın, kesilmiş uzuvlar, herhalde, yine iğdiş edilmeyi gerektirecek kadar büyüyebiliyor. böyle bir şeyin ming hanedanı döneminde de yaşandığını duymuştum. sarayda hadımlarla hanımlar arasında ahlâksızlık ve düzensizlik olmuştu. böyle bir skandalın yine yaşanmaması için hadımların tümünün hemen kontrol edilmesini ve uzuvları kısmen büyümüş olanların ‘temizlenmeleri’ için size yalvarıyorum.»
(kaynak: g.carter stent, chinese eunuchs)

imparator çien-lung bunu kabul etti ve pek çok hadım bir operasyon daha geçirmeye zorlandı. çoğu, bu işlem nedeniyle can verdi.

müslüman dünyasındaki afrikalılar gibi çinli hadımlar da tümüyle “tıraş” edilmekteydi ve “bıçakçılar” yani iğdiş etme işini yapan operatörler, herhalde, yeniden büyümüş uzuvları değil, eski işlemden geri kalmış olan uzuv artıklarını almıştı.

bir erkeği hadım etmenin birkaç yolu vardı

hem penisi hem testisleri “tıraş” edilebilir veyahut sadece testisleri alınabilirdi. bir takım vakit, -çok genç erkek çocuklar mevzubahis olduğunda- testisler direk ezilerek, bükülerek ya da sıkıştırılarak meni bezlerine kalıcı hasar verilirdi. bazı zaman yalnızca penis alınarak testisler ve üreme gücü bırakılır fakat bu gücü kullanma yolu tıkanmış olurdu.

operasyon ve sıhhat şartları arasında, mahalli olarak büyük farklar vardı; elbette buna bağlı olarak ölüm oranlarında da...

17. asırda, batı’nın başlıca tümüyle tıraş edilmiş hadım kaynağı olan yukarıya nil’de, hadım edilen dört erkekten yalnızca birinin hayata talihi bulunmaktaydı.

roma’da iki aşırı uç vardı. kybele’nin çömez rahipleri, dies sanguinis başka bir deyişle “kan günü” kendilerini merasimle iğdiş ederdi. gerçi latin kaynakları bu merasim ile ilgili açık değildir ama suriye’de tespit etmiş olan kaideler uyarınca yapılmış olması olasıdır.

rahipler ve çömezler, daimi müzik ve şarkı eşliğinde kendilerini tapınak önünde kesip doğrardı. hemen peşinden, dinsel heyecan doruk noktasına eriştiğinde, çömez elbiselerini çıkarıp atar, tören kılıcını kapar ve tek bir darbeyle kendini hadım ederdi.

birkaç asır sonra, romalılar yeni bir yol geliştirdi. hadım etme işleminde özel bir pres kullanmaya başladılar. penisin zarar görmemesi için oval bir halkadan testis torbası, testisler ise presin kollarından geçiriliyordu. dişli uçlar testis torbasını bedene bağlayan cilt kıvrımlarını kesiyordu. testis torbası ile testisleri kesip atmak için tek bir bıçak darbesi yetiyor, kesik uçlar ya dikiliyor veyahut dağlanıyordu.

bu metot, ölüm oranını ehemmiyetli ölçüde azaltmış olsa gerek... görünüşe bakılırsa, günümüzdeki vazektomi (erkeğin hayalarında tohum kanallarının bir tıbbi operasyon ile bağlanması işlemi) uygulamasından daha tehlikeli değildi fakat elbette çok daha acı vericiydi. ölüme ise, daha çok penisin çıkarıldığı operasyonlarda rastlanıyordu.

hadımların aile mücevherlerine -çinlilerin söylemiyle, “değerli” şeylerine- ne yaptıkları, psikolojiye alaka çekici bir ışık meblağ.

20. asrın tanınmış kişi fransız yazarlarından paul valery, büyük fransız devrimi’nin tarihçilerinin vakitlerini birbirlerine kesik kafalar atarak geçirdiklerini söylemişti fakat kybele’nin suriyeli tapınanları daha iyisini yapardı. ellerinde üreme uzuvlarıyla sokaklarda bitap düşene kadar koşar, sonra da uzuvlarını en yakın evin penceresinden içeri fırlatırlardı.

roma yurttaşlarının bu uygulamaya itiraz edip çıkmadığı kayıtlara geçmemiş fakat görünüşe bakılırsa roma’da kybele rahipleri daha ağırbaşlı bir davranış benimseyerek, bir tür bereket ayini yapıp “değerli” şeylerini toprağa gömmüşler.

çinli bir hadım ise, aksine, yitirdiği şeyden ayrılmaya pek isteksizdi ve “değerli” şeyine dişi çekilmiş bir çocuğun dişine davrandığı gibi davranır, vakiti geldiğinde sahibiyle beraber tabuta konabilsin diye hava geçirmeyecek bir şekilde kapatılmış olarak yüksek bir rafta gizlerdi. çinli hadımın bunu yapması için başka nedenler de vardı. 19. asır sonlarında dahi, terfi edebilmek için salamuraya yatırılmış “değerli” şeyini incelenmesi için baş hadıma sunarak, niteliğini ispat etmesi gerekiyordu. eğer vaktinde tedbir almayıp onu bıçakçılara bıraktıysa, geri almak için yüksek bir fiyat ödemek zorundaydı. gerçi, bir takım vakit bir arkadaşından kimi ödünç alabilir ya da kiralama yoluna da gidebilirdi ama böyle bir işin ne ölçüde etik olacağı, yüreğine kalırdı.

yaygın bir düşünce olarak hadım, tiksindirici, fesat kişilikli biridir. sesi ince, etleri sarkıktır. tatlıya, parlak renklere ve kuvvetli ritimlere düşkündür. açgözlü, zâlim ve kinci bir yaratılışı vardır. iğdiş edilmişlik vaziyeti, evvelce eğilimli ise, bu tür özellikleri coşturmuş olabilir.

böyle düşünülür ama bizans örneklerine bakılırsa, gönüllü olarak -en azından zorlama olmadan- hadım edilmiş erkeklerde bu gibi özellikler görünmüyor. bir hadımın, kendisini önce sakat bırakıp sonra da bu sakatlığı için küçümseyen bir sisteme kin tutmaya hakkı olsa gerek.

harem hadımları arkalarında hatıralarını bırakmamış fakat vahşi bir tarzda hadım edilmiş yetişkin bir erkeğin acısı, tarihin iki tanınmış kişi hadımının, han sarayı’nın m.ö. 2. asırdaki büyük tarihçisi ssuma-çien’in yazılarında yankılanır. ssuma-çien, imparatoru yanıltmaya kalkışma suçu hasebiyle “ipekböceği hanesi”ne (çin’de, hanedanlık döneminde sarayın kadınlara ayrılmış ve sadece hadımların girebildiği bir tür harem bölümü) yollanmıştı. olaydan sekiz sene sonra da şunları yazmıştı:

“sersemlik ve kaybolmuşluk içinde oturuyorum, nereye gittiğimi bilmeden... bu utancı her düşündüğümde ter sırtımdaki elbiseleri ıslatıyor. ben sadece, kadınların dairelerini savunan bir köle olabilirim. dağların en uzak derinliklerinde saklanayım daha iyi... bunun yerine elimden geleni yapıyor, bana lâyık görülen her tür muameleye katlanıyor ve böylelikle alçalışımı bitiriyorum.”

hadım kişiliği

12. yüzyılın ünlü fransız düşünürlerinden petrus abelardus, sevgilisi heloise’in amcası tarafından zalimce hadım edilince, önce «sakatlığımın acısını utancım ve alçaltılışımdan daha az hissettim.» demiş, sonraları olayı tanrısal yazgı ile bağdaştırma yolunu tutmuştu. on iki yıl sonra sevgilisine şunları yazmıştı:

“yaradan’nın bize gösterdiği merhameti ve günahkârlığımızı sevecenlikte ortadan kaldırışındaki bilgeliği unutmayalım. öyle ki, bedenimin tek bir yerindeki tamamiyle haklı bir yarayla iki ruhu iyileştirebildi... ilâhi lütuf, en yakışıksız uygulamalarından dolayı ‘edep yerleri’ olarak adlandırılan ve kendilerine ait düzgün bir isimleri olmayan o rezil uzuvlarımdan beni yoksun bırakmaktan çok bunları temizleyerek, mükemmel bir saflığı savunmak için iğrenç bir kusuru ortadan kaldırmaktan başka ne yaptı?.. şükranlarımda bana katıl, hem suçta hem de tanrısal kayrada eşim yapılan sen.” (kaynak: “the letters of abelard and heloise”)

gerek ssuma çien gerek petrus abelardus entelektüel kişilerdi ve ikisi de ilk acı ve tiksinti darbesinden sonra, zihnin özel sığınağına kaçabilmişti. ancak harem hadımları toplumsal ilişkiler ağına takılıp kalmıştı; kaçış yolları yoktu. kendileriyle aynı acıyı çekenler için neler hissetmiş olurlarsa olsunlar, diğerlerine karşı son derecede duyarlıydılar. bir takım vakit aşırı derecede sevecen, daha sıklıkla ise içe kapanık ve hasmane davranışlar sergiliyorlardı. “tam bir erkek” olarak kalacak olsalardı, bu tutsak hadımların nerelere geleceğini bilmek imkansız…

sultanın haremini savunmakla görevli olanlar, bunun yerine herhalde kabilenin sığırlarını savunma görevini üstlenecekti.

becerili birer yönetici olanlar, köy şefliğine gelebilirdi.

şurası net ki, iğdiş edilmeleri, zeki hadımları, eğer kendi hallerine bırakılsalardı olabileceklerinden çok daha etkin birer memur haline getirdi. zira uğraştıkları insanlara acıma borçları yoktu.

osmanlı imparatorluğu’nda “kızlar ağası” tecrübe et baş siyah hadım, dış dünyaya karşı tek savunusu olan soğuk ve hesapçı bir ihtirası olmaksızın, herhalde, tüm en çok korkulan ve en çok rüşvet verilen görevli olamazdı. zeki ve bir o kadar da ihtiraslı olması sayesinde günün veyahut gecenin her saatinde sultanın yanına gitmesine destur verilen yegâne kişiydi. camilerin dinî bağışlarının denetçisi, baltacıların komutanı, en üst sınıftan bir paşa ve elbette haremin baş yöneticisi olmuştu. zengin olmasına zengindi fakat bir o kadar da nefret topluyordu. ölüm sırası kendisine geldiğinde, son acıyla iktidarsızlığının anımsadıcısıyla karşılaşacak, tüm malları yasa gereği sultana kalacaktı.

hadımların egemenliği efendilerinin egemenliği kadar başka bir deyişle 20. asrın başlarına dek sürdü. 19. asır sonlarında arabistan, mısır ve osmanlı’ya senede en az sekiz bin hadım dışardan alındığının hesaplanmış olmasına rağmen, osmanlı tarihi ve bilhassa harem ile irtibatlı eserleriyle ünlü n. m. penzer, 1930’lara gelindiğinde tüm türkiye’de “bu acayip varlıklar”dan yalnızca yaşlanmış birkaçının izlerini bulabilmiş ve kendisine «bunlar son kalanlardır.» denmişti.