İngiltere Halkının Kraliyet Ailesine Duyduğu Saygının Sebebi Nedir?
ingiltere, her şeyden evvel bir teamül (bir yerde öteden beri olagelen davranış) ve gelenek rejimidir. her şey gradually (adım adım) olarak gelişmiştir burada; işçi, kadın, öğrenci haklarından tutun, demokratikleşmeye kadar. yazılı bir anayasaları bile yoktur. çünkü gelenek, neyin nasıl yapılacağının tarihten belli oluşu, buna mahal bırakmaz.
ingilizler hanedana saygı duymaz, kraliyet kurumuna saygı duyar. parlamento ve kral arasındaki güç mücadelesinde, parlamento galip gelmiş ve oliver cromwell önderliğinde bir cumhuriyet ilan edilmiştir, henüz on yedinci yüzyılda. fakat daha sonra, alman kökenli başka bir hanedana bağlı prens getirilerek, monarşik düzenin devamı sağlanmıştır. zira ingiliz insanı, muhafazakâr bir mizaca sahiptir. dünyada muhafazakârlığın en güçlü olduğu yerlerden biri daima ingiltere olmuştur.
Kraliçe ölünce, İngiltere'de katolikler tahta geçemediğinden ve o dönemki Stuart erkekleri katolik olduğundan tahta geçecek biri bulunamamış. Bu sebeple Alman Prensliğinde dük olan I. Georg (kral olduktan sonraki ismi George Louis) kraliyete uzaktan akrabalığı sayesinde başa getirilmiş.
Oliver Cromwell: İngiliz siyaset adamı, asker ve devlet yöneticisi olup İngiltere'nin yönetim biçimini krallıktan cumhuriyete çevirmiş ama 1653'ten ölünceye kadar Devlet Koruyucu Lord unvanı ile ülkeyi tek başına idare etmiştir.
cumhuriyetlerde partili bir cumhurbaşkanı "ben tarafsızım" diye gelir ve seni bayağı bayağı taraflı olarak yönetir. fakat kraliyette, gerçekten monark tarafsızdır; tarihten süzülen bilgeliği ve halkının azametini, birliğini ifade eder. bu yüzden ingilizler, var olan düzene çomak sokmanın gereği yok demişlerdir. hatta bunların bir dönemki kralı ingilizce bilmiyordu, başka bir ülkeden getirmişlerdi; prime minister kurumu da böyle doğdu.
ayrıca ingiltere'de kabinenin kolejyal ve siyasî mesuliyeti 19. yüzyılda doğmuştur, 1215 magna carta'sında değil. ingiltere kralının çok bilimci olduğu, ingiliz halkından olduğu, halkını ezmediği vesaire de saçmalıktır; zira ingiltere kralı ingiliz kökenli bile değildi.
hülâsa, mesele prensip meseledir. ingilizler "krallık ne saçma yeaaaaaaaa" diye cumhuriyeti ilan etmek yerine, müesseselerin devamına, istikrara ve geleneğin bilgeliğine taraftar oldukları için, başka bir kral getirip başlarına koymuşlardır.
Olaya monarşi-halk ilişkisi ekseninde bakan bir görüş
ingilizlerin tarihinde, monarşi-halk mücadelesi gibi bir tecrübe yok. monarşinin bir sistem olarak terk edilmesi sürecinde, hanedan ile halk arasında bir çatışma yaşanmamış. dolayısıyla, ortada bizdeki gibi tarihsel bir kin yok. eğer atatürk, osmanlı hanedanında doğmuş bir prens olsaydı ve yaptığı icraatları osmanlı'nın son padişahı olarak yapsaydı, belki bugün bizim de hanedana bakışımız farklı olurdu.
şimdi bu tarihsel kini bir kenara koyarsanız, kraliyet ailesini sorgulamak için 2 soru sorabilirsiniz.
1- kraliyetin bir işlevi var mı?
2- kraliyetin maliyeti ne?
eğer ingilizlerin, vergi ödeyen vatandaşa yük getirmelerine rağmen, hiç bir işlevi olmayan bir aileyi beslediğine inanıyorsanız, ingilizleri hiç tanımamışsınız demektir.
genelde yanlış bilindiği üzere, kraliyet ailesinin masrafı, ingiliz ekonomisine kattıklarının yanında solda sıfır kalır. 2017'de kraliyete aktarılan bütçe 50 milyon sterlin civarıydı, 2018'de buckingham sarayı'nda tadilat başlayınca bu miktar 90m sterline kadar çıktı. ancak son yapılan tahminler, kraliyet ailesinin turizme ve elçi olarak ticarete toplam katkılarının 1,5 milyar sterlin civarında olduğunu gösteriyor. yani, olaya sadece ekonomik baktığınızda, kraliyeti bir masraf olarak kategorize edemiyorsunuz.
"vatandaşın parasıyla sarayda yaşıyorlar" gibi bir argüman da pek tutmuyor, çünkü buckingham sarayı'ndan tutun da windsor kalesi'ne kadar, kraliyetin kullandığı bütün yapıların tapusu, windsor ailesine ait. yani o saraylar devletin malı değil, kraliçenin ailesinin tapulu evi. devletin, bu sarayların bakımını üstlenmesinin sebebi de, bu yapıların turizme açık olmasından kaynaklanıyor. yarın, ingiliz hükümeti ve kraliyet ailesi bir çatışma yaşarsa, kraliçe sarayları turizme kapatabilir, hükümet de kraliyete verdiği desteği sonlandırır. şu an ortada her iki tarafın da yararlandığı bir denge durumu var. zaten kraliyetin hala var olmasının temelindeki kelime de bu.
denge kelimesinden, kraliyetin bir işlevi olup olmadığına geçelim. ingiliz ulusunu birleştiren simge gibi soyut kavramları bir yana koyarsak, yine yanlış bilindiği üzere, kraliyetin hala bir çok somut yetkisi var. ingiliz ve avustralya hükümetleri, göreve gelirken hala kraliçenin onayını almak zorundalar ve kraliçenin, meclis kararlarını veto etme ve görevde olan hükümetleri görevden alma gibi yetkileri de var. ama tabi buna karşılık meclisin, referandum yoluyla monarşiyi ortadan kaldırma yetkisi var. yani ortada yine bir denge hali söz konusu.
kraliçe, meclis ve hükümet üzerindeki yetkilerini hiç kullanmadığı için, bu yetkiler belki artık birer formalite olarak görülüyor olabilir, ancak 1975'te avustralya'da yaşanan anayasal kriz örneğinde görüldüğü üzere, kraliçenin hükümeti fesh etme yetkisi, hala bir siyaset üzeri güç olarak kullanılabiliyor. kraliçe, bu yetkileri kötüye kullandığı anda halkın bu yetkileri kendisinden alacağının farkında ve halk da dengeleyici bir emniyet sübabı olarak kraliyet ailesinin varlığından memnun.
biz, kendi tarihi reflekslerimiz dolasıyla, monarşinin git gide önemini kaybeden, gereksiz bir şey olduğunu düşünüyoruz, ancak son 30 yılda dünya demokrasilerinde yaşananlar bize gösterdi ki, ortada bir "dengeleyici güç" problemi var. yargı, basın, bürokrasi, sivil toplum, ordu gibi dengeleyici güç odaklarının, özellikle az gelişmiş ülkelerde nasıl işlevsiz hale gelebildiklerine biz çok yakından tanıklık ettik. ingiltere, satılmış basın sayesinde brexit denilen saçmalığın içinde buldu kendisini; sosyal medya denilen illet, trump'ı iktidara getirdi.
bu örnekler, halkın yaptığı seçimlerin, en gelişmiş batı ülkelerinde bile rasyonel olamayabileceğini ortaya çıkardı ve seçimli demokrasilerin, mükemmel sistemler olmadıkları gerçeğini ve güvenilebilir bir emniyet sübabına ihtiyacın önemini tekrar gözümüzün önüne getirdi. en gelişmiş ülkelerde bile, siyaset üstü güç odaklarını ortaya çıkarmanın ve korumanın ne kadar zor olduğu ortadayken, ingilizlerin ellerindeki güvenebildikleri bir güç odağından vazgeçmiyor olmaları çok mu garip sizce?
yüzlerce yıl, gücü her eline alanın kazık attığı bir milletin evlatları olarak, bu saatten sonra herhangi bir hanedana güvenmenizi beklemiyorum. monarşi iyiydi lan geri gelsin filan da demiyorum. ancak tarih, halkın oyuyla göreve gelenlerin, bütün gücü ellerinde toplayarak devletleri felaketlere sürüklediği örneklerle dolu. kraliyet ailesi ingiltere için belki bir gün, köprüden önceki son çıkış olacak. daha dün bir referandum olsa, oyumu hiç düşünmeden kraliyet ailesinin ortadan kaldırılması için kullanırdım ama, son birkaç yıldır bu görüşüm eskisi kadar sarsılmaz değil. ucuz popülizm, aşırı sağ, satılmış medya derken demokrasiler için gerekli olan dengeleyici gücün, bulunması ne kadar zor bir nimet olduğunun farkına varıyor gibiyim. tabi ki, monarklar, ideal denge unsurudur demek istemiyorum ancak ingiliz halkı, kraliyet ailesine güveniyor ve taraflar bu güveni sarsmadıkları sürece, kraliyet ailesinin ingiliz ve avustralya demokrasileri için yararlı olduklarına inanır oldum.
ekleme: monarşinin, her koşulda ideal bir denge unsuru olduğunu savunmuyorum. ingiltere örneğinde, monarşi bu görevi yerine getiriyor olabilir, ancak başka örneklerde felaketlere yol açmışlığı da vardır. önemli olan, her ülkenin kendi denge unsurlarını yaratıp, bunlara sahip çıkmasıdır. bu bir ülke için monarşi olabilir, diğeri için basın, başkası için ordu...