SEYAHAT 12 Şubat 2018
22,8b OKUNMA     879 PAYLAŞIM

İlginç Güzellikleriyle Uzak Diyarların Bambaşka Bir Dünyası: Bolivya Gezi Rehberi

Burayı dünya gözüyle bir kere görmek veya orası çok uzak diye gidenlerden dinlemek isteyenler için gidip görmüş birinin gözüyle Bolivya hakkında bilgi sahibi oluyoruz.
iStock


bolivya'ya şili'nin san pedro de atacama şehri üzerinden geçtim. giriş yaptığım yer 4.500 metrede konuşlu, kulübeden bozma bir kontrol noktasının bulunduğu, başkaca herhangi bir yapının olmadığı bir gümrüktü. asıl gümrük şili'nin calama şehrinde ama bolivya'daki turistik geziler için burası hem zaman hem para açısından daha ekonomik olduğu için burası tur şirketleri ve gezginler tarafından tercih sebebi. dört gün şili'nin atacama çölünde kaldıktan sonra, üç günlüğüne bolivya'nın potosi eyaletindeki uyuni bölgesinde hem çöl hem de tuz düzlüklerinde bir tur satın aldım. başta aklımda otostop yaparak ya da otobüs ile kendim gitmek vardı ama iyi ki yapmamışım çünkü buralarda yerleşim yeri çok az ve atacama'dan uyuni'ye otobüs bulunsa da bu otobüsler milli parka uğramıyorlar. çölde otostop yapmak da pek akıllıca değil zira kimse yok.

eduardo averoa milli parkı birçok ilginç göle ev sahipliği yapan, yer yer 5.000 metreye çıktığınız bir doğa harikası. yaklaşık 7 bin metrelik zirvelere sahip olan bu park teknik olarak bir çöl fakat içerisinde göller de var. ilk başta bu kadar yüksekte bir çöl fikri inanması zor bir olgu ve daha da garip olan bu çölde en çok ziyaret edilen yerler içerisindeki göller. bir çok allı turna (flamingo) türüne ev sahipliği yapan bu göller yoğun miktarda tuz ve diğer mineraller içeriyor ve su içilebilir değil.

Eduardo Avaroa Reserve

and dağları dünyanın en büyük ve uzun sıradağlarından biri ve her bir köşesi sürprizlerle dolu. 5 bin metre yükseklikte yaşayan canlılar görmek sizi şaşırtmasın. asıl şaşırtıcı olan bu yükseklikte yaşayan insanlar. inca medeniyeti'nin mirasçısı olan bu insanlar, neredeyse hiçbir şeyin yetişmediği bu yüksek düzlüklerde hayatlarını yüzyıllardır sürdürüyorlar.


mihmandarlarımız bolivya yerlileriydi üç gün boyunca ve ilk dikkatimi çeken şey yüzlerinin şişkin olmasıydı. esmer olmaları şaşırtıcı değil, sonuçta çölde yaşayan insanlar. derilerinin soyuk olması da anlaşılabilir çünkü bu çölde sizi yakan güneşle beraber, kuvvetli bir rüzgarın eşlik ettiği soğuk. ama yüzlerinin şişkinliğine bir anlam verememiştim, üç gün sonra açıkta bıraktığım her yer şişip, derim çatlayıp, kararıp, şişince bunun vücudun kendini savunmak ve adapte olmak için geliştirdiği bir strateji olduğunu anladım. yüksekliğin sonuçlarını tam olarak bilmiyormuşum.

buranın insanları oldukça sessiz, enikonu mahçup ama dürüst, sempatik ve uysallar. oldukça çetin şartlarda yaşamaya çalışan bu insanlar için turizm büyük bir gelir kapısı olmuş. ancak hala bölge bir mahrumiyet hali yaşıyor çünkü devletin buralara adamakıllı bir hizmet getirmesi çok maliyetli. dağlar çok yüksek ve nüfus yoğunluğu çok düşük. dolayısıyla devlet sadece belli başlı yerleşim yerlerini birbirine bağlayacak yollar yağmış ve sadece buralarda elektrik var. bu tarafa gelecek olursanız birkaç gün sıcak su, internet ve hatta elektrik olmadan yaşamayı göze almalısınız.

yolculuğumuzun ilk günü, birkaç göl (sırasıyla beyaz göl(laguna blanca) ve yeşil göl(laguna verde)) gezdikten sonra, 5 bin metre yükseklikte bir termal göle gittik. çölde, 5 bin metrede, hava neredeyse buz gibi iken sıcacık bir açık hava kaplıca havuzuna kendinizi bıraktığınızı düşünün. neredeyse mitolojik/fantastik bir deneyim. daha sonra hayalimdeki göle 'ü (laguna colorada/renkli göl ya da yerlilerin deyişiyle laguna roja/kırmızı göl) ziyaret ettik ve geceyi gölün olduğu yerdeki kulübeden hallice bir hoselde geçirmek üzere buraya vardık. hostel deyince hemen aklınıza turistler için düzenlenmiş mekanlar gelmesin. sıcak su, internet yok. elektrik ise sınırlı. burada yaşayan yerliler işletiyorlar ve sadece iki tane yapı var. yakınlarda başka herhangi bir yerleşim yeri yok. yükseklik 4.500 metre ve nefes almak hayli güç.

Laguna Roja

iki adet 4x4 jiplere doluştuğumuz grubumuz ağılıklı olarak fransızlardan oluşuyordu. fransızlar top görünce hemen takım kurup maça başladılar. yerli kızların da oynadığı oyuna beni de çağırınca dayanamayıp beşiktaş formamı giyip katıldım. katıldım ama on dakika sonra oksijensiz kalıp bırakmak zorunda kaldım. inanılmaz bir deneyim oksijensizlik (hypoxia - hipoksi). aldığınız nefes yetmiyor, ne kadar derin solursanız soluyun ciğer daha fazlasını talep ediyor. o ana kadar gayet iyi idare eden vücudum, o gece kayışı kopardı. altı kişi, havalandırması olamayan bir odada yattığımız için zaten az olan oksijen bitiverdi ve gece bir çeşit boğulma hissiyle uyandım. hava buz gibi (eksi 10 gibi) olmasına rağmen, vücudumu ateş basmıştı. terlemiyordum, hasta değildim ama alev alev yanıyordum ve nefes alamıyordum. ciğerlerim acıyordu. hayır, yanlış bir kelime kullanmadım; içimde, ciğerlerimin acıdığını hissediyordum. ayağa kalkıp kendimi dışarı atınca, ateşim bir miktar düştü, nefes alışım düzeldi ve boğulma hissinden kurtuldum. yanımda kalan fransız ailenin henüz tam yetişkin sayılamayacak çocukları da vardı. belki benim gibi uyanamazlar diye düşünüp kapıyı beş-on dakika açık bırakıp odayı havalandırdım ama bu sefer de güç bela nefesimiz ve vücut ısımızla ısıttığımız oda soğuyordu, tekrar kapattım mecbur.

ilk gün beni etkileyen en büyük sürprizlerden biri, ismini ünlü ispanyol sürrealist ressam salvador dali'den alan dali çölü oldu. kendinizi birdenbire bir dali resminin içerisinde buluveriyorsunuz. salvador dali'nin favori mekanı olan bu çöl, birçok resminde arkaplan olarak kendine yer buluyor. meşhur 'belleğin azmi' (la persistencia de la memoria) tablosu ve diğer eserlerini bilenler için harika bir deneyim. bol bol fotoğraf çektim. yanımdaki fransızlar da sanatsever çıkınca bol bol konuştuk, hangi resimde hangi perspektifin kullanıldığı üzerine tartıştık.

Dali Çölü
Salvador Dali - Belleğin Azmi

ertesi gün kaldığımız yerden devam ettik. şili sınırında bulunan hala aktif, dumanı tüten bir volkanı uzaktan izledik. daha sonra gayzerlerin olduğu bir yere gittik. kesif bir sülfür kokusu her tarafı kapladığı için nefes almak daha da güçleşti. gayzerden sonra uyuni tuz düzlükleri'ne (salar de uyuni) doğru yol almaya başladık. uçsuz bucaksız platolarda bir gün geçirdik. kimi yerlerde yol yoktu dolayısıyla güneşi kendimize yol gösterici tuttuk. şili ile bolivya'yı bağlayan uluslararası yol henüz tamamlanmış değil (en azından bolivya tarafı). tozun toprağın içinde yol alırken kendimiz de toza toprağa bulandık epey.

Salar de Uyuni

çölün ortasında, dağların arasında bulunan bazı vadiler yemyeşildi. bu vahalarda oldukça canlı bir hayat hüküm sürüyor. yerliler tarım ve hayvancılıkla uğraşıyorlar. yerel diller konuşan bu insanlar yine inka medeniyetinin torunları. oldukça renkli kültürleri var ve bu renklilik giyim kuşamlarına yansımış. keçeden yapılmış melon(bowler hat) tarzı şapka giyen kadınları görünce fransız gezginler, latin amerika'da çalışan bir sosyolog olarak bana neden ingiliz şapkası giydiklerini sordular ama herhangi bir fikrim yoktu. meğer, 19 yüzyılda icat olunan bu melon şapkalar, buralarda çalışan britanya demiryolları (british railways) çalışanları vasıtasıyla epey yaygınlaşmış. şapkayı buraya getiren firma, şapkalar erkeklerin kafasına göre küçük olunca, avrupa'da kadınların hep bu şapkaları giydiği hikayesini yayıp bütün şapkaları satmış. zamanla kültürel bir öge haline gelen bu şapkalar özellikle yerel quechua(keçua diye okunur) ve aymara halkının kadınlarının bir parçası haline gelmiş. şapkanın takılış şekli bile bir anlam ifade eder halde bugün. kafanın ortasında ise bu kadının evli olduğunu, yanarda olursa boşanmış yahut dul olduğunu, arka tarafta olursa ilişkisinin karmaşık olduğunu belirtirmiş.

Bolivya yerlileri

vahalarda birçok lama sürüsü ile karşılaştık. durup fotoğraf çekmek istediğimizde lamaların epey utangaç hayvanlar olduğunu keşfettik. pek yaklaşmıyorlardı ama uzaktan poz vermeyi de ihmal etmediler. bu vadilerde aynı zamanda buraya özgü (endemik) bazı bitkilerin ve koka üreticiliğinin de yapıldığını öğrendik. hatta bazı tarlaların yanından geçtik ama yanımda bana anlatacak biri olmasa buraların tarla olduğunu mümkün değil anlayamazdım.

akşama doğru henüz güneş batmamışken uyuni tuz düzlüklerine gitmeden önce geceleyeceğimiz, tuvalet ve banyosu hariç tamamen tuzdan yapılmış ve dünyaca da meşhur olan tuz hosteli'ne (hostel de sal) vardık. bu kısmı başka bir yazıda anlatacağım. şimdilik bu kadar. gidiniz geziniz efenim!.. iyi yolculuklar...