İNTERNET 23 Haziran 2025
10,6b OKUNMA     102 PAYLAŞIM

Google Earth'ün Kodları, Almanların 1993'te Ürettiği Terravision'dan mı Çalıntı?

Google Earth’ün temelini oluşturan teknoloji, aslında 1993’te Alman mühendisler tarafından geliştirilen Terravision projesinden mi çalındı?


90’larda google earth’ün atası: terravision

1990’ların ortasında berlin merkezli art+com ekibi, dünya üzerindeki herhangi bir noktayı yakınlaştırıp uzaklaştırarak keşfetmeyi sağlayan devrimsel bir yazılım geliştirdi. 1993’te ortaya çıkan terravision (t_vision), uydu fotoğrafları, hava çekimleri, yükseklik ve şehir modeli verileriyle oluşturulmuş, internet üzerinden çalışan bir sanal dünya uygulamasıydı. o dönemde böyle bir şeyi kimse görmemişti; yüksek hızlı ağlar ve güçlü silicon graphics (sgı) bilgisayarları üzerinde, kullanıcıya adeta “dünyanın google earth’ü” deneyimini yıllar önce sunuyordu. joachim sauter ve pavel mayer gibi sanatçı-mühendislerin öncülüğündeki ekip, terravision’ı bir sanat ve teknoloji projesi olarak geliştirip farklı fuarlarda sergiledi. hatta 1994’te kyoto’daki bir telekom konferansında ve los angeles’ta bir medya festivalinde terravision’ı dev ekranlar ve özel bir 3d kontrol cihazıyla gösterip ödül bile kazandılar. kısacası, terravision internet üzerinden dünyayı sorunsuz gezdiren ilk sistemdi ve sauter sonradan ona google earth’ün “öncülü” demekte haksız sayılmazdı.


“çok yapraklı ağaç” ve terravision’ın icadı

terravision’ı benzersiz yapan şey sadece dünyayı göstermesi değildi; asıl icadı, bunu akıcı bir şekilde yapmasını sağlayan akıllı algoritmaydı. uygulama, kullanıcının bakış yüksekliği ve açısına göre görüntüyü parçalara ayırıp, her parça için gerekirse daha yüksek çözünürlüklü veriyi sunuculardan isteme mantığıyla çalışıyordu. örneğin geniş bir bölgeye baktığınızda düşük çözünürlüklü harita gelir, yakınlaştıkça görüntü bölünerek daha küçük parçalara ayrılır ve bu parçalar için sunucudan kademeli olarak yüksek çözünürlüklü detaylar çekilir; böylece görüntü önce bulanık başlayıp sonra netleşirdi. bu yöntem, bir “piramit” misali çok katmanlı bir görüntü yapısı kullanıyordu ve o dönem için çığır açıcıydı. sonuçta terravision, düşük hızlı 90’lar internetinde bile kullanıcıya dünya üzerinde kesintisiz zoom yapma olanağı veren, bugün hepimizin alışık olduğu akıcı harita deneyimini ilk defa mümkün kıldı. art+com ekibi bu buluşlarını 1995’te patentledi; “uzaydaki konumsal verilerin resimsel gösterimi” başlıklı patentleri, 1996 sonu itibariyle hem almanya’da hem abd’de başvurulmuş durumdaydı. yani aslında bugün milyar dolarlar eden fikrin tohumları, berlin’deki bir grup idealist yazılımcı ve sanatçı tarafından 90’larda atılmıştı.

silikon vadisi’nde bir gösterim ve silicon graphics

art+com ekibi, terravision ile elde ettikleri başarı sayesinde dünyayı dolaşıp demo gösterimleri yaparken, rotaları onları teknoloji merkezi silikon vadisi’ne de götürdü. 1995 civarında terravision’ı sgı’ın kaliforniya’daki merkezinde, dev sgı onyx makineleri üzerinde sergileme fırsatı buldular. bu buluşma sırasında sgı’da çalışan parlak mühendislerden ikisi, michael t. jones ve brian mcclendon, terravision sunumunu izleyenler arasındaydı. jones o dönemde sgı’da art+com ile ortak çalışmalara temas eden kişi, mcclendon ise sgı’da grafik teknolojilerinden sorumlu mühendislerden biriydi. hatta sgı, terravision’ı kendi güçlü makinelerinin neler yapabildiğini göstermek için bir vitrin olarak bile kullanmıştı. gösterim sonrasında genç alman ekip ile sgı mühendisleri arasında samimi sohbetler gerçekleşti. özellikle terravision’ın baş programcısı (art+com’un “juri”si) pavel mayer, heyecanla terravision’ın tüm teknik ayrıntılarını sgı’daki yeni dostu brian mcclendon ile paylaşmaya başladı. “bak biz dünyayı şöyle parçalara bölüp sunucudan veriyi böyle çekiyoruz…” derken mayer, farkında olmadan terravision’ın mucizevi algoritmasını amerikalı meslektaşına adeta altın tepside sunuyordu. mcclendon da anlatılanları büyük bir ilgiyle dinleyip not etti -muhtemelen aklında şimdiden bunları kendi projelerinde kullanma fikri filizleniyordu. nitekim rivayete göre brian, bu görüşmeden aldığı ilham ve bilgilerle ülkesine döndükten sonra “terravision gibi bir şeyi biz de yapabilir miyiz?” sorusunun cevabını aramaya koyulmuştu bile.


keyhole: terravision fikrinin cia destekli yeniden doğuşu

brian mcclendon ve sgı kökenli birkaç kişi, 90’ların sonunda sgı’dan ayrılıp yeni girişimlere yöneldiler. 1999’da ıntrinsic graphics adında bir şirket kurup grafik teknolojileri geliştirmeye başladılar; içlerinden bazıları 2001’de bu şirketten keyhole, ınc. adlı bir spin-off (yan şirket) oluşturdu. keyhole’un ceo’su john hanke, şirketin isminin bile cıa’in 60’lardaki “keyhole” kod adlı casus uydu programından esinlendiğini söylemişti. keyhole ekibi, tıpkı terravision gibi, dünyanın uydu ve hava görüntülerini 3d bir dijital haritada birleştiren earthviewer adlı bir yazılım geliştirdi. 2001 civarında ilk versiyonu çıkan earthviewer, güçlü bilgisayarlarda çalışıyor ve kullanıcılara “kendi mahallemin üzerinde uçuyorum” hissi veriyordu. ne var ki dot-com balonunun patladığı o yıllarda finansman bulmak zordu; keyhole da maddi sıkıntıya düştü. imdada, ismi ilginç biçimde bu projeyle örtüşen bir kurum yetişti: cıa! abd istihbaratı, stratejik teknolojilere yatırım yapmak için 1999’da kurduğu “in-q-tel” adlı fon üzerinden, 2003’te keyhole şirketine ciddi bir yatırım yaptı. bu yatırımın ortağı, cıa ile pentagon’a uydu görüntü istihbaratı sağlayan ulusal coğrafi istihbarat dairesi (nga) idi. kısacası cıa destekli finansman, batmak üzere olan keyhole’u kurtardı ve karşılığında cıa/nga kendi ihtiyaçları için şirketin teknolojisini şekillendirmeye başladı.

daha 2003’ün ilk aylarında, in-q-tel yatırımı yapılır yapılmaz keyhole’un earthviewer yazılımı abd ordusunun hizmetine sunuldu. ırak savaşı sırasında (mart 2003), amerikalı komutanlar ve analistler keyhole’un bu “video oyun gibi” harita uygulamasını cephede kullanmaya başladıla. uydu görüntüleri üzerine gerçek zamanlı istihbarat verileri ekleyerek (birlik hareketleri, mühimmat depoları, hava durumu vs.), harekât planlamasında earthviewer’dan yararlandılar. bir askeri yetkili, bu sistemi ilk kez gördüğünde “sanki nintendo haritacılığa el atmış” diye şaşkınlığını belirtmişti diyebiliriz. kısacası terravision’ın fikri, dolaylı da olsa, cıa destekli keyhole aracılığıyla önce savaş meydanlarında kendine yer bulmuştu.

google earth’ün doğuşu: “don’t be evil”

keyhole’un kaderindeki bir sonraki dönüm noktası, ünlü iki silikon vadisi girişimcisinin dikkatini çekmesiyle geldi. google kurucularından sergey brin, keyhole’un earthviewer yazılımını görünce adeta büyülendi. hatta bir gün google’ın ofisinde toplantı ortasında içeri dalıp earthviewer’ı çalıştırdığı, odadaki herkesin ev adresini tek tek girerek onları sanal uçuşla evlerinin üzerine götürdüğü anlatılır. genç google ekibi bu teknolojiye hayran kalmıştı. 2004 yılında (google’ın halka açıldığı sene), brin ve larry page hiç vakit kaybetmeden keyhole’u tümüyle satın aldı -cıa’in hissesiyle birlikte tabii. keyhole ekibi ve teknolojisi google bünyesine katıldı ve kısa süre sonra google earth adıyla yeniden doğdu.

2005’te ücretsiz bir hizmet olarak kullanıma sunulan google earth, kısa sürede dünyada milyonlarca kullanıcıyı kendine hayran bıraktı. herkes evini, eiffel kulesi’ni, everest dağı’nı tek tıkla uzaydan görebiliyordu. google earth o kadar popüler oldu ki “dünyaya google’dan bakmak” yeni normal haline geldi. ancak bu muhteşem başarının perde arkasında, berlin’deki art+com ekibi için içler acısı bir durum vardı: onlar yıllar önce geliştirdikleri terravision’ın ruhunu google earth’te görüyor, fakat ne isimleri geçiyor ne de bir yerde referans olarak geçiyorlardı. üstelik google, keyhole’u satın almasının akabinde devlet kurumlarıyla dirsek teması çalışmaya da başlamıştı. google earth teknolojisi, google’ın “kötü olma” (“don’t be evil”) mottosuna tezat oluşturacak şekilde, askeri ve istihbari projelerde kullanılmaya devam etti. google, keyhole’dan devraldığı rob painter gibi bağlantıları sayesinde google federal adlı bir birim kurup cıa, nsa, pentagon gibi kuruluşlarla milyon dolarlık sözleşmeler yaptı. bir zamanlar sadece kullanıcı dostu arama motoru imajıyla tanınan şirket, perde arkasında devletten aldığı işlerle tabiri caizse “internet çağının lockheed martin’i” olma yolundaydı. yani “kötü olma” sloganı, en azından art+com ekibinin gözünden bakınca, google earth’ün yükselişi esnasında epey bir anlam kaybına uğramış görünüyordu.

(not: google’ın 2000’ler boyunca resmi sloganı “don’t be evil” idi, türkçesi: “kötü olma”. 21 nisan - 4 mayıs 2018 tarihleri arasında bu söz google’ın sloganı olmaktan çıkarıldı)


milyar dolarlık dava: art+com vs. google

yıllar geçip google earth tüm dünyayı sarmaladıktan sonra, art+com ekibi hakkını aramaya karar verdi. ellerinde, terravision’ın altında yatan temel fikri koruyan patentleri vardı. google ile 2006’da iletişime geçip terravision teknolojisini lisanslama konusunda görüşmeler yaptılar; google’ın o dönemki google earth cto’su michael jones berlin’e gelip “patentinizi alsak mı” diye yokladı. google tarafı terravision patentine “sahip olunması güzel bir patent” diyordu ama satın alma ya da lisanslama konusunda ciddi bir adım atmadı. art+com da teklifleri tatmin edici bulmadı ve iletişim koptu. 2010’da almanlar patentlerini abd’de yeniden tescil ettirip google’a resmi olarak “google earth için bizden lisans almanız lazım” diye bildirseler de google’dan ses çıkmadı. bunun üzerine 2014 yılında art+com, google’a karşı patent ihlali davası açtı. berlinli ekip, google earth’ün kendi 1990’lardaki buluşlarını izinsiz kullandığını ve patentlerini ihlal ettiğini iddia ediyor, 100 milyon dolar gibi yüklü bir tazminat talep ediyordu. dava, amerika’da delaware eyalet mahkemesi’nde görüldü ve teknoloji dünyasının david-goliath kapışmalarından biri olarak gündeme geldi.

art+com’un hukuk ekibi davada ilginç bağlantılara dikkat çekti: google earth’ün kilit yöneticileri arasında bulunan michael jones (google earth cto’su) ve brian mcclendon (google geo birimi başkanı), 90’larda terravision’ı görmüş kişilerdi. jones, sgı günlerinde bizzat terravision projesinin temas kurduğu kişiydi; mcclendon da terravision hakkında bilgi sahibi olmuştu. yani iddiaya göre google earth’ün “atası” terravision’dı ve google bunu bile bile teknolojiye konmuştu. google tarafı ise suçu kabul etmek bir yana, tam tersine art+com patentinin geçersiz olduğunu savunarak işe başladı. google’ın avukatları “bu almanların buluş dediği şey zaten önceden yapılmış” diyerek, “srı terravision” adında başka bir terravision’ı mahkemeye getirdiler! evet, ismin aynı olması tesadüf değil: abd’de stanford research ınstitute (srı) adlı bir araştırma enstitüsü 1994’te benzer bir coğrafi görselleştirme sistemi geliştirmiş ve ilginç şekilde ona da terravision demişti. srı’daki stephen lau isimli mühendis, 1994 yılında bu sistemi halka açık konferanslarda sunduklarını, internet üzerinden çok katmanlı bir dünya haritası gösterdiklerini ifade etti. hatta lau, 1995’te los angeles’ta siggraph konferansında srı terravision’ı 500 kişiye tanıtırken dinleyiciler arasında art+com ekibinden iki kişinin de bulunduğunu söyledi; dahası, sunum sonrası bu kişilere srı terravision’ın kodunu verip nasıl çalıştığını anlattığını bile iddia etti. bu ifadeler mahkeme salonunda tam bir ters köşe etkisi yarattı. art+com avukatları “srı sistemi bizimkinden farklı, asıl kritik sorunu çözen algoritma onlarda yoktu” diye itiraz ettiler -srı projesinin görüntüleri parçalara bölüp kademeli detay yükleme kısmının eksik olduğunu savundular. ne var ki jüri üyeleri bu teknik nüansları almanların lehine kabul etmedi. sonuçta jüri, art+com’un patentinin yeni bir şey olmadığını, srı terravision ile zaten yapıldığını belirterek patentin geçersiz olduğuna hükmetti. 2016 mayıs ayında açıklanan karar, google’ı tüm suçlamalardan akladı; dolayısıyla tazminat talebi de düşmüş oldu. art+com kararı temyize taşıdı ancak 2017’de temyiz mahkemesi de jürinin kararını onadı ve art+com’un abd patenti hükümsüz kaldı. böylece “milyar dolarlık kod” davası, alman ekip açısından hüsranla sonuçlandı.

adalet ve etik tartışmaları: “evil” kim?

davanın perde arkasında, art+com ekibini tatmin etmeyen bir dizi olay da yaşandı. dava sürecinde ilk atanan yargıcın, kocası google lobicisi çıkan bir hakim olması ve onun daha sonra davadan çekilmesi dikkat çekti. art+com tarafı, başta kendi lehlerine gideceğini düşündükleri sürecin hakim değişikliği sonrası aksi yönde seyrettiğini ima etti. ayrıca, terravision ile ilgili bazı çevrimiçi içeriklerin ve blog yazılarının google’ın içerik politikalarını ihlal ettiği gerekçesiyle yayından kaldırıldığı iddiaları! ortaya atıldı. sonuçta dev bir teknoloji şirketine karşı amerika’da mücadele veren küçük bir tasarım firması imajı, kamuoyu sempatisini art+com’dan yana kılsa da, hukuk zemininde işlerine yaramadı. google tarafı ise çıkışta “jüri doğru kararı verdi” demekle yetindi. şirket “don’t be evil” mottosunu dilinden düşürmese de, bu süreçteki tavrı birçok kişi tarafından sorgulandı. özellikle google’ın, terravision’ın gerçek öncüleri olan berlinli ekibe en azından referans verme nezaketini bile göstermemesi eleştiri konusu oldu. bir yandan da google’ın cıa ile işbirlikleri ve patent davalarında takındığı sert tavır, şirketin etik değerlerini logo arkasında bırakıp bırakmadığı sorusunu akıllara getirdi. ancak silikon vadisi’nde maalesef “büyük balık küçük balığı yutar” misali, devler çoğunlukla kazanan taraf oluyordu.

netflix dizisi ve son söz

bu çarpıcı hikaye, 2021’de netflix’in “the billion dollar code” (türkçesiyle milyar dolarlık kod) adlı mini dizisine ilham kaynağı oldu. dizi, terravision’ın yaratıcılarıyla google earth arasındaki mücadeleyi dramatize ederek geniş bir izleyici kitlesine taşıdı. gerçek karakterler juri ve carsten takma isimleriyle kurgulanıp, brian mcclendon ise tek bir “kötü amerikalı mühendis” karakterinde birleştirilmişti. dizi, gerilimli mahkeme sahneleri ve dönemin hacker ruhunu yansıtan atmosferiyle beğeni topladı. ancak unutmamak lazım: netflix versiyonu bazı sahnelerde gerçeği esnetse de (mesela google avukatlarının şeytani planlar yaptığı sahneler biraz abartı olabilir), özü itibariyle yaşanmış bir hikayeye dayanıyor. art+com’un geliştiricileri bu projeye ömürlerini verdiler, google ise çok sonradan çıktığı bu yolda dünya çapında başarıyı yakaladı.

bugün geriye dönüp baktığımızda, terravision’ın -ilkel adıyla t_vision- gerçekten de google earth’e giden yolda bir öncü olduğunu görüyoruz. belki google doğrudan terravision’ın kodunu çalmadı -hatta google earth’ün mimarlarından avi bar-zeev “biz o alman projesini duymamıştık bile” diye yazdı- ancak fikirsel olarak bir bayrak yarışı misali terravision’ın bıraktığı yerden devam ettiler garip bir şekilde. art+com ekibi hukuken hakkını alamasa da, en azından tarihe adını “google earth’ün mucizevi algoritmasının yaratıcıları” olarak yazdırdılar. “don’t be evil” mı? orası tartışılır. google earth’ün yaratılma sürecinde, google belki pek de “evil” (kötü) olduğunu düşünmedi ama terravision’ın geliştiricileri açısından ortada en azından bir “ayıp” olduğu kesin. yine de, terravision hikayesi bize şunu öğretiyor: teknolojide bazen ilk olmak yetmez, hakkınızı da ilk günden sağlam korumanız gerekir. art+com ekibi bunu yaptı, patentini aldı ama devlere karşı mücadele her zaman toz pembe sonuçlanmıyor. milyar dolarlık kod dizisinin finalinde olduğu gibi, gerçek hayatta da bazen adalet duygusu törpüleniyor. yine de terravision’ın mirası yaşıyor -şimdi milyonlar hatta milyarlar google earth’te dünyayı gezerken, belki de arka planda bir yerlerde terravision’dan bir satır kod değil ama bir satır fikir, bir tutam ilham uçuşuyor. ve bizler de bu hikayeyi bildiğimiz için, içimizden hafifçe gülümseyerek “dünyayı ilk dijital gezdirenler kimmiş, unutmayalım” diyebiliyoruz.

kaynaklar