YAŞAM 31 Ekim 2016
175b OKUNMA     1323 PAYLAŞIM

Farkında Olmadığımız Bir Gerçek: Türkiye'de Sıra Bekleme Kültürünün Olmaması

Kabullenmesi biraz acı ama ülkemizde maalesef sıra bekleme kültürü henüz oluşmamış durumda. Günlük hayatta sürekli olarak bu durumla karşılaşsak dahi olayı artık öylesine kanıksadık ki farkına bile varamıyoruz.
iStock.com

kürt sorunu ve türban sorunundan sonra üzerinde düşünmesi gereken en önemli sorundur kanımca. biz milletçe sıraya girmeyi bilmiyoruz arkadaş. sıra denen şey bu millet için şark kurnazlığı yeteneğini konuşturabileceği bir ortam, bir yetenek sizsiniz platformu adeta! üstelik bu durum halkın her tabakasında açıkça görülüyor. alt, orta, üst, çapraz ne varsa... bu entyrmde tabaka geçişlerimde yaşadığım sıra kültürü yoksunluğunu örneklerle açıklamaya çalışacağım.

alt tabaka: 

günlerden bir gün annemin canı kokoreç çekti, ben de çevredeki en yakın kokoreççi olan seyyar bir kokoreççiye gittim. (şu tarz kokoreççilerdendi.) sahibi henüz tükanı açmamıştı ama sandalyeleri diziyordu. kendisine ne zamana işe başlayacağını sordum, ''10 dakikaya başlarım evelallah'' gibisinden bir şeyler dedi. sözüne güvendim ve ''15 dakika sonra geleceğim, bana 3 kokoreç hazırlar mısınız?'' dedim. ''tamam.'' dedi ve eve döndüm. tam 15 dakika sonra geri döndüm ve kokoreçleri sordum. ''siz gelince hazırlayacağım demiştim ya.'' cevabını aldım. yanlış anlamış olma durumunu göze alarak (halbuki yalan atıyordu kendisi, yalancıyı götünden bile tanırım.) sessiz kaldım ve 3 kokoreç için sıramı bekledim. benden önce gelen bir beyefendi 1 köftesini aldı ve sıra bana geldi. sandalyemde masum masum otururkene afedersiniz bir kadın müşteri geldi ve ''1 yarım köfte, 1 çeyrek köfte ve 1 çeyrek kokoreç alabilir miyim?'' dedi. (siparişi alan kişi benden siparişi alan adamın eşiydi.) kokoreççi kadın ile müşteri biraz lafladı, kokoreçten lafı açtılar vs. derken bir baktım müşterinin elinde köfteyle kokoreçin bulunduğu poşet! al işte, sıramı çalmış. ne diyeyim ulan ben buna şimdi? demedim bir şey, sineye çektim. aldı kokosunu gitti. neredeyse yarım saattir bir hiç için beklemiştim. meğer benim kokolar şimdi yapılacakmış. içimden küfrü basarak beklemeye başladım. yaklaşık 25 dakika sonra kokoreçlerim oldu. 3 kokoreç için bir saat boyunca mal gibi oturdum sokak masasında. ne için, 3 tane kokoreç için! içimden ''allah belasını versin böyle işin!'' derken adama ''iyi akşamlar'' deyip uzaklaştım. 

iStock.com


orta tabaka: 

kimliğimi kaybedenlerin muhtardan alınması gereken bir belge vardır, alanlar bilir. işte onu almaya gitmiştim bir gün mıhtara. öğle arasında gittiğim için kapalıydı, banklardan birine oturup bekledim.az sonra başkaları da geldi. 5-6 kişi olmuştuk. ilk önce ben geldiğim için içim rahattı, ilk benim işim halledilecekti. ara bitti, muhtar gelip kapıyı açtı ve bir anda ortalık toz duman oldu. sıçtığımın sırasını kimse takmamıştı yine. herkes koşar adımlarla içeri daldı. en son gelen adam muhtara en çok yaklaşan olduğu için ilk onun işi halledildi. sonra bir kadın geldi, işi uzun olduğu için muhtar ona ''hanımefendi sizin işiniz uzun, isterseniz geçin oturun, arkadaşlara bir bakalım, hallederiz.'' dedi. ama kadın benim gibi pısırık değil ki! sözünü esirgemedi: ''uzunsa uzun, sıra benim değil mi, işimi halledin!'' dedi. muhtarla konuşmasında haklı olan oydu ama hem sıramı kapıp hem de ''sıra benim'' demesi beni çileden çıkarmıştı. tam bir şey diyecektim ki muhtar bir şeyler zırvalayıp kadının işini halletti ve kadın defolup gitti. birkaç kişi daha geçtikten sonra muhtara en yakın kişi artık bendim. tam derdimi anlatacaktım ki arkamdaki kır saçlı lavuk cümleye girdi. içimden ''eee artık yeter amk lan'' diyerekten muhtara ''sıra benim muhtar bey, ben daha önce geldim.'' dedim ve zorla da sıramı geri aldım. tipine sıçtığımın lavuğu geriledi. lanet olasıca kağıdı aldım ve defolup gittim. peki ben hatayı nerede yapmıştım? hatayı ben en başında yaptım... sıramı kapanlara en başından cevabımı vermeliydim. ''beyefendi buraya ilk önce ben geldim, sıranızı bekleyin, şark kurnazlığı yapmayın! aksi takdirde sizi düellloya çağırmak zorunda kalacağım!'' demeliydim. ama demedim, diyemedim. siz siz olun ve tepkinizi ortaya koymaktan çekinmeyin. 

iStock.com


(nispeten) üst tabaka: 

günlerden bir gün kız kardeşimle alışveriş yapmaya gitmiştik. acıkınca bir şeyler yemek için kfc'ye gittik ve sıramızı beklemeye başladık. 3 tane kasadan sadece orta kasada görevli vardı ve o kasada da biz ve önümüzdeki grup vardı. o grup siparişlerini alır almaz sıra bize gelecekti. ama öyle olmadı. çünkü önce sağ kasaya, sonra sol kasaya birer müşteri geldi. bizim önümüzdekiler de tam o anda siparişlerini alıp gittiler. normalde sıra kültürü olan bir insan hemen bizim siparişimizi alırdı ama tabii ki öyle olmadı. görevli sağ kasadakilerin siparişini aldı ve hızlı adımlarla arka tarafa gitti. gelince hemen uyardım. ''sıra bizimdi ama başkasının siparişini aldınız.'' dedim. ''sizinkini de şimdi alacağım.'' deyip gitti, uzun süre gelmedi. onun ardından başka bir görevli geldi ve soldakinin siparişini aldı. bu sefer iyice sinirlendik. ''sıra bizim sıramız, başkasının siparişini neden alıyorsunuz?'' dedik kardeşimle beraber. adamın cevabı şöyle oldu '' şu siparişi alayım, geliyorum.'' bak sen şu piçe, ulan ben sana ne diyorum sen bana ne diyorsun. durumu bilal'e anlatır gibi anlatmaya başladım artık. '' bakın, az önce önümüzde bir grup vardı, yiyeceklerini alıp gittiler. ardından bizim siparişimizi almalıydınız ama sağ kasaya geçildi. sonra sol kasaya geçildi ve uzun süredir burada bekliyoruz.'' dedim. açıkçası o malın ne cevap verdiğini hatırlamıyorum. tek hatırladığım o görevlinin tam bir mal olduğudur.

evet sevgili yazarlar, gördüğünüz gibi sıra kültürü kazanmamız için daha bir fırın ekmek yememiz gerekiyor, umarım birkaçınız yazımı okuma zahmetine girer de geleceğin şark kurnazları olmaktan kurtulur.

not: tabakaları mekanların lükslük derecelerine göre ''alt, orta, üst'' olarak nitelendirdim. bu yüzden kfc'yi nispeten üst tabaka olarak belirttim.

her gun farkli sekillerde surekli karsilastigim durum. siraya girmeyen, cakallik pesinde kosan insanlar; ben hepinizin amk. evet baslayabilirim.

sabah metroya indim sira bekliyorum. cok kalabalik degil ama gene de o saate gore biraz yogun. neyse onumde bir kadin var gectim arkasinda duruyorum. yanimda da sira var. metro geldi yaklasiyor ici dolu. hass.. bu saatte bu neyin kalabaligi. bu sirada iyi giyimli mavi takim elbiseli siyah kemik gozluklu kirli sakalli zamane "ben klasik giyiniyorum ama gencligimden ve enerjimden de taviz vermiyorum. iyi de giyiniyorum. hepinizin amk" genci geldi kenardan. en one gecti kapinin acilmasini beklemeye basladi. bu sirada kapi acildi. ben yaklastim buna, afedersiniz beyefendi siraya gecmeniz gerekmez mi? gibisinden bisey sordum. bu arada onumdeki kadin ben adami durdurdugum icin sirasini koruyabilmis oldu. onun da ayrica amk.

herneyse, "tamam gecin, ama zaten icerisi dolu. oturacak yer yok. ne farkederki" dedi. ulan ben kaldim. cunku boyle bir aymazliga kendimi hazirlamamistim. acikcasi, "ne demek icerisi dolu oturacak yer yok. oturacak yer olunca mi siraya geciyoruz a gavat?" diyesim geldi ama demedim. "yahu bunun oturacak yerle ne alakasi var siraya gecmek bir medeniyetin gostergesi degil midir?" dedim. "ya oturacak yer yok. hepimiz ayakta gidecegiz. siraya gecsem nolacak?" dedi. icimden vay amk dedim ben simdi bu adama neyi nasil anlatayim.
"ozur dilerim. size bunu soylemem en basta bir hataymis" dedim. dondum kendi onume devam ettik bu sekilde.

iStock.com

siktigiminin yerinde ben bu insanlara uyum saglamaya calisacagima, hali hazirda medeniyeti yasayan insanlarin oldugu bir yere giderim daha iyi.

senelerdir yaşadığım ve başıma her geldiğinde yeri göğü ayağa kaldırdığım, üstüne sanki hakkım yenmemiş, zamanım çalınmamış gibi (evet, sıramın çalınması zamanımın çalınmasıdır, daha da kötüsü, benim zamanımın kaynakçının zamanından daha değersiz olmasıdır) çevremden tuhaf bakışlar yediğim, buna rağmen asla sesimi kısmadığım rezalettir ve bence herkes de böyle olmalıdır. sizin işiniz o şark kurnazınınkinden daha mı az önemli? vaktiniz daha mı az değerli? daha mı az aceleniz var? azıcık kendinize de saygınız olsun, şuna izin vermeyin.

bu davranış ayrıca ancak ve ancak, bizimki gibi kurnazların kazanç elde ettiği ülkelerde görülür çünkü gelişmiş, düzgün, insana saygılı ülkelerde kimse çakallıkla, uyanıklıkla bir şey elde edemeyeceğini bilir, başkasına saygısızlık etmemesini de ta çocuk yaşlardan öğrenmiştir. şimdi size bendenizin bu rezaletle imtihanını kronolojik olarak anlatacağım.

ilkokul 1: sınıflara girmeden önce sıraya girerdik ya andımızı okumak için, hah işte o sıra. ben zaten kısa boyluyum, okula da önde durabilmek için erken giderdim, önde durmayı severdim çünkü, bir de önde duran çocuklara andımızı okuturlardı, o şansı elde edebilmek için en önde dakikalarca dikilirdim. ama bunun için 45 dakika önce gitmem gerektiğini de kabullenmiştim. yine de birkaç veli, sanki kendi çocukları benim annemin evladından daha değerli ve özelmiş gibi, tören başlamadan önce bazen beni gömleğimin yakasından tutup, arkaya atıp, kendi çocuğunu andımızı okuyabilsinler diye sıranın en önüne dikerdi. aferin size. oradaki tüm çocuklara acayip iyi örnek oldunuz reziller. hepsi büyüyünce sizin gibi oldu.

iStock.com

lise: yemekhane sırasındayım. burslu oranının neredeyse sıfır olduğu, biraz züppe yuvası bir lisede okudum. benim burslu olduğumu da neredeyse herkes bilirdi. okulun birkaç popüler kızı (bunların alamet-i farikaları ugg giymeleri, yasak olmasına rağmen açık saçla gezmeleri ve yine yasak olmasına rağmen okula ait olmayan hırka giymeleri ve hiçbir hocanın bunlara tek bir laf söylememesiydi) yemekhane sırasında benim yanımdan güle güle geçip, bana bakıp kıkırdardı. ben de kuralcıyımdır, bunları nöbetçi hocaya şikayet edip sıranın en arkasına attırırdım, bunların o kıkırdamaları silinip giderdi. hatta bir keresinde bir tanesi hoca bakmıyorken yanıma gelip beni itti "sen kiminle uğraştığını sanıyorsun kızım?" dedi, ben de bunu bileğinden tutup "hadi canım geç arkaya, hocaya tekrar şikayet ettirtme" dedim. bana tek parmaklı malum hareketi yaparak paşa paşa arkaya giderken ben de buna bakıp aynı pis sırıtışı iade etmiştim. bir arkadaşım da bir keresinde "boşver bak sana kafayı takacaklar kötü şeyler yapacaklar" dedi, yine umursamadım. yine sesimi çıkardım. sırf o ezilme duygusunu yaşamayayım diye, insanı yiyip bitiriyor çünkü.

gelelim üniversiteye. exchange için amerika'ya gittiğimde insanların sıralara ne kadar saygı duyduğunu fark ettim, hatta birkaç kez farkında olmadan *araya kaynadığımda çok, çok utandım. ama genel olarak birçok türk arkadaşım sinir olsa da* orada ilk kez toplumun "çıkıntısı" olmadığımı fark ettim. hatta türkiye'ye dönerken şöyle de bir olay yaşadım: havaalanında pasaport kontrol sırasında, iki tane 5-6 yaşlarında çocuk sıranın arasında kaynaya kaynaya öne geçti. arkalarından annesi koşup geldi ve aynen şunu söyledi: "yaptığınız çok kötü bir hareket. arkanızdaki herkese saygısızlık yapmış oldunuz. şimdi onlardan özür dileyeceksiniz, sonra sıranın en arkasına geçeceğiz." çocukları ellerinden tuttuğu gibi herkese özür diletmeye başladı, bazıları sadece gülümseyip başlarını salladı bazılarıysa kızgın kızgın baktı. ben de yarı mutluluk yarı şaşkınlıkla ağzım açık bakakaldım.

iStock.com

sonra oradan uçağa binip türkiye'ye geldim. ama geldiğimi öyle bir hissettim ki, bavulumu beklerken on dakika ağladım: atatürk havalimanı'nda pasaport kontrol sırasındayız. 30-35 yaşlarında gerizekalı bir adam götüm götüm ilerliyor. yanımdan geçmeye çalışırken omzundan dürttüm ve "afedersiniz, önüme geçemezsiniz." dedim. adam bir anda başladı "aman yani hanımefendi siz de ne gerek var bu kadar yaygaraya, ay tamam tamam geçmiyorum aman yeter ki susun." ulan! şerefsize bak, hem suçlu hem güçlü! adama "ne yaygarası kardeşim, hakkımı yiyorsun" dediğimde de şu ukala yanıtı aldım: "ay tamam tamam susun işte istediğiniz oldu."

yemin ederim abartmıyorum, geçen sene yaşadığım bu olayın tekrarını geçenlerde almanya'dan dönerken yine yaşadım. yine pasaport sırasında. yine 30-35 yaşlarında gerizekalı bir herif götüm götüm ilerliyor. yine durdurdum: "pardon, önüme geçmenize izin vermiyorum." aldığım yanıt: şey ben bir arkadaşa bakıcam ileride. "hayır" dedim, "geçemezsiniz." arkamda durup oflamaya poflamaya başladı. sıranın sonuna doğru "hızlı yürüsene be!" diye bağırdı. döndüm arkamı, "ben hızlı yürüsem ne olacak sıra ilerlemiyor, 5 dakika bekleyeceksiniz şurada!" diye bağırdım. bu da başladı ayyyynen diğeri gibi: "aman be çattık, dırdırcı" bu sefer içime atmayacaktım, artık canıma tak etmişti: "zaten araya kaynaya kaynaya geldiniz, bu yaşınıza kadar toplum kurallarını öğrenmemişseniz bu yaşımla size ben öğretecek değilim! sıranızı çaldığınız herkese bir özür borçlusunuz, bu nasıl bir terbiyesizlik saygısızlıktır?!" diye bağıra çağıra söylenmeye başladım. adam hiçbir şey demeden geçti gitti. ama en çok zoruma giden, sırasını çaldığı hiç kimsenin tek kelime etmemesiydi. sadece bana baktılar, birbirleriyle bakıştılar, bazıları kafasını salladı ama orada benden başka tek bir allahın kulu "evet ya, sıramı niye çalıyorsun şerefsiz?" diyemedi.

ben size söyleyeyim, belki bir gün avrupa birliği'ne gireriz, gelişmiş ülkeler arasında yerimizi alırız ama asla insanca yaşayamayız. saygısızız çünkü. benciliz. düşüncesiziz. bir toplum değil, bir arada yaşayan bir grup insanız sadece. ve bu haldeyken bu ülkede asla mutlu yaşayamayacağız.