EKONOMİ 24 Nisan 2019
31,2b OKUNMA     730 PAYLAŞIM

Ekonomik Sıkıntı Yaşayan Türkiye'de Tasarruf Oranları Neden Düşük?

Ekonomik kriz seslerinin duyulduğu ülkemizde merak edilen şeylerden biri de devlet ve özel kalemlerin yeterli tasarrufta bulunup bulunmadığı.
iStock

2019 ekonomik krizi, tasarruf oranlarının düşüklüğü üzerinden tartışma yaratan bir krizdir.

tasarrufun önemini anladığımıza göre ülkede neden yıllardır tasarruf edilemediğini de inceleyebiliriz. bir ülkede tasarruf özel kesimin tasarrufu ve devletin tasarrufu olmak üzere ikiye ayrılır.

devletler ekonomik yapıyı sürdürme gereksinimi duyduklarından dolayı yıllardır belirli bir oranda bütçe açığı verirler ki içeride oluşan para döngüsüne net katkıda bulunabilsinler. ayrıca devletler yapı itibarıyla borcunu ödememe riski en düşük olan ekonomik aktör olduklarından dolayı borç bulmaları da kolaydır, ha eğer bu borçlanma abartılır da iç borç çevirme oranı %100'ün üzerine çıkarsa piyasada borçlanma faizlerini yükseltirler bu ayrı bir konu. ama genel olarak devletlerin tasarruf etmediği sanırım anlaşılmıştır.

özel kesime gelecek olursak, ki bunun içinde hem hane halkı hem de şirketler bulunur, bunların tasarruflarının milli gelire oranının hesaplanması son derece kolaydır. tüketim yöntemiyle milli gelir hesabını tekrar hatırlayacak olursak,

gdp=c+i+g+ex-im

burada

gdp: gayrisafi yurt içi hasıla
c: toplam nihai tüketim harcamaları
i: sabit sermaye yatırımları
g: devletin harcamaları
ex: ihracat
im: ithalat
t: vergi gelirleri

olarak sıralanır.

özel kesimin tasarruf oranı ise,

sgdp-t-c olarak hesaplanır.

devletin toplam gelirlerinin %80-90'ı vergi gelirlerinden oluşur, bunun dışında kalan kısım ise harçlar ile birlikte kamuya ait şirketlerin temettü gelirleridir. bu kısmı hesabı kolaylaştırmak için ihmal eder ve devletin toplam gelirini vergi gelirine eşit alırsak şöyle bir tablo ortaya çıkar.

sc+i+ex-im+g-t-c, tüketim harcamaları birbirini götürdüğünde ise

s=i+ex-im+g-t olacaktır.

bütçe açığı ise, bd=g-t-nt olabilir

bd: bütçe açığı
nt: vergi dışı gelirler

g-t kısmının bir yerden tanıdık gelmesi gerekiyor. eğer devletin vergi dışı gelirlerini ihmal edersek, devletin harcamaları -vergi gelirleri açık bir şekilde bütçe açığına eşit çıkacaktır. bu durumda tasarruf,

si+ex-im+bd+nt olarak hesaplanır.


şimdi, bizim ülkemiz senelerdir dış ticaret açığı veriyor

devletin bütçe açığı ise senelerdir çok düşük seviyelerdeydi. yapılan özelleştirmeler nedeniyle de, devletin vergi dışı gelirlerinin harçlardan ziyade büyük kısmını oluşturan devlete ait şirketlerin de çoğu özelleştirildi, dolayısıyla nt kalemi de çok düşük kaldı. bu durumda da, geriye kala kala sadece yatırım kalemi kaldı.

ama maalesef yapılan yatırım harcamalarımızın içinde verimsiz ekonomik yapımızdan dolayı ithalat artışı beraberinde geliyor. yani yatırım harcamasının verimi çok düşük. 10 liralık yatırım yapmaya kalktığında 7-8 liralık ithalat yapmak zorunda kalındığından dolayı da bunun da toplam tasarrufları artırıcı etkisi oldukça sınırlıdır.

o halde sorun nerede?

aslında sorun tam olarak bütçe açığımızın çok düşük olmasındadır. bunu ilk başta dediğim an size çok garip gelecek ama aslında değil.

normal bir ekonomide devletin toplam vergi gelirlerinin içinde tüketim harcamalarından aldığı verginin payı 1/3, direkt vergilerden aldığı verginin payı ise 2/3 olmalıdır. ama türkiye'de durum tam tersidir. harcamalardan alınan verginin payı yaklaşık 3/4, direkt vergilerden alınan verginin payı ise ancak 1/4'tür.

bizi krize sokan şey de, tasarruf oranımızı aşağıya çeken şey de tam olarak budur

bütçe açığı düşüktür çünkü bütçe dengesi harcamalar üzerinden alınan vergilerle sağlanmıştır. türkiye'de insanlar bir ay sigara içmeyip araba kullanmasa, tahvil faizleri %40'ları patlatır. bu durum tüketim harcamalarının toplam milli gelir içindeki ağırlığını artırmıştır ama mal ölçeğinde artıramamıştır.

şöyle ki, 200 bin liralık bir otomobil aldınız. bu rakam direkt olarak milli gelirin tüketim hesabına eklenir. ama bu arabanın ithalat fiyatı 90 bin liraydı. bu rakam da direkt olarak ithalat kalemine yazılır. siz bu arabayı alarak milli geliri 110 bin lira artırmış olursunuz. diyelim ki size satan bayinin kar payı da 10 bin liraydı. bu durumda bu alışverişten devlet tam olarak 100 bin lira vergi geliri elde etmiş olur.

ama burada bir yanlışlık var çünkü devlet her sene bütçe açığı verdiği için tasarruf falan etmez. siz ise cebinizden devlete 100 bin lira verdiğiniz için siz de daha az tasarruf edeceksiniz. bu durumda ekonomideki genel tasarruf oranı hızla geriler. dolayısıyla tüketim harcamaları hesabında direkt olarak göremesek de, bütçe açığı tüketimden alınan vergiler sayesinde düşük çıkarıldığından dolayı tasarruf oranımızı aşağıya çeker.

düşen tasarruf oranını yükseltmek ise ekonomide daralmaya yol açmadan ancak ve ancak yatırım harcamalarının ithalata yol açmayacağı bir şekilde yapılmasıyla mümkün olabilir-di. yani bir başka deyişle, milyar dolara japonlar'a köprü yaptırmak yerine o parayla ara malı ithalatını önleyecek arge merkezleri kuracak bir yatırım politikasıyla mümkün olabilir-di.

şu an ekonomideki daralmayı önleyebilecek bir mekanizma yok. yapılacak olan şey ise açık bir şekilde tüketimden alınan vergileri düşürmek ve aynı zamanda da devletin harcamalarının azaltılmasıdır. bu harcamalar ise üçe ayrılır.

1) personel giderleri
2) cari transferler
3) yatırım harcamaları

yeni memur alımı durdurulsa bile devletin maaş ödememesi düşünülemez. geriye yatırım ve cari transferler kalıyor. cari transferler ana şekliyle devletin fakir fukaraya yaptığı, kömür erzak vs. yardımı ile çeşitli vakıflara yaptığı yardımları içerir. yatırım harcamaları ise son derece verimsiz harcamalar olup, garantili köprü yol havaalanı vs karşılanmayan miktar için yapılan ödemelerdir.


devletin iktidarları iki amaç gütmüştür

bunların ilki cari transferler ile oy tabanını beslemek, diğeri ise yatırım harcamaları üzerinden kendi sermaye sınıfını yaratmaktır.

tasarruf oranını artıramayan yatırım harcamaları yüzünden, sermayenin niteliği aşağıya çekiliyor. niteliği aşağıya çekilen sermaye ise nitelikli emeğe daha az ihtiyaç duyuyor. bu durumda da katma değer üretimi ortadan kalkıyor ve ekonomi ancak tüketim ile büyüyebilir bir hale geliyor.

eğer yatırım harcamalarının ithalat yükümlülükleri karşılandıysa devletin direkt olarak bu harcamaları iptal ederek sözleşme revizyonlarına gitmesi gerekiyor. çünkü nitelikli emek talebini aşağıya çekerek niteliksizliği teşvik ettiği için cari transferlerden kesinti yapması imkansızdır. bu durumda gerçekten iç savaş yaşanabilir. çünkü aç insan her şeyi yapabilir.

bu yatırım harcamalarının iptaliyle sağlanacak tasarruf ise ya devletin bütçe fazlası vermesiyle ilerleyecektir ya da dolaylı vergilerde indirime gidilerek hem orta sınıfın üzerindeki baskı azaltılacak hem de enflasyona maliyet kalemi üzerinden darbe indirilecektir.

halkı tasarrufa teşvik etmek devletin yükümlülüğüdür. enflasyonun %20 olduğu ve düşeceğine kimsenin inanmadığı bir ortamda zorla mevduat faizi baskılanırsa hiç kimse tasarruf etmez. sabit gelirli zaten edemez. ister 20 bin lira maaşlı müdür olsun ister 2 bin liralı asgari ücretli, maaşının her ay enflasyon nedeniyle eriyeceğini gören çalışan kredi çekip harcamak ister çünkü harcamasını ertelerse zaten fakirleşecektir. böyle bir durumda da türk lirası çocuklukta oynadığımız yakar top gibi herkesin birbirine attığı bir sorun haline dönüşür.

dolayısıyla tasarruf oranımızın düşük olmasının nedeni absürt vergi politikamız ve verimsiz yatırım tercihlerimizdir. tekrar yatırım hamlelerine girişecek bir global ortam olmadığı için ekonomimiz küçülmek zorundadır. devlet harcamalarını azaltmadan bu krizi sadece derinleştirebiliriz ki bu da gelecekte ödenecek bedeli yükseltir. şimdi elimizi kesmezsek, yarın kolumuzu kaybedeceğiz.

Türkiye'de İthalat Azalırken İhracat Neden Yeterince Büyüme Sağlayamıyor?