Death Metale Merak Salanlar İçin Hem Öğretici, Hem de Keyifli 25 Albüm Önerisi
bu yazı için 25 tane sevdiğim, benim için özel death metal albümünü seçtim. “en iyi 25 death metal albümü” gibi bir iddiam yok. bunun yerine türe merak saranlara tavsiye edebileceğim, türe çok şey katmış, klasik olarak değerlendirilebilecek albümleri seçtim. black metal ve doom metal listelerinde olduğu gibi objektif olmaya çalıştım ama elbette subjektif tercihlerim de oldu.
listeyi hazırlarken saf death metale odaklanmadım; listede melodik death metal, progresif death metal, old school death metal gibi death metalin farklı türleri mevcut. yani yazıda alakasız olsalar da in flames’i de cannibal corpse’u da görebilirsiniz. (ancak doom death tarzda albümleri biraz görmezden geldim, çünkü doom metal listemde onlara fazlasıyla yer vermiştim.) bu sebeplerle listeyi "death metal albümleri" listesi olarak değil de "death metal öğeleri barındıran albümler listesi" olarak değerlendirmeniz daha sağlıklı olur. ayrıca her gruptan da tek albüm seçtim ki yelpaze daha geniş olsun.
bir sıralama söz konusu değil, tamamen gelişigüzel bir sırayla yazıyorum.
death - symbolic (1995)
bir death metal listesine death ile başlamak uygun olacaktır diye düşünüyorum. kariyerine gore temalı (kesmeli-biçmeli) sözlere sahip bir death metal grubu olarak başlayan death, her albümleriyle müziklerindeki progresif anlayışı geliştirerek ve şarkı sözlerini ise felsefe ve aydınlanma gibi temalara taşıyarak kendine has, özel bir grup haline geldi. 2001 yılında kaybettiğimiz gitarist/vokalist chuck schuldiner elbette bu gelişimin başrolü idi. benim gözümde yetenek bakımından basketbol için michael jordan ne ise death metal için chuck schuldiner o... karakter olarak da death metalin herkes tarafından sevilen, temiz yüzlü, saygılı ve insanüstü yeteneklerine rağmen mütevazı kişiliklerindendi... albüm olarak symbolic'i seçmem biraz sembolik bir tercih oldu açıkçası. progresif yönü baskın death metal albümleri olarak human, individual thought patternsve the sound of perseverance da ayrı ayrı birer başyapıt ve hepsi bu listede yer alabilirdi. aynı şey death metal yönü daha baskın albümleri tercih edecek dinleyiciler için scream bloody gore, leprosy ve spiritual healing için de geçerli. chuck, death metal severler için bir hazineydi ve geride bıraktığı her albüm sonsuz dinlenme ömrüne sahip... şimdiye kadar bir şekilde bu grubu dinlemediyseniz, metal müziğe ilginiz varsa lütfen symbolic isimli albüme ismini veren ilk şarkısını açın ve death'in bu müzik türü içerisinde diğer gruplardan ne kadar farklı bir yerde ve seviyede olduğuna tanık olun...
necrophagist – onset of putrefaction (1999)
yukarıda chuck schuldiner'in ne kadar ulaşılmaz ve üst seviye bir gitarist olduğundan bahsetmiştim. necrophagist'de bu seviyeye meydan okuyan bir gitarist görüyoruz. hem de o gitarist bir türk; muhammed suiçmez. muhammed'in bestelerini yorumlayan yabancı müzik yazarlarının kritiklerinde en çok geçen kelimelerden birisi "genius". muhammed bunun hakkını veriyor ve bizlere gerçekten dahiyane bir şekilde bestelenmiş, çılgınca icra edilmiş teknik death metal eserleri sunuyor. ayrıca bu albümde ona bir yıldızlar karması eşlik etmiş; vokalde muhammed, gitarda muhammed, bas gitarda muhammed ve davulları programlayan (drum machine) muhammed. bu yıldız karması, muhammed suiçmez prodüktörlüğü altında birleşince de ortaya bir başyapıt çıkmış. death benzeri ruhani bir müzik beklemeyin elbette. drum machine'in de katkısıyla iyice mekanikleşmiş, muhammed'in insanüstü yeteneği ile işin teknik yönünü abartan, ancak bu abartı tekniğin müziği bir çorbaya çevirmediği, aksine muhammed'in dehası sayesinde klasik müzik doyuruculuğuna ulaşmış bir albüm onset... grubun ikinci ve maalesef son albümü epitaph da ayrıca muhteşemdir. gitar tekniği orgazmı yaşamak isteyenlere...
asphyx - the rack (1991)
yukarıdaki iki grubun aksine asphyx'in gitar tekniği gibi bir derdi yok. albümün başına koydukları kısa ambient bölüm biter bitmez ağzından salyalar saçan bir vokalist eşliğinde saldırıyor grup size. "dinleyici dövmeli müzik" türünün en seçkin örneklerinden. kaotik bir şekilde pata küte dayak yiyorsunuz ama bunu yaparken yeri geliyor groovy riflerde kendinizi kaybediyorsunuz, yeri geliyor gaza getirici kesik kesik riflerde boynunuzun hareket etmesine engel olamıyorsunuz. müzik bazen durulacak gibi oluyor, bu anlarda kalkıp "bir tane de ben vurayım" diye gaza geliyorsunuz ama izin vermiyor grup, dinelene dinlene sizi dövmeye devam ediyor. sadece dehşet bir death metal saldırısı altında olduğunuzu düşünmeyin, grubun doom metalin eziciliğini kullandığı, bethlehem'in dark metal anlayışını anımsatan bölümleri de var. albümde muhteşem doom rifleri de duyacaksınız... albümün doom metal listesinde olmak yerine death metal listesinde olmasının sebebi, death metal yönünün daha baskın olması... martin van drunen'in saldırgan ama acı dolu vokalleri ise grubun yıpratıcılığını ve gücünü iki katına çıkartıyor. yüksek tempolu bir saldırgan death metalini, doom rifleriyle ve canavarca bir vokalistle destekleyen her anlamda ezici bir albüm... şiddetin sözlükteki işitsel karşılığı...
morbid angel – altars of madness (1989)
kapağından, ismine, vokallerinden müziğine tam bir death metal klasiği. yapılmış en iyi death metal albümü diyebilirsiniz ve size sesimi çıkartamam. yüzlerce gruba yol göstermiş, death metal için hit kabul edilebilecek şarkılarla dolu devasa bir albüm altars of madness. grubun bu albümü takip eden albümleri blessed are the sick ve covenant'ı, (hatta zorlarsam domination'u bile) bu listeye sokabilirdim. ama grup death metal piyasasındaki efsanevi statüsü bu albümle kazanılmış bir statü. dolayısıyla listeme en çok yakışacak morbid angel albümü... müzikten kısaca bahsedersek; grup bu albümde slayer'ın sahip olduğu hızı ve dinamizmi almış ve bu gücü possessed'in sahip olduğu kaotiklik ve kötücüllük ile birleştirmiş. ortaya çıkan sonuç ise death metalin zirvesi... çok uzatmama, "albümdeki muhteşem şarkılar" diye tüm şarkıları yazmama gerek yok; albüm kısaca death metal nedir sorusunun cevabı...
deicide - deicide (1990)
yukarıda kötücüllük deyince elbette aklıma başka bir death metal klasiği geldi. oradan devam edelim; deicide bizi death metalin başkenti florida'dan selamlıyor. (neden florida death metalin başkenti sorusu için bakınız; death, morbid angel, obituary vs vs) grup, black metal temalarının en agresif olanlarını kendi death metal müziği içine yediriyor ve antichrist temalı bir death metal sunuyor bizlere. grubun adı bile tanrı katili anlamına geliyor zaten. grup bu temasını, glenn benton'un death metal vokal tarzı bakımından -zamanı için- farklı bir yaklaşım sergileyen vokalleri ile sunuyor. gitar rifleri ise güç ve hız sergilemekten çok, karanlık bir atmosfer yaratmaya odaklanmış. glenn benton'un pek çekilmez, çelişkili kişiliğini görmezden gelirseniz deicide'ın debutu death metale çok şey katmış bir albüm. grubun ikinci albümü legion da bu listeye yakışırdı muhtemelen. ancak subjektif davranarak sacrificial suicide ve dead by dawn gibi muhteşem şarkılar barındıran, ve kanımca legion'dan pek aşağı kalır yanı olmayan ilk albümü seçtim.
cannibal corpse – tomb of the mutilated (1992)
cannibal corpse başarılması çok güç bir şeyi başarmış bir grup. bırakın muhafazakar insanları, açık fikirli kimselere bile kalp krizi geçirtebilecek seviyede uçlarda gezinen şarkı sözleri ve albüm kapaklarıyla, popüler olmasını düşünebileceğiniz en son gruplardan birisi. ve bu halleriyle, kendi tarzlarında bir grup için oldukça popüler ve metal piyasasında epey iyi bilinir bir grup. rock hard dergisininin en iyi rock/metal albümleri listesinde yer alıyorlar, hit şarkıları hammer smashed face ile jim carrey'li ace ventura: pet detective filminde cameo'ları ve i cum blood ile grand theft auto oyununda yer almışlıklar filan var. grubun sözlerini ve müziğini düşününce "içinde bulunduğumuz simülasyonda bir hata filan mı oldu acaba?" diye düşünmeden edemiyor insan... tomb of the mutilated albümü aklınıza gelebilecek her türlü hastalıklı ve sapıkça temayı barındıran, ve korkutucu bir şekilde bunu bir sanat eseri olarak önümüze koyan bir albüm. dolapların içine gizlenmiş vücut parçalarının, cesetlerin üzerinde dolaşan şişkin solucanların, çürümüş organların tadına bakmak isteyen sapık zombilerin, kafaya inen çekiç darbesi ile yerinden fırlayan gözlerin müziği... hem de şarkılarda bahsi geçen cesetlerin aksine, şarkılar çürümüyor ve zamana yenik düşmüyor. yıllar sonra bile hala taze ve zamana meydan okuyor... davul kafamıza kafamıza vuruyor, bas bir soluncanmışçasına vücüdumuzu kemiriyor, gitar derimizi yüzüyor ve vokal bunlardan ne kadar zevk aldığını kulağımıza haykırıyor. yapılmış en iyi, en agresif death metal şarkılarından bazılarını dinlemek ve şarkı sözlerinin ne kadar ileri gidebileceğine tanık olmak isteyenlere...
obituary – slowly we rot (1989)
listenin bu sırasına kadar bir dolu muhteşem death metal vokalistinden bahsettik. bu sırada ise kanımca en sıradışısı, en karakteristiği, en muhteşemine değineceğiz... grubu biliyorsanız zaten şu an kafanızda "yiiihaaaaaurrrrrrgghh" haykırışı yankılanmıştır. evet; john tardy... death metal vokalistlerinin kralı... tarzını abartı bulabilirsiniz. ancak ben onun tarzını hiçbir death metal vokalistine değişmem. aradan geçen onca yıla rağmen korkutucu haykırışlarıyla hala tüyleri diken diken ediyor. müzik ise bu dehşet vokalin altında kaybolmuş değil. albümde hız ve groovy'lik arasında muhteşem bir denge var. yırtıcı gitar rifleri ise tardy'nin saçtığı dehşeti ikiye katlıyor. albüm hakkında fikir edinmek için albüme ismini veren şarkı (slowly we rot) çok ideal. groovy girişi, klasik tardy vokalleri ve sonra hız ve vokal saldırısı... prodüksiyonu biraz yıllanmış ve ilkel bulabilirsiniz. ancak albüm öyle bir ruh ile kaydedilmiş ki, müzik çalmaya başlar başlamaz grup sizi rahatça kendileri ile beraber çürüyeceğiniz dünyasına çekebiliyor. death metal için olmazsa olmaz bir grup ve albüm. grubun ikinci albümü cause of death de bir klasik olarak kabul edilir -ki öyledir de- ama benim obituary tercihim her zaman ilk albümden yana. şiddetle tavsiyedir. söylediklerimi kısaca özetlemem gerekirse; "iiiiuuuuuuurrggghh..."
nile - amongst the catacombs of nephren-ka (1998)
nile; grup isminden şarkı sözlerine çoğunlukla mısır mitolojisine odaklanmış bir grup. bu etki sadece sözel olarak karşımıza çıkmıyor, nile; yaptığı teknik death metal tarzı müziğine, flütlerle, doğuya özgü çeşitli enstrumanlarla ve çölde esen sert rüzgar tadında riflerle orta doğu ve özellikle mısır baharatı eklemiş. ancak bu etkiyi orphaned landde olduğu gibi baskın unsur olarak kullandıklarını düşünmeyin. bütün bu ortadoğu etkisine rağmen müzik fazlasıyla kaotik ve tavizsiz bir teknik death metal şovu sunuyor. "üst seviye teknik death metal üzerine mısır baharatları" formülü de grubu tarzının diğer gruplarından ayrı bir yere taşıyor. seçtiğim albüm ise grubun ilk albümü. death metal dinleye dinleye bir canavara dönüşmediyseniz, yani kulaklarınız bu müziğe aşina değilse ilk dinleyişlerde zorlayıcı bir albüm olduğunu söyleyebilirim. parçaların tahmin edilemez yapısı ve ani değişimleri yorucu bir dinleme tecrübesi sunabilir. grup arada mısır ezgileri sunarak dinleyicisine tutunabileceği bir dal uzatıyor ancak geri kalan kısımlardaki kaotik yapı sizi nilde çıkan bir fırtınaya yakalanmışçasına oradan oraya savurabilir. bu albüme bir şans vermek istiyorsanız, albümün ilk dinleyişte dinleyiciyi yakalayabilen şarkılarından ramses bringer of war iyi bir tercih olacaktır. gustav holtz'un ölümsüz eseri mars (binger of war) üzerine kurulmuş şarkı hem holtz'un başyapıtının en güçlü yanlarını bize sunuyor, hem de grubun teknik death metal anlayışını tanımamıza ve epikliğini anlamamıza olanak veriyor. albüm zamanında beni bu şarkıyla yakalamıştı, hatta o dönemki yoğun mısır merakım yüzünden sözlerini ezberlediğim ilk brutal vokalli şarkılardan olduğunu söyleyebilirim… ("i ramses, builder of temples, usurper of monuments, slayer of hittites, bringer of war...") bunun dışında, piramitler için taş taşıyan kölelerin sırtlarında yaralar açan kamçıların acımasızlığını sunan stones of sorrow yine albümün kolay dinlenilir ve epik bir müzik ziyafeti sunan şarkılarından… bu şarkılar ile gruba alışılıp, çöl havası bir kere solunduğunda ise albümün geri kalanı ile firavunların dünyasında kendimizi kaybetmemiz için hiçbir engel kalmıyor. özellikle ramses bringer of war'u en azından bir kere dinleyin...
bloodbath – nightmares made flesh (2004)
bu sıraya kadar o kadar önemli death metal albümlerinden bahsettim ki, geri dönüp şimdiye kadar seçtiğim albümlere şöyle bir göz atmak bile tüylerimi diken diken etti. bu noktada bir değişiklik yapıp; death metal tarihini yazan veya değiştiren albümlerden biri yerine, death metalin büyük gruplarına saygı duruşu amacıyla kurulan ve yıldızlar karması kadrosuyla bunu muhteşem bir şekilde başaran bloodbath'e yer vereceğim. bloodbath bir çeşit süper grup, yani grup elemanlarından her biri kendi tarzlarında çoktan kendilerini kanıtlamış ve binlerce takipçiye sahip olmuş kişiler. bu albümlerinde kadro şöyle; isveç müzik piyasasının en iyi bilinen isimlerinden, hypocrisy ile özdeşleşmiş peter tagtgren, katatonia'da bize hüzünlerden hüzün beğendiren anders nyström ve jonas renkse*, edge of sanity ve nightingale ile kalbimizi çalan dan swanö ve opeth ve witchery gibi gruplarda baget sallamış martin axenrot... söz konusu isimler sadece kendi gruplarındaki başarıları ile değil başka gruplara yaptıkları prodüktörlük vs işlerle de müzik piyasasında önemli yer edinmiş kişiler. bu hayal kadronun biraraya gelme amacı ise death metali yüceltmek... alkol masasında eğlencesine kurulmuş bir grup gibi dursa da sonradan çok önemli başarılara imza atan bloodbath neredeyse grup elemanlarının kendi grupları kadar büyük bir isme sahip şu an. nightmares made flesh albümü ise, grup elemanlarının eski tarz death metale duydukları hayranlıkla şekillenen ancak bunu daha taze ve yeni bir sound ile sunan bir müzik vaad ediyor. sonuç ise eski ile yeni anlayışı kusursuzca birleştiren bir başyapıt. grubun bu albümden önceki çalışmalarında vokalde mikael åkerfeldt(opeth) vardı. sonraki albümlerde ise nick holmes (paradise lost) mikrofonu devraldı. listemde yer alan albüm dışında özellikle akerfeldt ile yapılan çalışmalar da ilginizi celbedebilir.
carcass - heartwork (1993)
ingiltere'yi death metal haritasında saygın bir yere taşıyan gruplardan olan carcass aslında ilk iki albümünde dinleyicisine dalakların böbreklerin havada uçtuğu goregrind eserleri sunmuştu. (ki grup söz konusu tarzın öncülerinden kabul edilir) sonra müzikal anlayışları farklı bir yol çizdi ve death metal şaheseri necroticism – descanting the insalubrious i saldılar piyasaya. parçalarının çoğu cesetlerden kurtulmanın ekonomik yollarını anlatan söz konusu albüm death metal piyasasının başucu albümlerinden birisi haline geldi. takvimler 1993'ü gösterdiğinde ise metal müzik aleminde değişim rüzgarları esiyordu. bir çok grubun farklı müzikal yollara kaydığı ya da müziğini yumuşattığı bu dönemde carcass da benzer yol izledi. şarkılarındaki "dalak böbrek patladı" temasını daha insani duygularla veya doğaya dair kasvetli tartışmalarla süsledi. müzikal anlamda ise daha kolay dinlenilir, daha kolay sevilir ve benimsenir bir melodik death yoluna kaydılar. sonuç; kendi geçmişleri ile karşılaştırıldığında aşırı melodik kalan ama melodik death metal piyasasına göre de fazla sert kaçan, death yönü ağır basan bir albüm oldu. grup, oldukça riskli görünen bu değişimi muhteşem fikirlerle ve ruh dolu bir adanmışlıkla sununca da ortaya bir death metal başyapıtı çıktı. basitçe heartwork'ün hikayesi böyle. albümde o kadar tatlı gitar melodileri, o kadar çekici düzenlemeler var ki; metal müzikle arası iron maiden - metallica kadar olan dinleyicileri daha sert bir patikaya yönlendirmek adına dinletilebilecek en uygun albümlerden bir tanesi. hem sert kalmış hem de dinleyici dostu olabilmiş bir albüm. hemen şu an this mortal coil isimli şarkıyı açın ve ne demek istediğim daha iyi anlaşılsın. (albüm kapağındaki tasarımın da alien tasarımı ile bildiğimiz giger'e ait olduğunu buraya sıkıştırayım.)
suffocation - effigy of the forgotten (1991)
death metal dediğimiz büyük kalenin inşaasında emeği geçen önemli gruplardan birisi de new york çıkışlı suffocation. liste için seçtiğim effigy albümleriyle, 90’ların başında şekillenen death metal anlayışını genişleten ve ileriye taşıyan bir grup… müziklerindeki tekniklik ile brutallik arasındaki muhteşem denge, grubun hem daha teknik gruplar hem de daha brutal gruplar için önemli bir esin kaynağı olmasını sağlamış. gerçekten de effigy of the forgotten son derece teknik yeterliliğe sahip bir death metal albümü… ancak grup, necrophagist kadar tekniğin dibini oymamakta, bir yandan da ruhsuz vokalleri, ani davul patlamaları, çirkin, kirli ve karmaşık gitar rifleri ile müziğin brutal yönünü de bu teknik anlayış ile kaynaştırmakta... teknikliklik ve brutallik arasında zamanının çok ötesinde kurulan bu denge de albümü bir klasik yapıyor. scott burns'un albümün ruhunu çok iyi yansıtan prodüksiyonu ve dan seagrave'in bakmaya doyulamayan kapak çalışması da albümün klasikliğini pekiştiren diğer şeyler...
pestilence – consuming impulse (1989)
martin van drunen'in ağzından salyalar saçan dehşet vokal saldırısını daha önce asphyx'in the rack albümüne değinirken övmüştük. bir tur da burada övelim. asphyx'de doom/death bir tarzda acı dolu ama agresif vokalleriyle kalpleri yaralayan drunen burada thrash/death'e uygun, daha az acılı daha agresif bir tarz ile ciğerleri söküyor. drunen'in yer aldığı tüm albümlerde olduğu gibi vokal albümün en çok dikkat çeken yanı. vokal dışında ise elimizde teknik anlamda çok aşırıya kaçmayan, thrash yönü biraz törpülenmiş bir thrash death albümü var. tarihin 1989 olduğunu düşündüğünüzde grubun bu albüm ile dinleyiciye "bakın gençler death metal budur ve böyle yapılıyor" diye seslendiğini hayal etmek güç değil. şarkı sözlerini okumak ise bizi yeri geliyor çöl ortasında susuz, yeri geliyor zehirli bir ortamda havasız bırakıyor. bütün bu özellikleriyle death metal türünün öncü, önemli ve arşivlik albümlerinden birisi...
obscenity – 3rd chapter (1996)
alman grup obscenity, listede şimdiye kadar ismi geçen gruplar kadar death metal üzerinde önemli bir etkiye ya da büyük bir isme sahip değil. ancak bu geri planda kalmış grubun özellikle üçüncü albümlerinin death metal adına çok fazla güzellik barındırdığını düşündüğüm için tavsiye niteliğinde listeme almak istedim. aslında ilk karşılaştığımda çok da heyecanla dinlemeye başladığım bir albüm değildi 3rd chapter. hiçbir albenisi olmayan kapağı ve manasız bir şekilde jonathan ismi taşıyan anlamsız ambient introsu da pek iştah açıcı değildi. ancak introyu takip eden şarkıda (disgrace over you) grup rahatça beni avcunun içine aldı. aslında death metal adına yeni birşey yapmıyorlardı. ancak death metalin alışıldık pek çok unsurunu alışılmadık bir şekilde bir araya getirip, bu formülün üzerine de cesurca denemelerde bulunuyorlardı. mesela bahsettiğim şarkı disgrace over youbrutal death fanatiklerini mutlu edecek bir şekilde ilerlerken, aniden söz konusu fanatiklerin dudağını büktürecek ve müziğe burun kıvırmalarını sağlayacak bir karar ile, kadın vokalle desteklenmiş aşırı melodik ve melankolik bir rife teslim oluyor. şarkılar bunun gibi beklenmedik süprizlerle ve ilginç kararlarla dolu. bu yönden de asla sıkıcı olmayan, keşfetmesi çok keyifli bir albüm. şarkı sözleri ise tamamen kesip biçmeye odaklanmamış, arada sosyal mesajlar veriyor. mesela kanımca albümün en iyi parçası disengaged; eroin ile hayatını mahveden bir kişiye "aynaya bir bak, kendini yok ettiğini göremiyor musun? ne hale geldin?" diye sesleniyor. yeri geldiğinde brutal, yeri geldiğinde melodik ve her zaman ilgi çekici. gizli kalmış bir cevheri tecrübe etmek isteyenlere...
bolt thrower - ...for victory (1994)
bolt thrower dinlerken her zaman savaşın dehşeti içerisindesiniz. hangi albümünü, hangi şarkısını dinliyor olursanız olun. bir tankın yanında koşturuyorsunuz, herşeyinizi feda etmeye hazırsınız, tank yoluna çıkan herşeyi ezip geçerek ilerliyor, siz de peşindesiniz. işte o tank bolt thrower... ezici, çiğ ve öfkeli death metalleriyle bizi peşlerinden savaşın ortasına sürüklüyorlar . bunu aşırı hız patlamalarıyla, teknik davulları, karmaşık sololarıyla filan yapmıyorlar. basit, çiğ, düz, çoğunlukla yavaş tempolu bir müziğe sahipler... ama grubun sihri bu yavaş/orta tempolarına, ağır riflerine bir güç ekleyebilmelerinde ve bu rifleri gaza getirici hale sokabilmelerinde ortaya çıkıyor. albüm olarak for victory'i seçmemin ise özel bir sebebi yok. bolt thrower albümleri arasında konsept olarak veya müzikalite olarak aşırı farklılıklar yok zaten. realms of chaos, war master veya those once loyal albümlerini de seçebilirdim. ama for victory albümüne ismini veren şarkı en sevdiğim bolt thrower şarkısı olduğu için bu albümü seçtim. grubun fazla kendini tekrar eder halde olmasını ise eleştirmiyorum. çünkü bu bir savaş tankına bakıp, "hep aynı eziyor yav" demek gibi... onlar bir tank, bunu böyle kabul etmek lazım. ilginç bir bilgi olarak grubun bas gitaristinin ekstrem bir metal grubunda çalan ilk kadın olarak kabul edildiğini ve söz konusu kadın jo bench'in grubun bütün albümlerinde yer aldığını ekleyeyim.
demilich – nespithe (1993)
doom metal yazısında tek albüm çıkarıp kaybolan ama o tek albümleri ile efsaneleşen bir çok gruptan bahsetmiştim. işte demilich bu ekolün death metaldeki karşılıklarından.... demilich'in albümünü death metal piyasasında ölümsüz kılan ise orijinalliği. bu orijinalliğin "sev ya da nefret et" noktasında olduğunu söyleyebilirim. bu sev ya da nefret et etkisini en çok yaratan şey vokal. vokaller bir garip. yaklaşımınıza göre; filmlerde oyunlarda şeytanı seslendirebilecek bir kişinin kendini hiç kasmadan şarkılara eşlik ettiğini düşünüp bunu havalı bulabilirsiniz ya da "vokalist içmiş içmiş geğirerek şarkı söylüyor" diyerek iğrenebilirsiniz de... bunun dışında manasız uzun şarkı isimleri de can sıkıcı. mesela; "the planet that once used to absorb flesh in order to achieve divinity and immortality (suffocated to the flesh that it desired...)" albümdeki şarkılardan birisinin ismi... albümde tek kelimeden oluşan isme sahip tek şarkı var, o da erecshyrinol. harflerin yeri ile oynarsanız "no lyrics here" çıkıyor. vokalist böğürüyor ama bir şarkı sözü yok anlamında... böyle gıcık yönleri olan bir albüm. ancak bunları benimserseniz; albüm size rahatça neden bir başyapıt olduğunu gösteriyor. finlandiya çıkışlı grup avant-garde yönü baskın bir teknik death metal yapıyor. ancak zamanının bütün teknik death albümlerinden farklı bir atmosfere ve anlayışa sahip. karanlık, yılan gibi kıvrılarak üzerinize gelen, dünya dışı bir anlayışla yapılmış bir müzikleri var. sanki uzaydan gelen canavarımsı varlıklara death metal dinletmişsiniz de onlardan da bu müziğin benzerini yapmalarını istemişsiniz ve sonuç bu olmuş gibi... ve müziğini bu garipliği içerisinde başlangıçta olumsuz şeylermiş gibi bahsettiğim vokal tarzı ve upuuuzun şarkı isimleri de anlam kazanıyor. bu çarpık albümün içine girmek kolay değil, ama önyargılarınızdan arınıp kendinizi verdiğinizde neden bir klasik olarak anıldığını anlayacaksınız. yapılmış en orijinal albümlerden... tek kelime ile eşsiz.
disincarnate - dreams of the carrion kind (1993)
tek albüm ile efsaneleşen başka bir death metal grubu da disincarnate. grubunun esas adamı cancer, death, obituary, testament, konkhra gibi gruplardan tanıdığımız james murphy... ki sadece saydığım gruplar murphy'nin metal müzik dünyasındaki yeri hakkında bilgi vermiştir. disincarnate ise murphy'nin old school death metale doyamayanlar için yaptığı bir güzellik. grup bu albümde deneysellik, orijinallik gibi kaygılar gütmeden, murphy'nin kendi tarzını yansıtan gitarların ağırlıklı olduğu, standart, doğrudan suratınıza çarpan bir death metal yapıyor. albüm; sırtını murphy'nin yüksek kalitede, ağır ve brutal riflerine dayamış. yine murphy tarafından çalınan baslar ise geri planda. davul performansı da death metal için standart ama görevini aksatmıyor. albümdeki süprizlerden birisi monarch of the sleeping marches isimli şarkıda my dying bride'dan aaron'un vokallerini duyabilmemiz. ancak merak etmeyin, aaron clean vokalleriyle bize şarap açtırmıyor, death metale yakışır kükreyişlerle albüme uygun bir performans sunuyor. albümün birçok yerinde murphy, obituary'nin ikinci albümü cause of death'in şarkı yazım sürecinde kullanmayı planladığı ancak kullanmadığı riffleri sergiliyor. gerçekten de albümde obituary'nin cause of death'ini ve hatta death'in spiritual healing'ini hissedebiliyorsunuz. bahsi geçen albümlere doyamayanlar için disincarnate, death metalin en ünlü gitaristlerinden birisi tarafından oluşturulan arşivlik bir old school death metal hazinesi. bu arada albüm kapağının da neil gaiman'ın sandman'i için yaptığı kapaklardan da bildiğimiz dave mckean'a ait olduğunu belirteyim.
gojira - from mars to sirius (2005)
off... bu albüm için ne yazabilirim ki? çıktığı zamanı hatırlıyorum. deathçisi, blackçisi, thrashçisi, gothçusu, doomcusu bir anda gojira yalakası olmuştuk. grup bu albümle (en azından benim o zamanki çevremde) hepimizi bir çatı altında birleştirmişti. bir süre hepimiz aynı şeyi dinledik. böyle, farklı türlerin üzerinde etki bırakabilen çok güçlü bir albümdü. kişisel anılarımı bir kenara bırakıp müziği anlatayım; kolaya kaçarsam progresif death metal diyip geçebilirim. ama grup kolaya kaçmamış; yarattığı atmosfer ile progresif death'in sınırlarını bambaşka bir yere taşımış... albümde referans alınan grup açık bir şekilde morbid angel. ancak grup morbid angel'ın kötücül, şeytani ve kirli yanını bir kenara bırakarak tertemiz bir prodüksiyonla ve pozitif bir yaklaşımla oluşturmuş müziğini. kah denizin altındaki balinaların uçuşuna tanık olmak istemiş, kah "indir o baltanı ve ağaçlardan birşeyler öğren" demiş dinleyicisine. albümün kanımca en güçlü ve herkese hitap eden yanı (kusursuz prodüksiyonu bir kenara bırakırsak) barındırdığı ruhanilik. where dragon dwells'e bakın... ya da global warming'e... şarkıların adını yazmak bile ayaklarımın yerden birkaç santim yükselmesine sebep olacak neredeyse... öyle ruhani bir hava... başta morbid angel olmak üzere bir dolu esin kaynağını biraraya getirip kendine has olmayı başarmışlar. death metal temeli olsa da, saf death metal olmadığı ve dinleyiciyi çok kolay yakalayan bir albüm olduğu için death metal ilginizi çekmese bile, metal müziği azıcık seviyorsanız dinlemelisiniz. 2000-2010 yılları arasında metal müziğin zirvesinde kim vardı sorusunun cevabı; gojira ve sebebi de bu albüm. zamanının çok ötesinde ve aradan geçen 17 yıla rağmen eskimemiş durumda... death metal başyapıtı değil ama (death metal öğeleri içeren) bir metal müzik klasiği. yapılmış en iyi metal müzik albümlerinden birisi...
man must die - no tolerance for imperfection (2009)
bu liste için yaptığım en subjektif tercihlerden birisi bu albüm. iskoç grup, yaptıkları kusursuz başyapıta rağmen ismini pek duyuramamış, hakettiği popülerliğe ulaşamamış bir grup. man must die teknik death metal yapıyor. hız ve teknik konusunda sınırları zorlayan bir albüm no tolerance for imperfection.. ancak kuru kuru hız yapmamışlar ve bu kaotik seviyede hızlı müziklerine muhteşem melodiler yedirmişler. öyle melodiler var ki; bütün o çılgınca sound içerisinde duygusala bağlayabiliyorsunuz. bir yandan teknik death metalin zirvesindeki gruplara meydan okurken bir yandan da bu kadar melodik ve duygusal olabilmek ilginç bir meziyet. ayrıca grubun isminin, kapağının ve şarkı isimlerinin çok yanıltıcı olduğunu söylemeliyim. grubun imajına önyargıyla bakarsanız tipik bir death metal anlayışının mevcut olduğunu düşünebilirsiniz. oysa man must die sözlerinde gojira gibi daha temiz yüzlü bir yaklaşıma sahip. mesela albüme isim veren şarkı no tolerance for imperfection kusursuz olmayanı gömelim demiyor. aksine medyanın, televizyonun vs yarattığı kusursuzluk algısının insanların kendilerini kötü hissetmelerine sebep olduğunu, insanların kendi kusurlarına çok acımasızca yaklaştığını söylüyor. veya "kill it, skin it, wear it" isimli şarkı cannibal corpse mantığına sahip değil. "masumları katlederek kürklerini giyiyorsunuz, bunu yaparak geceleri nasıl rahat uyuyorsunuz?" diyor kürkseverlere. albüm bunun gibi sosyal mesajlarla dolu... ve bu mesajlarını alabildiğine teknik, brutal ve hızlı bir şekilde ama melodik yanları da ihmal etmeyerek sunuyor. ismi geçen şarkılar yanında enerji bombası this day is black, ve dünyanın en tatlış sololarından birisine sahip it comes in threes (3. dakika 20. saniyede giren solo, mutlaka dinleyin) fikir verecek şarkılar.
behemoth - demigod (2004)
siyah bir renk sayılır mı tartışılır ama listeyi renklendirmek adına bir tane de blackened death metal albümü eklemek istiyorum. bu konuda aklıma gelen en ezici, en ihtişamlı örnek ise tabi ki behemoth'un death metal zamanlarının zirvesinde olduğu demigod. tarzın tartışmasız başyapıtı, grubun ismine yakışırcasına dev bir canavar, albümün ismini yansıtırcasına tanrısal bir ses duvarı... nile'ın beyni karl sanders'in bir şarkıya (xul) solosu ile katkıda bulunduğu albüm bu konukluğu anlamlı kılarcasına nile esintileri taşıyor. söz konusu esintiden kaynaklanan ortadoğu hissi, nefes aldırmayan bir davul performansı ve nergal'in öfkesini gözümüzün önünde somutlaştıracak kadar güçlü vokal performansı ile desteklenmiş. ortaya çıkan müzik ise dinleyicisini adeta dövüyor. dinlerken dişlerinizi sıkacağınız kadar yoğun bir öfke, dayak yediğinizi hissedebileceğiniz kadar ezici bir müzik barındırıyor albüm. görsel şölen sunan aşırı özenli cd bookleti de cabası. şarkı sözleri ise doğu kültürüne odaklanmış ve eski çağlara ilişkin yarı mitolojik acımasız öyküler anlatıyor. death metalin en ekstrem hallerinden birini, black metal cazibesi içinde tecrübe etmek isteyenlere...
opeth - blackwater park (2001)
opeth türlerin üzerinde bir grup ve müziklerini sadece death metal olarak etiketlemek pek de kolay değil açıkçası. ancak opeth'e bu listelerden birisinde yer vermek zorundaydım. death metalde yeri olmayan pek çok anlayışa ve öğeye sahip olsalar da müziklerinin temelinde death metal yattığı için en yakışacakları listenin death metal olacağını düşündüm. ama listedeki diğer albümlere kıyasla; baskın akustik gitarları, kırılgan melodileri ve akerfeldt'in kusursuzca icra ettiği tertemiz vokalleri ile "bunun neresi death metal?" demeniz de oldukça mantıklı. peki müziği nasıl anlatırız? temele death metal koyalım, akerfeldt'in sonradan bütün kariyerini kaydıracak progresif metal sevgisini baskın olacak şekilde ekleyelim, doom metal listemdeki grupları aratmayacak riffler ile kalp kırıcı melodiler ve karanlık yaratalım. bolca akustik gitar kullanmaktan çekinmeyelim ve akerfeldt'in death metal böğürtüleri ile kadife sesi arasında tek kişilik bir beauty and beast uyumu yaratalım. ortaya çıkan sonuç dinlerken uzaklara dalıp gideceğiniz, gözleri buğulandıran bir garip progresif death metal. bu etikete sahip çoğu gruptan ise çok ayrık bir yerde. sonraki zamanlarda müziklerinin temelindeki death metal etkisini terk edip progresife odaklanan grup dinleyicinin ilgisini çoğunlukla kaybetse de bu anlayıştan önce çıkarttıkları tüm albümler bizlere bir ömür yetecek.
hypocrisy - abducted (1996)
old school death metal anlayışıyla müziğe başlayan peter tagtren'in grubu hypocrisy yavaş yavaş daha melodik bir yaklaşımı benimseyip, melodik death kıyılarına yanaşmaktaydı. önceki albümleri fourth dimension ile bu yolda çok büyük başarı sağlayan isveçli grup, elde ettiği bu başarının üzerine giderek önceki albümdeki formülü kusursuzlaştırdı. paranormal atmosferi, psikopat rifleri ve melodik yaklaşımı ile hypocrisy abducted albümü ile kusursuz bir başyapıt sundu ve daha çok dinleyiciye kitlesine ulaştı. albümü açan introyu takip eden ilk şarkı roswell 47 grubun en büyük hiti. şarkı orta tempo yapısı, akılda kalıcı melodileri, uzaylı temalı sözleri ve gizemli havasıyla grubu tek başına çok güzel temsil ediyor. albüm ile ilgili fikir verecek diğer şarkı ise killing art. oldukça hızlı ve brutal bir şekilde icra edilmiş şarkı albümdeki en agresif anları barındırıyor. aslında albüm; bu iki şarkı arasında dengede durmakta. yani bir yanda orta tempolu gizemli atmosferli melodik şarkılar, diğer yanda elektrikli testere ile üzerinize gelircesine agresif hızlı şarkılar. tema ise çoğunlukla uzaylılarla ilgili...albüm boyunca yanlış zamanda yanlış yerde olduğu için uzaylılar tarafından kaçırılan ve uzayda üzerinde deneyler yapılan birinin gözündeki korkuyu hissediyor, adeta bir the x-files bölümü atmosferi soluyoruz. çok kaliteli bir albüm, 90'ların ekstrem metal incilerinden...
dark tranquillity - projector (1999)
fark ettiğiniz üzere coğrafya değiştirdim ve direksiyonu isveç'e, dolayısıyla melodik death metal albümlerine çevirdim. melodik death deyince aklıma gelen en güçlü ve en özel grup, kendini her zaman geliştirerek taze kalmayı başarabilmiş, yeri geldiğinde cesurca adımlar atmayı da bilmiş dark tranquillity... tamamen objektif bir liste hazırlıyor olsaydım burada yer alacak albüm lethe'si, punish my heaven'ı ve nice muhteşem şarkısı ile bir melodik death metal klasiği the gallery olurdu. ve eminim bu listeye çok daha yakışırdı ama elim hayatımda en çok dinlediğim dark tranquillity albümü olan projector'e gitti. bu albümde grup; the gallery ve the mind's i gibi melodik death metal klasikleri üzerine kendini tekrarlamıyor. bunun yerine melodik death metal anlayışını kadın vokallerle, keyboardlarla, clean vokalli nakaratlarla ve daha basit ama daha akılda kalıcı beste yapılarıyla süslüyor. sonuç bence diskografilerinin en özel albümü... bunu o kadar başarıyla ve yüksek bir müzikalite ile yapıyorlar ki albümdeki gotik rock unsurlarına rağmen hem melodik death fanı eski dinleyicilerine hayal kırıklığı yaşatmıyorlar, hem de bir dolu yeni dinleyiciye kucak açıyorlar. kusursuz bir melodik death metal klasiği için ilk adresiniz the gallery olsun; grubun her zaman taze kalmanın anahtarını bulduğu ve gelişimlerinde önemli rol oynayan, her tarzda dinleyiciye hitap edebilecek albümleri için ise projector'u keşfedin.
in flames - the jester race (1996)
90'ların ortalarında dark tranquillity ve in flames'in birlikte sahne aldığı bir konsere girip "durun siz kardeşsiniz!" diye bağırabilirdiniz.* birbirleriyle o kadar iç içe gruplardı. ki in flames'in ilk albümünün solistinin mikael stanne, dark tranquillity'nin ilk albümünün solistinin ise anders friden olması bunun bir kanıtı. ikisi de melodik death metal yapıyorlardı, ikisi de kendine has ve benzersiz bir sounda ulaşmışlardı ve türlerinin en çok takdir gören grupları arasındalardı. sonraki zamanlarda dark tranquillty adeta vizyon dersi verircesine karakterini kaybetmeksizin planlı programlı değişimler geçirerek müzikalitesini her zaman korudu. in flames ise... yani grupların tarz değiştirmesine karşı filan değilim ama in flames gerçekten kemik kitlesinin kalbini kıracak seviyede zayıf hamlelerle çok farklı yollara gitti. en son gerçekten severek dinlediğim in flames albümü come clarity idi. malum değişime rağmen dolu dolu, müzikaliteyi koruyan bir albümdü. ancak sonrası benim için çok heyecan verici olmadı. ama bu durum, zamanında melodik death metal adına yaptıkları güzel işler ile kalbimde edindikleri yere bir zarar vermiyor. bu güzel işlerden benim en çok sevdiğim ise the jester race. the jester race; tıpkı kardeş saydığım dark tranquillty'nin the gallerysi gibi, bir dolu grubu etkileyerek müziklerine yön vermiş, kendine has atmosferi olan çok önemli bir albüm. albümdeki her şarkı farklı bir karakter taşıyor ve çok başarılı bir şekilde hepsi bir araya gelip bir bütünü oluşturabilmiş. içinde gergin rifler de var, melankolik rifler de ve hatta komik denebilecek mutlu rifler de... ve hepsi kusursuz bir bütünlük içinde... death metalin melodik yanını sevenlere...
at the gates - slaughter of the soul (1995)
arka arkaya in flames ve dark tranquillity'den bahsetmişken melodik death metalin güçlü üçlüsünü tamamlamasak olmazdı. ismi geçen iki grup gibi at the gates de gothenburg çıkışlı. ama dark tranquillity gibi düzenli veya in flames gibi dağınık bir şekilde daha geniş kitlelere hitap etme amaçlı değişim yaşamadıkları için, 90'larda bu iki grup kadar fazla kitleye ulaşmayıp; in flames ve dark tranquilllity'nin yaşadığı popülerliği yaşamadılar. ancak melodik death metalin asıl kemik kitlesi tarafından bu iki grup kadar, hatta daha fazla saygı görüp sevildiler. en sevdiğim albümleri olan slaughter of the soul'da ise 34 dakikalık kısacık süresinde yüzlerce gruba ilham oluyor, binlerce müzisyenin yollarını aydınlatıyorlar. soilwork, darkest hour, the black dahlia murder, arch enemy ve killswitch engage at the gates'e "olmasaydın olmazdık" diyebilecek gruplardan bazıları. melodik death metale olan devasa etkileri yanında; at the gates etkilenimli gruplara bir dolu metalcore grubu da ekleyebilirsiniz. bu albümü yalayıp yuttuktan sonra, severek dinlediğiniz bir dolu grubun at the gates öykünmeleriyle dolu olduğunu hissedeceksiniz... özetle; metal müzik aleminin en çok etkilenilen albümlerinden birisini dinlemek isteyenlere...
possessed - seven churches (1985)
doom metal listemin en sonuna özellikle black sabbath'ın debut albümünü koymuştum. benzer bir mantıkla buraya da possessed'in seven churches'ünü koyarak listeyi bitirmek istiyorum. seven churches albümününthrash metalden death metale uzanan köprüyü inşa eden albüm olduğunu söyleyebiliriz. albümdeki hırıltılı vokaller, hızlı davullar ve death metalin yolda olduğunu hissettiren gitar tarzı, birçok kaynakta possessed'in seven churches'ünün ilk death metal albümü olarak anılmasını sağlıyor. death-thrash kırması olduğu için ilk death metal albümü olması tartışmalı belki ama seven churches'de duydukları sounddan etkilendiklerini söyleyen grupların listesini okuyunca grubun death metal tarihindeki yerini iyice anlıyorsunuz: death, pestilence, sepultura, deicide, morbid angel, sadistic ıntent, cannibal corpse, gorguts, sinister, vader, god dethroned, amon amarthvs vs vs. albümün tarihine bakıp önyargıya kapılmayın. açın albümü ve malum filmden esinlenen the exorcist isimli şarkının rifleri aklınızı başınızdan alsın. gerisi gelecektir.
işte listem böyle... entombed, malevolent creation, gorefest, unleashed, dying fetus, autopsy, dismember ve daha bir dolu grup dışarıda kaldı. ama listeyi sonsuza kadar uzatamam...
“bir müzik türü” üçlemesinin sonuna geldik
bu uzuuun listeleri (black-doom-death) ruhen çok da iyi olmadığım bir dönemde, bir şeylerden kaçmak, beni hayatta tutan şeylerden birisi olan müziğe sığınmak için yazdım. okuduğunuz için, ekşi sözlük'ten gelen güzel mesajlarınız için teşekkür ederim.