TARİH 28 Ekim 2024
4,7b OKUNMA     65 PAYLAŞIM

1927 Öncesi Hukuk Usulü: Osmanlı Mahkemelerinde Duruşmalar ve Yargılama Süreci

1927 yılında yürürlüğe giren modern hukuk usulü kanunları öncesinde, Osmanlı mahkemeleri kadıların yönettiği geleneksel yöntemlerle işliyordu.

1927 yılında yürürlüğe giren hukuk usulü muhakemeleri kanunu hukuk davalarının nasıl bir usul ile görüleceğini belirler. peki 1927 öncesini merak ettiniz mi? 1927 öncesinde özel bir usul kanunu yoktu. kanunlar derlemesi olan mecellede usul hukuku da anlatılmıştı ama kapsamı çok dar olduğundan daha çok alışılagelmiş uygulamalarla sistem yürüyordu.

hukuk davaları, en genel tanımıyla kişiler arasındaki özel hukuk ilişkisinden kaynaklanan uyuşmazların görüldüğü davalardır. özel hukuk ise kişiler arasında hak ve yükümlülükleri düzenler. asliye hukuk, sulh hukuk, aile, tüketici, ticaret, iş gibi mahkemeler bu uyuşmazlıkları tartışıp karara bağlar. dünyanın en kısa tanımını yaptıktan sonra geçelim güncel hukuk usulüne.

günümüzde hukuk davalarında 6100 sayılı hukuk muhakemeleri kanunu uygulanır. günümüzde hukuk davalarında uygulanan usul en kısa tanımıyla şu şekildedir; davacı dilekçe verir, bu dilekçe karşı tarafa tebliğ edilir, cevap verme ve delil bildirmesi için süre verilir, deliller toplanıp incelenir, karar verilir.

buraya kadar yazılanları herkesin bildiğini varsayarak çok uzatmıyorum, esas kısma geçiyorum.

osmanlıda hukuk yargılaması usulü

- esasında osmanlıda bir hukuk yargılaması yoktu

daha doğrusu elbette hukuk yargılaması vardı ama hukuk, kamu hukuku - özel hukuk diye ayrılmadığından bu davalar (ve daha birçok iş) kadılar tarafından görülüyordu. bu mahkemeler, müslümanlar arasındaki ve müslüman-gayrimüslim arasındaki uyuşmazlıklara bakıyordu. gayrimüslimlerin de kendi aralarındaki uyuşmazlıkların çözülmesi için ayrı mahkemeleri vardı.

- öncelikle avukat yoktu

aslında vardı ama bulunması imkansızdı. ancak herkese dava takip etme vekaleti verilebiliyordu. bilindiği üzere günümüzde dava takip etme ve temsil yetkisi sadece avukatlara verilmiştir. ancak bu dönemde kişilerin davalarını takip eden halktan kişiler vekil olurdu. bunlar gide gele usulü çözmüş oluyordu ve günümüzdeki avukatlar gibi kişilerin davalarını takip edip sonuca bağlıyordu. noter de yoktu. kişi kadıya gider ben şu kişiye açacağım şu davada şu kişiyi vekil tayin ettim derdi. kadı bu beyanı deftere kaydeder artık verilen yetki ile ilgili tüm işleri bu temsilci hallederdi.

- mahkeme yoktu

kadı, nereyi uygun görürse orada mahkeme kurulurdu. örneğin kadının evinde mahkeme kuruluyorsa kadının tayininin çıkmasıyla mahkeme yeni kadının evine taşınabiliyordu.

davacı sözlü olarak başvuru yapar, şahitlerini bildirirdi. kolluk güçleri, davalıya ve şahitlere giderek duruşmaya davet ederdi. gelmezlerse tekrar gider bak aga duruşmaya gelmiyorsun ayıp ediyorsun denir, buna da ikinci ihbar denirdi. tekrar gelmezse zorla getirme kararı verilirdi ancak bu zorla getirme hmk'daki zorla getirme gibi değil gerçekten zorla getirilirdi. yani günümüzdeki gibi duruşmaya gelmezsen zart zurtun ihtarına değil mecbur katılacaksın şeklinde bir uygulamanın yapıldığını görüyoruz. sözlü başvuru, adil yargılanma hakkını ihlal ediyordu. kişi belki 10 sayfa yazacağı meramını bir kaç cümleyle ifade etme zorunluluğu doğacaktı. ama okuma yazma bilen olmadığından mecbur bu şekilde yapılıyordu. davaya katılma zorunluluğu da yine bir o kadar saçma. günümüzde ceza yargılamasında sanığın savunması alınmadan hüküm kurulamaz. bu dönemde ceza davaları - hukuk davaları ayrımı yapılmadığından hukuk davalarında da davalının yaptığı açıklama savunma kapsamında değerlendirilmiş.

kadı, gerekli gördüğü durumlarda keşif yapardı. keşif sırasında ehli vukuf denilen bilirkişiden görüş alınır tanıklar dinlenirdi. burada şuna dikkat çekmek istiyorum günümüzde taraflarca getirilme ilkesi uygulanmaktadır. yani taraflarca istenmeyen delili hakim toplayamaz. bu dönemde ise kadı, istediği delili istediği şekilde toplayabilirdi. yine günümüzdeki gibi yemin delili de bulunmaktaydı. yemin etmesi istenmesi üzerine yemin eden tarafın söylediğinin muhakkak doğru olduğu kabul edilirdi.

özel hukuktan kaynaklanan uyuşmazlıklar

özel hukuk - kamu hukuku ayrımı olmadığından, her davaya kadı baktığından bahsetmiştik. bu sebeple sağlıklı bir karşılaştırma için günümüzdeki özel hukuktan kaynaklanan uyuşmazlıklara bakarak o dönemdeki uygulama hakkında ayrı ayrı bilgi sahibi olabiliriz.

1- boşanma

kadınların boşanma hakkı yoktu. aslında erkeğin boşanmak için kadıya başvurmasına gerek yoktu. erkek boşandığını sözlü olarak karısına bildirerek boşanabiliyordu. ancak, miras, zina, başka biriyle evlilik ve diğer sebeplerle boşanma hususu kayda geçirilirdi. esasında kadınların da bazı şartlar dahilinde boşanma için başvuru yapma hakkı vardı. bu şartlar, mezhepten mezhebe değiştiğinden bölgeden bölgeye zamandan zamana farklı kararlar verilirdi. bazı mezheplere göre, kocasının bulaşıcı hastalığı varsa, kocası terk ettiyse, eve bakmıyorsa, ortadan kaybolduysa, kötü muamele yapıyorsa kadının boşanma hakkı vardı. yine bazı mezheplere göre kadın, nikah sırasında ben istediğimde boşanma hakkı istiyorum derse, erkek de kabul ederse boşanma hakkı oluyordu. erkeğin ise herhangi bir sebepe ihtiyacı yoktu.

boşanma üç çeşitti:

ilki erkeğin tek taraflı iradesiyle boşanmanın gerçekleşmesidir. (günümüzde karşılığı yok. boşanmaların %37'sini oluşturur) buna göre erkek, mahkemeye kadını boşadığını bildirecek, kadına evlenirken vaatte bulunduğu mehiri ödeyecek, 4-5 ay boyunca her türlü ihtiyacını karşılayacak şekilde nafaka ödeyecektir.

ikincisi kadının her türlü tazminat ve nafaka hakkından feragat ettiği boşanma türüdür. (günümüzdeki anlaşmalı boşanmaya benzer, toplam boşanmaların %61'ini oluşturur) buna daha çok kadınlar başvururdu. (%92 oranında kadınlar başvurmuştur) osmanlının esas mezhebi olan hanefi mezhebine göre şiddetli geçimsizlik kadın için boşanma nedeni değildi. bu sebeple zulüm gören kadın, kocasını boşanmaya ikna etmek için bu şekilde boşanmaya başvurmak zorunda kalıyordu. bu şekilde başvuran taraf, karşı tarafı boşanmaya ikna etmek için bir tazminat ödüyordu. kadının erkeği boşamaya ikna etmek için tazminat ödediği bir dünya, rüya gibi amk.

üçüncüsü ise kadı kararıyla boşanmaydı (günümüzdeki çekişmeli boşanmaya benzer boşanmaların %2'sini oluşturur) dediğim gibi kadının boşanma hakkı yoktu. ancak belirli şartların oluşması halinde mahkemeye maruzatını anlatır mahkeme boşanmaya karar verirdi. günümüzün teknolojik imkanlarında dahi boşanma davalarında delil bulmak ve iddiayı ispatlamak zordur. çünkü genel olarak iddia edilen olaylar, taraflar arasında özel alanlarda yaşanır. bir de bunun o dönemde yaşandığını düşünün, bir çok iddiayı ispatlamak neredeyse imkansızdı. bu yüzden %2 ile en az başvurulan boşanma yöntemiydi.

2- velayet

çocuğun velayeti kural olarak babaya aitti. ancak çocuk belli bir yaşa gelene kadar anne bakar ve ilgilenir sonra babaya verirdi. çocuk annedeyken çocuğun tüm ihtiyaçlarını baba karşılardı. çocuğun kaç yaşında babaya verileceği hususunda uygulamada yine mezhepsel farklılıklar vardı. en yaygını ise çocuğun 7-8 yaşına kadar annede sonrasında babaya verilmesi şeklindeydi.

3- tazminat davaları

bu konuya girersem çıkamam diye korkuyorum. o kadar ilginç ki. burayı nasıl anlatacağım diye oturdum duvarı seyrediyorum. çünkü defalarca dediğim gibi, özel hukuk-ceza hukuku ayrımı olmadığı için bizlerin anlaması çok zor kararlar veriliyordu. doğrudan bir alacak davasını izah etmek zor, örneğin edirne'de bir şahıs köpeğine başka birine saldırtıyor. mahkeme mağdur lehine tazminata hükmediyor, köpeğin öldürülmesine hükmediyor ve davalının dövülmesine hükmediyor. evet hepsi aynı kararda. bir çok tazminat davasının konusu, bir kişinin hayvanının zarar vermesi, kölesinin zarar vermesi, evinin kundaklanması gibi sebeplerle açılmış. ama ben çoğunlukla ispatlanamadığı için reddedilen kararları gördüm. malum davacının iddiasını ispat etmek zorunda olduğu ancak o dönem her şeyin tanıkla ispat edildiği düşünüldüğünde dava kazanmanın ne denli zor olacağı anlaşılacaktır. o dönemde avukatlık yapan kardeşlerimin allah yardımcısı olsun.

4- alacak davaları

alacak meselesi çok ciddiydi. şimdiki gibi arsız, mahkeme kararına rağmen ehehehe al alabiliyorsan diye kaşarlaşmış borçlular yoktu. (bu arada son 20 yılda yapılan bütün yasal düzenlemelerin sadece borçluyu korumaya yönelik olduğunu hatırlatayım) neyse osmanlıda alacak davalarının genelini mehir davaları oluştururdu. kadınlar, kendilerini boşayan kocalarının mehirlerini ödemediği gerekçesiyle dava ederdi. onun dışında ticari ve hizmet sözleşmesinden kaynaklanan alacaklar da tartışılır, karara bağlanırdı. o dönemde noter olmadığından bir sözleşme hazırlamak da kadıya gitmekten daha zor olduğu için hizmet, ticaret ve kefalet sözleşmeleri kadı huzurunda resmi senet şeklinde düzenlenirdi. örneğin ali'den 300 akçeye bir çuval un aldım 2 ay sonra parasını ödeyeceğim şeklinde senetler düzenlenirdi. eğer bu para ödenirse ibraname veya berat belgesi verilirdi. bu para ödenmezse mahkeme bu paranın ödenmesine hükmederdi. mahkeme kararında vade verir şu kadar gün içerisinde ödenecek derdi. o gün geçtiğinde ödenmezse çok ciddi cezayı müeyyideleri vardı.

5- miras davaları

mirasçılık belgesinde günümüzdeki gibi sadece paylar yazmaz, bir nevi ortaklığın giderilmesi davası şeklinde görülürdü. ölen kişinin bütün mirası toplanır, islami paylar ölçüsünde paylaştırılırdı. paylaşılan malların devir ve tescili de yapılırdı.

bonus: mahkeme tutanaklarında gördüğüm ancak günümüzde hukuki bir karşılığı olmayan ilginç şeyler 

sahibinin akıl sağlığını kaybetmesi ile kölesinin halka açık yerde satılması, parasıyla sahibinin bakım ve ihtiyaçlarının giderilmesi.

o dönemde ilginç şeyler mahkemeye başvurularak ispatlanıyormuş. mesela "antep dülük ve gerciğin'de kar yağmış olup iki parmak kalınlığında kar tutmuştur. amin inşallah bereket ile."

çocuğunun kiraya verilmesi. ailelerin çocuğunu başka bir aileye kiralama, satma hakkı vardı. icar-ı sagir denilen bu uygulamaya göre verilen çocuk gittiği ailede mirasçı olmaz, ancak bir köle gibi alınıp satılamazdı. yine annesi babası olmayan çocuklar mahkeme kararıyla zengin ailelere verilirdi. mahkeme, çocuğu alan aileye bir miktar parayı reşit olunca çocuğa ödenmesi üzerine çocuğun kiralanmasına karar vermiştir.

mahalleden ihraç. mahalle sakinlerini rahatsız eden kişiler komple mahalleden ihraç edilebiliyordu.

müslüman olduğuna dair berat, evet bir gayrimüslim'in islam dinini seçmesiyle kadıya başvurup dinini resmi bir belge halinde onaylatıyordu.

yararlanılan makaleler:

145 numarali gaziantep şer'iye sicili (h. 1267-1271 /
m. 1851-1855, s.1-108) transkripsiyon ve
değerlendirme - mustafa özkan

341 nolu edirne şer'iyye siciline göre: 1825-1827 yillari arasi edirne'de sosyal hayat - ülkiye özer

klâsik dönem osmanlı toplumunda boşanma
(bursa şer'iyye sicillerine göre) - saadet maydaer