BİLİM 9 Kasım 2017
350b OKUNMA     2064 PAYLAŞIM

15 Dakikada 1000 Yıllık Deneyim Yaşatan Ruh Molekülü DMT'ye Dair Ufkunuzu Açacak Bilgiler

Sözlük yazarı "visitors", "DMT: The Spirit Molecule" belgeseli üzerinde DMT ile ilgili güzel bir yazı kaleme almış.


dimethyltryptamine (dmt) denen bir molekül ve insan beynine yaşattığı tecrübeler

bu o kadar basit bir konu değil, çünkü insanoğlunun binlerce senesine mal olmuştur.

dmt yani spirit molecule deneyimlerinden bir çoğu, bazı "tarihi karakterlerin" bize aktardıkları ile benzerlik taşımaktadır. konunun çok teknik bir tarafı da olması nedeniyle yanlışlanabilir yerler de olabilir. zaten söz konusu molekülün bilimsel olarak doğru tanımlanması çok uzak geçmişlere dayanmaz. bazı kültürlerde ise geçmişi binlerce seneye uzanır. güney amerika şaman rahipleri kuşkusuz bir molekül sentezine zemin hazırladıklarının farkında değillerdi. ama günümüz ilaç ve uyuşturucu sanayisi bunun farkındadır ve anlatacağım etken madde çoğu batı ülkesinde uyuşturucu olarak klasifiye edilir. ve yaşanan tecrübelere dair örneklerim ve betimlemelerim herhangi bir özendirme içermez, zaten bu tecrübeler ağdalı laflarla anlatılınca tapıyorsunuz.

"dimethyltryptamine" molekülü kısaca dmt, bilinen en güçlü "psychedelic" maddedir, ve her organizma kendi içinde bu molekülden az veya çok sentezler 

ancak dmt bildiğimiz kadarıyla sebepsiz yere aktif olan bir molekül değil. metabolizma içerisindeki atıl durumundan kurtulması ve karaciğer tarafından yakılıp, etkilerinin beyne yollanması için bir kıvılcıma ihtiyaç var. binlerce senedir şaman rahipleri bu etkiyi ortaya çıkarabilmek için bir bitki kaynatıp suyunu içerler ve adına "kutsal ayahuaska" derler. kutsaldır çünkü bitki onlara tanrılarını gösterir. evet doğru duydunuz "tanrı gösterici". (bu konuya sonra örneklerle değineceğim.)


amazon ormanlarında bulunan kutsal ayahuaska bitkisi, bu karışımı hazırlayan rahiplerce bir zevk, eğlence aracı değildi

antik uyuşturucuların tümünde olduğu gibi tedavi edici özellikleri olduğuna inanılırdı ve uygulama sahaları bu yöndeydi. bu antik botanikçiler, ayahuasca'nın en büyük tedavisinin ölüm korkusunu yenmek olduğuna inanırlardı. günümüzde bile güney amerika yerlilerince hala aynı maksatla kullanılmaktadır ve bu "tanrısal" deneyimi yaşamak isteyen modern insanlarca ziyaret edilmektedir, hatta işin boyutu turlar düzenlemeye kadar varmıştır.

rahip, bireyin ayahuasca etkisiyle beraber ölüm korkusunu yeneceğine inanır, çünkü tecrübe edilecek olan şey eksiksiz olarak zihnin "ölüm" diye tanımladığı şeydir. eğer ölüm değilse bile, istisnasız olarak herkes öldüğünü zanneder. çünkü çok korkutur, ve insanoğlunun gen'lerinde en temel korku "ölüm"dür.

Ayahuasca

bu noktada "korku-inanç" dengesi değinilmesi gereken bir konudur. başka bir başlığın konusu ancak gözden kaçırılmamalı, insanın hangi anlarda daha inançlı olduğu tetkik edilmeli. ilginç bir diğer nokta ise şaman rahibin tedavi amacı olan "ölüm korkusunu yenmek" olgusunun, dinlerin de varoluş sebebi ile benzerlik taşımasıdır. zaten uyuşturucular ve mistik öğretiler tarih boyunca et ile tırnak gibidir.

etken maddenin aktif hale gelmesi dışarıdan alınan bir madde ile mümkün görünse de, ender durumlarda aksi de mümkündür. mesela derin bir trans hali (dua, hallelujah vb.) dmt salgılanmasındaki patlamaya güzel bir örnektir. bir görüşe göre mistisizm ustalarının binlerce senedir üstü kapalı olarak işaret ettikleri "sır" günümüz biliminin adına dmt dediği moleküldür. bu bana ilginç geldi, çünkü yaşadığımız toprakların egemen inancı olan islam'da "cezbe hali" denen bir kavram vardır. -ki buna benzer buhranlar diğer dinlerde de mevcuttur- cezbe hali bildiğim kadarıyla manevi anlamda çok aşama katettiği iddia edilen kişilerin girdikleri bir ruh halidir. şimdi birileri çıkıp ilmihallerinden değişik tanımlamalar yapabilir tabi ama son tahlilde bu adamların manevi dünyaları bir garip hale gelmiştir. bu kişiler için "gerçeklik" yok olur, ne söylediklerini bilmezler ve girdikleri o mana aleminden(?) dönüşte buraları da beğenmezler. bu çok tanıdık geldi(değineceğim). ve hatta bu kişilerin müridlerine; "cezbe halindeki hocalarının ne söylediklerini dinlemeyin ve gittikleri yoldan gitmeyin" derler ve eklerler "cezbe halindeki kişinin dinen sorumluluğu yoktur, bir nevi mecnundur." 2000 sene önce cezbe haline girenlere peygamber diyorlardı, şimdi ise basitçe "mecnun".

cezbe haline örnek olabilecek güzel bir mevlana rubaisi

"en-el hakk kadehiyle bir yudumcuk içen sızdı tanrının şarabından,
şişelerle, küplerle içtim ben, sızmadım!"

mevlana'nın burada "sızmak" olarak ifade ettiği ruh hali tam olarak cezbe halidir. vahdet-i vücut anlayışının -bir nevi panteizmin(aynı şey değil ama çok benzer)- kendisini sarhoş etmediğinden dem vurur, çünkü birilerini sarhoş edip saçma sapan sözler söylettirmiştir (?) (bkz: panteizm) (bkz: panenteizm) (bkz: sudur)


mevlana demişken şaşırtıcı bir örnek vermeden geçemeyeceğim; dimethyltryptamine'in doğada yoğun olarak bulunduğu bir diğer bitki "arundo donax"tır. nedir ki bu? türkçesi kargı kamışı. o ne yani? "ney" işte. ne? ne değil "ney" hani şu mevlana'nın uğrunda kendini kaybettiği, mesnevi'nin ilk 18 beytinin adandığı ve ne kadar sembolik anlam varsa hepsinin yüklendiği enstrüman olan "ney". ben bu tesadüf(!) karşısında şok yaşadım. siz de yaşamak isterseniz mevlana'nın ney betimlemelerini bir gözden geçirin.

neyse, konumuzla ilgili olarak komplo teorilerini bırakıp "kesin" olan şeylere dönelim

dmt her canlı organizmada mevcut demiştik. ve dmt salgılanmasının azami seviyeye ulaştığı iki an olduğu düşünülüyor; biri doğum, diğeri ölüm. ne kadar sade değil mi? birinde hayat başlarken, diğerinde biterken. kendilerini dmt'ye kaptırmış kişilerce bu durum çok manidar karşılanır. onlar için dmt, "spirit molecule" dür yani ruh molekülü. bilincin "yeni" gerçeklik boyutuna taşınmasına yardımcı olduğuna inanırlar. bu bence zorlama bir tahmin. bilimsel düşünen bizler için bu durum beynin, anormal şartlara verdiği tepkilerden başka birşey olmasa gerek.

üzgünüm ama "tünelin sonundaki ışık", "bir beyaz ışık hüzmesi geldi aldı beni götürdü" gibi divinal-tanrısal deneyimler sadece dimethyltryptamine sentezi ile beraber zihinde çıkılan yolculuk ve beraberinde gelen fraktal-kaleydeskop vizyonlardan başka birşey değildir. bunları nereden biliyoruz? çünkü dmt kullananların tecrübeleri ile "ölüp dirilen", "cezbe haline giren", "ibadet ederken kendinden geçen", "tanrı ile konuştuğunu iddia eden" kişilerin anlattıkları birebir aynı şeyler. ve yaşanılanlar sadece basit vizyon ve görülerden ibaret değil. işin içine tanrısal deneyimi, iddia sahibi için 'kendince' haklı kılan "çok yoğun duygular" da karışıyor. maddenin çözünümünden hemen sonra gelen korkunç bir pişmanlık hali(son tövbe fayda etmez diye gevelenen şey budur)


akabinde acziyetten ötürü kendini bırakış, tam teslimiyet ve kademe kademe geçilen merhaleler, boyutlar, zaman mevhumunun çökmesi, çeşit çeşit fraktal görüler ve sonra kimilerinin evrene sıçrama, kimilerinin tanrı ile buluşma, kimilerinin insanlıktan çıkma diye anlattığı ve hepsinin istisnasız "sevgi" duygusu ile karşılaştık dedikleri o an!. bu adamlar zihinlerinde çıkılan bu yolculukta neden sevgi hissi ile karşılaşıyorlar ilginç. belki şu inançsızlara hep sorulan "tanrı yoksa neden iyi olalım?" sorusunun cevabı bilinç dehlizlerinde duruyordur. zira gün gelir bir kara deliğin içi keşfedilir ama beyin, hani şu kutsal kitaplarda pek bahsedilmeyen "beyin" sistematiği çok zor anlaşılacak birşey olsa gerek, bir bilgisayarın kendi kendini tanımlaması kadar zor birşey. neyse yorumlamaya açık bir konu. (bizim "iyi olmak" diye tanımladığımız şey aslen, ilkel hallerimizden beri sosyal bir varlık olmamız münasebetiyle oluşan yardımlaşma ve empati yeteneğimizdir.)

buraya ait gerçeklik hissinin yitimi diyorduk, bu ruh hali açıkça derealizasyon veya depersonalizasyon benzeri bir dissosiyatif durumdur. eğer dmt kullanmış birisine deneyimlerinin kimyasal tepkimeler ile meydana gelen bir zihin oyunu olduğunu söylerseniz, o da size bilakis şu anki mevcut dünyada yaşanılan şeyin bir zihin oyunu olduğunu söyler ve hatta anasına küfredilmiş sayar.. çünkü o esnada yaşadığı şeyler için, şu an içinde bulunduğumuz dünyadan çok ama çok daha gerçekti derler. bunu tecrübe etmeden anlayamazsınız diye eklerler. kimbilir belki de haklılardır. neticede gerçeklik kavramının beyinde şekillendiğini zaten bilim bize söyler, gerisi rölatif. işte bu şok üstüne şok yaşayan kişiler ayıldıklarında şiddetli "gerçeklik" problemi yaşarlar. aynen yukarıda bahsettiğim cezbe haline giren kişiler gibi geri döndüklerinde mutsuzlardır ve bu maddi dünyanın ne denli yavan olduğundan bahsederler. sonsuz sevginin hakim olduğu bu boyut inkar edilemez şekilde ilahi olmalı! (bkz: korsakoff sendromu)(?)


dmt'nin konu edildiği bir belgeselde işlenilen, hastane ortamında yüksek dozda dimethyltryptamine verilen bir deneğin yaşadıklarını kendi kelimelerinden okuyalım

aslında baya birşeyler anlatıyor ama uzun uzadıya gerek yok ben cımbızladım; (altyazı çevirisinden aldım, hakkı arkadaşa mahfuzdur)

"...işte burda psikedelik sersemleme başladı. öldüğümü sandım. beyaz bulutları gördüm. uyanış, bembeyaz pamuk gibi bulutlar, tanrılar, melekler gördüm. ölüyor olduğumu düşündüm. ama sindy ve rick’e şöyle bir baktım da her ikisi de sakin sakin beni izliyorlardı. “iyi haber, bedenim gayet iyi görünüyor” diye düşündüm. doğuyor muydum ya da henüz gerçekleşmemiş ölümü mü deneyimliyordum anlayamadım.. çünkü biliyordum ki, bu gibi durumlarda zaman unufak olur, zaman doğrusalının hiçbir anlamı kalmaz. zamanın çöktüğü ilahi makamdır burası. insaniyetime ait tüm tabakalar gittikçe soyulup, dökülüyor. nihayet, sonunda, nerdeyse son tabakada, bu tabakanın ne olduğunu tarif bile edemem ama sanki seni insan olarak tanımlayan bu son tabaka, ve puf… o da gitti. artık bir insan değilsin, aslında artık tanımlayabileceğin hiçbir şey değilsin zaman kavramı yok, kafam çok karışmıştı. çok korktum, hayatım boyunca bu kadar korkmamıştım. bedenimden kovulmuştum."

"...burası tüm gerçekliğin açığa çıktığı öz nokta. anlamların oluştuğu, sembollerin aktığı, sarmaş dolaş olduğu nokta. her bir dildeki her bir sembol ya da harf bu noktadan çıkıyordu. etrafıma bakındım ve anlayabilmek için her şeyi içime çekmeye çalıştım. ama her yerde daha önce görmediğim makinalar ve yapılar vardı ne olduklarını hiç bilmiyordum. bilgisayar laboratuarındaki bir mağara adamı gibiydim hiçbir fikrim yoktu, ama buranın çok ileri bir medeniyet olduğunun bilincindeydim. ne tür bir yaşam biçimiyse; bizim dünyada bildiğimizden çok daha ileriydiler."

"...bu inanılmaz kubbeli uzayda, herşeyden uzaklaştırılmıştım, içinde hayal edebilecek tüm renkleri barındıran, mozaik camdan yapılmış bir katedral gibiydi. son derece parlak ve canlı renkler, çok büyük, muhteşem bir dom yapı, küçük bir gezegen büyüklüğündeydi. bir de şu kanatlı yaratıklar vardı, tam olarak neye benzediklerini hatırlamıyorum.

melekler?

görkemli bir şekilde uzayda süzülen meleğe benzer şeyler bu kadar güzel süzülen bir şey daha önce hiç görmemiştim. orada sanki başka bir âlem vardı, o anda hissettiğim şey buranın ilahi âlem olduğuydu, ilahi alem. bu bir düşünce gibi değil, ama sanki içine doğan bir farkına varış gibiydi. hiç kişisel değildi ta ki ben tüm ruhların yeniden doğmayı beklediği yerde olduğumu anlayana kadar. evet oradaydım daha önce de defalarca gittiğimi hatırladım hayatımda ilk defa bu kadar huzurlu hissediyordum. herşeyin örtüsü kalkmıştı, her umudun, korkunun, maddi dünyayla bağlantılı herşey sıyrılıp gitmişti."

yaşanılan deneyimlerde kelimelerin kifayetsizliğini farketmişsinizdir

bütün örneklerde görülüyor ki hepsi yaşadıklarını tanımlamakta zorlanıyor. belli ki bilinçaltları ile çok ekstrem etkileşimler yaşıyorlar ve adlandırabilecekleri tek seçenek buranın ilahi bir makam olduğu. yani ilkel insan refleksinin aynısı, yani korkunca yaptığımız gibi, yani anlamlandıramayınca yaptığımız gibi. işte dmt'nin benim için önemi budur.

ayılma esnasında yaşanan bir diyalog;

"...ne kadar zamandır burada değilim?

bilmem gerekiyordu.

rick cevap verir: “yaklaşık 15 dakika”. bir an şok oldum. zihin bunu algılamaya çalışıyor. çünkü deneyimin bilişsel uyumsuzluğu da bu fikri yakalamaya çalışıyordu. 15 dakika gitmiştim. 15 dakika içinde bin yıllık deneyim. çok yoğun, çok derin, çok şiddetliydi. bir insanın hastane yatağında yaşayabileceği en muhteşem şeydi. tüm evreni deneyimleyebilirler, yaşam, ölüm, ikisi arasında ne varsa… bunun eğlencelik olduğunu düşünmüyorum."


son örnekte zaman mevhumunun yıkılması ile ilgili bir tecrübe aktarılıyor ve 15dk'lık deneyim gerçekten de 1000 yıl gibiydi deniliyor

dmt etkilerini merak edenler araştırabilirler zaten birçok yerde anlatılıyor. lafı sadede getirirsek; bazıları dmt'nin pneal gland'de (epifiz bezi) sentezlenmesinden yola çıkarak bu yaşanılan deneyimlerin bir mana alemine kanıt teşkil ettiğini iddia ederler. çünkü yaşanılan şeyler -görece- ilahidir ve descartes, pneal gland yani epifizi ruh ile bedenin irtibat noktası olarak ifade etmiştir. ben objektif beyinleri, bu deneyimlerin tanrısal mı yoksa, kimyası-içeriği belli olan bir maddenin neden olduğu reaksiyon mu olduğu konusunda düşünmeye davet ediyorum. ancak bir realite var ki o da şu; bu molekülün etkisinde kalan her birey istisnasız olarak şöyle bir inanışa sahip oluyor;

"sosyal toplum insanoğlunu maddi aleme mahkum etti, ama biz gidip gördük ki bir mana alemi var."

şimdi bunu söyleyenler sıradan insanlar. hiçbirinin manevi yanı normalin üstünde değil, ama sıradan insanlar bile böylesine tanrısal etkileşimler yaşadıklarına inanıyorlar ve emin olun bunu yaşamadıklarını anlatamazsınız. çünkü beyin böyle birşey, suistimal ve manipüle edilebilir. bir nevi derin bir rem uykusundan uyanan birinin yaşadığı rüyayı öğleden sonraya kadar atlatamama durumu...