AB Ülkelerini ve Bizi Aynı Evde Yaşayan Ev Sakinlerine Benzeterek Anlatan Harika Bir Tasvir

Avrupa Birliği, bizim için çok çok uzun bir süreci ve mücadeleyi ifade ediyor. Sözlük yazarı "plotzlich", uzun yıllardır dahil olmak istediğimiz ama henüz olamadığımız bu ülkeler birliğini ve ülkemizi çok tatlı anlatan bir yazı yazmış.
AB Ülkelerini ve Bizi Aynı Evde Yaşayan Ev Sakinlerine Benzeterek Anlatan Harika Bir Tasvir
iStock.com


öncelikle evden biraz bahsedeyim. ev, büyük, 3 katlı, bahçeli, güzel bir ev. orta katta büyük bir masa, masanın etrafında da 4 tane sandalye var. sandalyeler fransa, almanya, ingiltere ve italya'ya ait.

masanın başında fransa oturuyor. fransa iyi, hoş da biraz kibirli, aynı zamanda da dengesiz. garip tavırları, entel bir havası var. en büyük sorunu öfke kontrolü problemi. geçmişinde bu yüzden sabıkaları var. hala da bazen fevri olabiliyor. buna karşın istediğinde de çok romantik. arada sırada şiir yazıyor. 'bu evin mimarı benim' havasında. gerçekten öyle. çizimleri filan yapmış. evle en çok uğraşanlardan biri.

masanın diğer tarafında almanya var. almanya güçlü, kuvvetli, orta yaşta bir adam. çok çalışıyor, eve en çok o ekmek getiriyor. sanayide oto tamir, bakım, yedek parça dükkanı var. zamanın çoğunu orada geçiriyor. evdekiler almanya' dan biraz çekiniyor. eskiden çok belalıymış, zamanında ev sakinlerine çok çektirmiş. anca komşudan yardım isteyerek zaptedebilmişler. sonra bakmışlar böyle olmayacak, 'en iyisi biz bu çocuğu kazanalım' demişler. o da zaten sonradan çok utanmış. evin yapımında da bizzat çalışmış.


italya'nın sandalyesi boş.
yine karı-kız peşinde koşmaya gitmiş. sanatçı ruhlu bir oğlan, aynı zamanda iyi topçu. biraz serseri. ağzının ayarı yok, mahalledeki diğer çocuklara filan sataşıyor. gece geç saatlere kadar gitar çalıp milleti rahatsız ediyor. bunun da 1-2 sabıkası var. almanya' yla beraber olup bu da ali kıran baş kesen kesilmiş. ama bunu dövmüşler. sonradan uslanmış gibi olmuş. ev yapılırken yardım etmiş. evin olmazsa olmazlarından. zaten evin arazisi de dedesinin miymiş neymiş.

diğer sandalyede ingiltere var. önünde çay, elinde sigara, masaya hafif yan oturmuş. 'istesem giderim' havasında. zaten eve sonradan gelmiş. bu ev kurulurken 'bana ne ya, ne halt ederlerse etsinler' demiş. uzaktan akrabalarıyla filan takılmış hep. ama bir gözü sürekli o evde. sonra yakındaki bir kaç komşuyu toplayıp 'gelin lan biz de kendi evimizi kuralım' demiş. kurmuşlar ama ordan ilk kaçan da kendisi olmuş. baktı ki olacak gibi değil, 'beni de alın' demiş yeni evdekilere. ama fransa istememiş. açamamışlar kapıyı buna. sonra sonra 'tamam lan gel' demişler. bu da kuzenini alıp gelmiş. az önce dediğim gibi yine de eve hala mesafeli duruyor. onlarla beraber pikniğe gitmiyor, ortak makarnaya para vermiyor. buna rağmen evdekiler o olmazsa evin yürümeyeceğini bildikleri için evden atmayı düşünmüyorlar.

masanın olduğu orta katta 4 oda var. 3 oda hollanda, belçika, lüksemburg'a ait. bunlar zaten kardeş gibi. hollanda'ya miras kalmış, para sorunu yok. kendi havasında ottur, plastiktir takılıyor. renkli tişörtler giyiyor. odasına giren çıkan belli değil. gay gibi değil gibi. güzel de top oynuyor. belçika hollanda'ya göre biraz daha efendi. kuruyemişçinin yanında çalışıyor. evden işe, işten eve. olaylara karışmıyor.


lüksemburg fındık-fıstık. çok genç, henüz kişiliği oturmamış. ama her zaman her organizyona çağırılıyor. diğer odada irlanda kalıyor. kardeşiyle ve kuzeniyle problemleri var. eline, koluna, sırtına bir sürü dövme yaptırmış. dışarıdan bakınca serseri gibi ama asıl derdi ekmek parasını kazanmak. bazen içip içip dağıttığı oluyor ama nedense herkes onu seviyor.

alt katta yunanistan'ın odasının yanında güney kıbrıs rum kesimi var. çok rahatsız. odasında hayalet olduğunu söylüyor. hayalet gelip 'bu odanın yarısı benim' diyormuş. bu da çok korkuyor. ama masadakiler 'sen korkma, yok hayalet mayalet, kulak verme' diye sakinleştiriyorlar.

şimdi aslında üst ve alt kattakilerden de söz edecektim ama fazla uzayacak. o yüzden bir de şundan bahsedip kapatacağım:

bir de türkiye var. bir apartmanın bodrum katında kaçak kot taşlama atölyesinde çalışıyor. delikanlı, deli dolu, iyi niyetli bir çocuk. ama ne yapacağı pek belli olmuyor. ev yapılırken hep oralardaymış. hatta bir ara 'ben de geleyim' demiş ama kabul etmemişler. sonra 'biraz adam ol, efendi ol, seni de alalım' demişler. bizimki böyle böyle hafiften sıyırmış. gece içip içip kapıya dayanıyor, bağırıp, çağırıyor. boş bira şişesini kırıp bahçeye atıyor. sonra da 'gelmiycem lan, yalvarsanız da gelmiycem' diyor. sonra yine evin etrafında tur atıyor, bağırıyor.


almanya'yla eskiden çok yakınmışlar. beraber çalışmışlar. kız alıp-vermişler filan. bazen sabah almanya işe giderken yakalıyor. 'naber hacı' diyor. 'söylesene beni de alsınlar, hallet şu işi be hacı' diyor. almanya da fazla uzatmamak ve kırmamak için 'tamam aga, bakıyoruz işte' diyor. çok çabalıyor ama işi zor. diğerlerinden farklı olduğu açık. herkesle muhabbeti var. hepsine biraz benziyor ama hiçbirine de benzemiyor. yine de çok severim keratayı.