10 Gününü Orada Geçiren Bir Sözlük Yazarından: Dünyanın En Fakir 7. Ülkesi Mozambik
mozambik'te 2013 eylül ayında 10 günümü geçirdim. istanbul’dan thy ile 8 saatlik güney afrika jhonnesburg uçuşu, ardından 35 dakikalık mozambik’in başkenti maputo uçuş ile mozambik topraklarına ayak basabiliyorsunuz. bu kısa uçuş sırasında şanslıysanız mozambik’in muhteşem doğasını, bitki örtüsünü ve dar alanda çokça menderes yapan muhtemelen timsahlarla dolu nehirlerine bakıp hayran kalabilirsiniz.
kısa ve öz olarak mozambik doğusunda hint okyanusuna kıyısı bulunan, güneyinde güney afrika, batısında sırayla güney afrika, zimbabve, zambiya, kuzeyinde tanzanya bulunan ülke. yıllarca portekiz sömürgesi altında kalmış olan ülkede afrikalıların kullandığı kabile dili neredeyse tamamen unutulmuş ve portekizce anadil olmuş. özgürlüklerini kazandıkları iç savaştaki anılarını yaşatmak için bayraklarında kalaşnikof bulunmaktadır.
başkent maputo havaalanında uçaktan indiğiniz anda burnunuz, inceden gelen tarifi imkansız afrika’nın kendine has kokusu ile sızlamaya başlıyor. allahtan burundaki reseptörler belli bir süre sonra beynini bu koku ne aq diye uyarmaktan vazgeçiyor. neyse aktarmalarla ankara’dan 22 saatte mozambik’in başkentine ulaştığımda şaşkınlık ve baş dönmesi ile ayakbastım mozambik topraklarına.
pasaport kontrolden geçmeden önce vizenizi havaalanında almanız gerekmektedir. yanlış hatırlamıyorsam kişi başı 82 dolara 2 dakika içerisinde 30 günlük tek girişli vizeyi veriyorlar. eğer 100 dolar verirseniz para üstünü geri almayı düşünmeyin çünkü adamlar vize bankosuna koca koca yazmışlar para üstü verilmez diye.
kontrolden sonra valizlerinizi alacağınız banda geçmeniz gerekiyor. bu noktada aldığınız valizin üstündeki etiketin değir yarısının elinizde olması gerekmektedir. aksi taktirde o çantanın size ait olduğunu kanıtlayamazsınız. normalde bavul etiketlerini her zaman kaybeden biri olarak bir başkasının başına gelen olaydan sona derin nefes alıp kontrol noktasından geçebilmiştim.
etiket kontrolünden sonra çantaları x ray cihazına sokuyorsunuz. x ray kontrolünde dikkat çeken valizleri hemen arkadaki masalarda mozambik polisi açarak kontrol ediyor.
bu uzun yolculuk için yanıma 1 valiz, 1 çekçekli spor çantası, 1 kampçı çantası almıştım. spor çantası ağzına kadar kuru gıda ve konserve ile doluydu. (“mozambik’e gidiş amacım en tehlikeli bölgesi olan ve afrika’nın 5 büyüklerinin en yüksek popülasyonda yaşadığı niassa bölgesinde arazi çalışması yapmak olduğu için yanımda kamp malzemeleri ve 10 gün 3 kişiye yetecek kadar gıda malzemesi vardı”). haliyle yemek çantası x rayda bütün polislerin dikkatini çekti. cihazın başındaki polis arkadaki masada bulunan polise beni ve çantayı işaret ederek kontrol edilmesini söyledi. ancak daha önceki afrika tecrübelerime dayanarak kontrol masasına yemek çantasını değil, kıyafetlerimin bulunduğu çantayı götürdüm. polis kısa bir incelemeden sonra haliyle hiçbir şey bulamayıp çantayı kapatmamı ve çıkabileceğimi söyledi. orada çakallık yapmayıp yemek çantasını açmış olsaydım her şeye el koyarlardı çünkü vize sırasında gıda maddesi bulunmadığını söylemiştim.
sonunda havalimanından çıkabilmiştim. niassa bölgesine gitmeden önce 2 günümü geçireceğim nampula şehrine gitmem gerekiyordu. başkent maputo’dan uçak 6 saat sonra havalanacağı için bu şehirde en az 4 saat geçirecektim.
taksiye atlayıp okyanus kıyısına doğru yollandım. taksi dediysem bizim tofaş şahinlerden bile daha kötü durumda dökük, eski model toyota ile yaklaşık 20 dakika süren şehir içi seyahati sırasında bir çağdan diğer çağa atlamanın ne demek olduğunu canlı olarak algılıyorsunuz. havaalanı ile şehir merkezi arasındaki yolda tek katlı diğer afrika ülkelerinden alışık olduğumuz sacdan yapılmış içerisinde sadece yer yatağı olan yerlilerin ‘cape’ dekleri gecekondular, sokakta yatan insanlar, toz toprak içerisindeki sokaklar. ancak şehir merkezinden deniz kenarına giden yolda daha yüksek binalar, tertemiz yollar zannedersiniz ki bir avrupa şehrinde dolaşıyorsunuz.
şehrin zengin bölümlerinde genellikle ruslar, çinliler ve portekizliler yaşıyormuş. az bir miktarda da türk nüfus bulunmakta bu şehirde. yemek yeme fırsatım olmadığı için detay bilgi veremeyeceğim ancak kısa süren gezintimde mekânların temiz olduğunu gördüm.
öğrendiğime göre türk nüfusu ticaret ile uğraşıyormuş. genelde istanbul'dan nampula'ya tekstil iç giyim kuşam malzemeleri ve halı getiriyorlarmış. bir de bildiğiniz okullar ve onların abileri vs.
her neyse, zaman dolup maputo uçağına binmek için havaalanına geri döndüm. kontuardan bilet alıp uçağa giderken yine x-ray cihazından geçerken yemek çantası dikkat çekti. bu sefer kurtaramadım çantayı, benden önce polis çantayı alıp içini açtı. adamın gözler bir anda fıldır fıldır dönemeye başladı, portekizce way aq bunlar ne lan dedi. bende durumu anlattım. güzel abicim ben buraya hayırlı bir iş için yanımda iki arkadaşımla geldim, bunlarda arazide yiyeceğimiz yemekler dedim ama adam odaklanmıştı konserve ton balıklarına, bunları arkadaşlarınla mı yiyeceksin bende senin arkadaşın değil miyim dedi. ulan zaten pek bir şey yok çantamda aq... o yemekler sana gelmez ama bak yanımda 1 paket m&m var onu vereyim sana dedim. bu x-ray cihazını da 1 paket m&m ile atlatmayı başardım.
yaklaşık 3 saat süren maputo - nampula uçuşum akşam saatlerindeydi. gökyüzü karanlıktı. uçağın penceresinden baktığımda yıldızlar ve yer yer alevlerden başka bir şey görmüyordum. sanki her yerde orman yangınları vardı.
nampula havaalanına indiğimizde akşam saat 11 civarıydı. büyük bir hengame ile kabine alamadığımız valizleri banttan almaya yöneldik bandın etrafı inanılmaz doluydu. hayatımda ilk defa böyle bir havaalanı görmüştüm. inanılmaz bir kalabalık, yolcuları bekliyor, onlardan bir şekilde para koparmaya çalışan mozambikliler, sürekli "abi çantanı ben taşıyım"cılar, "araç lazım mı"cılar etrafımızda.
hemen döner banttan uçağa verdiğimiz çantalarımızı kapıp dışarda bizi bekleyen türk arkadaş ile buluştuk. bu adam zamanında sanırım sivas’ta iş adamıymış. ancak alacak verecek davsı, haciz hapis vs. derken ta mozambik’in en ücra noktasına kadar kaçmak zorunda kalmış. çok soru sorarak adamı bunaltmak istemedim ayrıca kaldıramayacağım şeyler duymak da dünyanın öbür ucunda içime otururdu. her neyse kendisine sorarsan yeni bir yatırım için geldim buraya diyor. ancak insan neden bu kadar uzağa gelmek ister. neyse bu abi fırıncılık yapıyormuş namluda. günde 10 bin ekmek yapıp satıyormuş söylediğine göre.
10 dk araba yolculuğunun ardından 2 gün konaklayacağımız otelimize ulaşabildik. yaklaşık 30 saat süren yolculuk sonunda nihayetine ermiş ve nampula şehrinde bulunan hintli müslümanlara ait bir otele yerleşmiştik (bu otel ile ilgili görüşlerimi ileride aktaracağım). bizi buraya getiren türke neden burası diye sorduğumda, şehirde iki tane güzel otel olduğu ve diğerinin müslüman oteli olmadığını söyledi. şimdi sıçtık dedim içimden. ulan müslüman otelde alkol yoktu...
ertesi gün yorgunluk atabilmek için boş bırakmıştım. bu nedenle şehirde gezme imkânım oldu. genel olarak toz toprak fakirlik pislik, sokağa işeyen sıçan kadınlar erkekler. insanlar çıplak ayak dolaşıyor. üstleri başarı kir pas içinde. hava zaten leş gibi kokuyor. sokak satıcıları yerde meyve sebze, yiyecekler, kot t-shirt vs satıyor, her şey toz içinde. binaların görüntüsü bile çürük.
tenha yollardan, tedirgin bir şekilde önümü arkama sağımı solumu kontrol ede ede şehir merkezine ulaşabilmiştir. şehrin merkezinin başladığı yerde güzel tertemiz bir kilise vardı. içerisi ingilteredeki katedraller kadar muntazam ve temizdi. merakla kilisenin içine girdim. genelde siyah insanların beyazlar tarafından dini eğitim aldıkları zamanları tasvir eden resim ve figürlerle doluydu. içeri girdiğimde mozambikli çocukların beyaz bir adam tarafından anlatılan bir hikayeyi dinlediklerini gördüm ve aklıma şu ünlü söz geldi, “onlar geldiklerinde ellerinde kitaplar bizde ise toprak vardı, gözümüzü kapamamızı söylediler, geri açtığımızda topraklarımız onlarda bizim elimizde ise kitap kalmıştı”.
şehrin içi kalabalık ve anlatmaya değmeyecek mağazalar binalar vs ile doluydu. gezerken birkaç defa yerel insanlar portekizce bir şeyler söyledi, muhtemelen ya küfür etmiştir ya da laf atmıştır. afrika'da bulunduğum süre içerisinde bu kıta insanlarının topluluk halinde kendilerine güvenlerinin arttığını ancak dönüp “hayırdır birader” dediğinde senden kortuklarına çok defa şahit oldum. yılların sömürgeciliğinin hala yerli halkta bıraktığı bilinç altı korkusu vs gibi bir durumdan kaynaklandığını düşünüyorum.
kaldığımız otel güya müslüman oteli şehrin en temizi vs. ama yalan, odalar pis, yataklar leş. klima çalışmıyor. içeride fuhuşun her türlüsü otel personeli tarafından servis ediliyor. yaşlısı genci... ne ararsan. alkol otelde satılmıyor ancak otel personeline yandaki büfeden istediğin gibi aldırabiliyorsun. otelde bir adet hint lokantası var, oradan yemek yemek için çok sağlam mideye sahip olmalısın çünkü servis yaptıkları tabaklar bile pis.
işlerin istediğimiz gibi gitmemesi üzerine planladığımız 10 günü otelde geçirerek nampulo yakınlarındaki arazilere gidebildik sadece. bu süre içerisinde kendi getirdiğimiz kuru gıdalar ile beslendik.
mozambik'e gideceler için, duyduğum kadarıyla başkent ve etrafı turistik açıdan güzel, okyanus manzarası vs. tıbbi konularda yetersiz bir ülke, o yüzden mozambik'te geçireceğiniz süre için kendi ilaçlarınızı götürün hatta yedeklerini görürün.
sıtma ilacınızı düzenli alın. sarı umma aşınızı ve bu ülke için sağlık bakanlığının önerdiği aşılarınızı kesinlikle yaptırın ve aşı karnenizi yanınızda bulundurun. güney afrika aktarmasında mozambik'e geçmeden önce aşı kartını kontrol ediyorlar. eğer yanında yoksa zorla yaptırıyorlar. benimki yanımdaydı ancak arkadaş unutmuş adam tekrar sarı umma aşısı olmak zorunda kaldı.
kesinlikle yanınıza alacağınız dolar 2006 yılı sonrası basım olsun. yoksa adama 100 dolar bile uzatsan kesinlikle kabul etmiyor. gerçi afrika'nın nerdeyse tamamında bu kural geçerli.
insanlarına güvenmeyin, eşyanıza sahip çıkın. benim çok değerli pusulamı ve arkadaşın foto makinesiyle gps cihazını muhtemelen havaalanında valizlerimizin fermuarlı cebinden çekip almışlar...
Ek bilgiler
başkant maputo'nun hemen yakınlarında katı çöplerin toplandığı hulene adlı büyük bir çöplük ve bütün yaşamını o çöplüklerden topladığı artıklarla sürdüren yaklaşık 700 sakini barındıran afrika ülkesidir mozambik. portekizli fotoğrafçı jose ferreira sefaletin boyutlarını cnn için görüntülemiş. gerçekten de insanın içine bir yumru gibi oturan bir sefalet söz konusu bu 700 kişilik topluluk için. yedikleri tek şey şehirden çöp kamyonlarıyla birlikte gelen, çürük meyveler, sebzeler, yiyecek artıkları ve ölü hayvanlar. evet ölü hayvanlar! ferreira'nın gördüğü ve en çok içini acıtan sahnenin, 2 kişinin ölü bir köpek kafasını çiğ olarak yediklerini gördüğü sahneymiş.
insan düşünmeden edemiyor, o 700 kişi de sanki modern dünyanın sindirip kenara attığı bir çöpmüşçesine orada, insanlıktan çıkmış bir vaziyette yaşamlarını sürdürmeye çalışıyorlar. afrikadaki sefalet sadece somali ile sınırlı değil. afrika kapitalist dünyanın çöplüğüdür. hulene'de yaşam mücadelesi veren insanlar ise mozambik kapitalizminin çöplüğünden ibaret.
bütün bunlara rağmen, jose ferreira, burda gördüğü birkaç kişinin daha önce hiç görmediği kadar kafa insanlar olduğunu da ekliyor.
afrika kıtasının güneydoğu kıyısında yer alan bir ülke. hint okyanusu kıyısı gereği masmavi ve oldukça ılık bir denizi var. yaşanan iç gerilimlerden dolayı ülkenin anayolları talan edilmiş ve dağılmış durumda, bu nedenle en ufak bir yağmurda sel basıyor yolları ve normal araçlarla geçilmesini imkansız kılıyor. gidilmesi tavsiye edilen zamanlar nisan, mayıs ve haziran ayları. bu aylarda afrika kıtasının güneyinde yağmur az olduğu ya da hiç olmadığı için. bembeyaz kumlarını, upuzun sahilini ve tropikal adalarını görmek için bu tarihlerde gitmek en akıllıcası. ancak ülkede geçmişte yaşananlar öyle içler acısı ki, insan bu doğal güzellikleri göremiyor. 2. dünya savaşı sonrasında sürekli sömürge olarak yaşamış, sonrasında iç savaşlar çıkmış ve ülkede yaşayan insanlar evlerini, topraklarını terk etmişler. ülke ekonomisi çok kötü, halk fakir. şimdilerde ülkede amerikan doları, güney afrika rantı ve son yıllarda da euro kullanılmaya başlanmış.
fakirliğin çok fazla olduğu bir ülke. para birimleri onların dilinde "medikajj" diye telaffuz edilir.
egzotik meyveler vardır bu ülkede. yalnız bir soğuk hava deposu olmadığından dolayı depolanamaz. mevsiminde neredeyse tekel üretici konumunda olduğu meyveyi, örneğin 3 medikaja satarken; mevsiminden sonra aynı meyveyi sattığı yerlerden 15 medikaja alan bir ülkedir kendisi. mevcut dünya şartlarında yatırımınızın çok uzun sürelerde geri döndüğünü düşünürseniz, bu ülkede çok daha çabuk geri dönüş alabilirsiniz. ama güvenilir işçiler bulmak şartıyla. bu da neredeyse imkansızdır.