Zeki Demirkubuz'un İzleyicileri İkiye Bölen Yeni Filmi, Hayat'ın İncelemesi
hayat... yönetmen zeki demirkubuz'un bir önceki filmi olan kor'dan yaklaşık 7 yıl sonra gösterime giren yeni filmi. yönetmenin filmini beğenen biri olarak yazının başında belirteyim, bu film "sev ya da nefret et" sınıfına dahil olan/olacak bir film. dolayısıyla film hakkında, "vasat, sığ, sıradan, ortalama" gibi yorumları dikkate almayın. çünkü bu film izleyiciyisini sonuna kadar zorluyor ve kendi hikayesine dahil olabilmenizi, mümkün olduğunca sınırlıyor. eğer demirkubuz'un 90'lı yıllardan bu yana çektiği filmler, hayatınızda büyük anlamlar taşıyorsa, bu filmi de seversiniz. ancak yönetmen hakkında "bir kaç iyi filmi var ama geneli vasat ya da vasat altı" gibi bir genellemeye uyan biriyseniz, bu film size göre değil demektir. hayat, bana göre yönetmenin 2006 yılındaki kader (film)'den bu yana çektiği en iyi film.
Uyarı: Bu noktadan sonrası spoiler içerir.
filmin adının hayat olması, elbette birçok insan gibi bende de, bu ismin filmdeki ana karakterin hayatını, izleyiciye çok uzun bir dönemde anlatabileceği izlenimi bırakmıştı. bunun yanı sıra, kader'den ve masumiyet'ten bildiğimiz üzere, hikayeye dahil edilen karakterlerin yaşadıklarının, filmin adıyla tezat oluşturabilecek ya da paralel bir şekilde işlenebilecek eylemlere girişmesine tanık oluyorduk. ana karakter genç hicran'ın hayatına odaklandığımız ve kadının yaklaşık 7-8 yıllık bir hayat dilimine şahit olduğumuz filmin, sonuna doğru gördüğümüz "hayat ağacı" nın üzerindeki örümcek ağları, sararmış yapraklar ve ağacın yaşama ve yaş alma mücadelesi, bizlere hemen tarkovski sinemasını hatırlattı. salondaki seyirciyi hüznüyle boğan ve yutkunmasını zorlaştıran hicran karakterini eksiksiz oynayan miray daner'in, hıçkırarak ağlama ve duygusal boşalım sahnesi, çimenlerin üstünde ve doğa ananın kucağında olması sebebiyle, izleyenlere bu temaşanın ne kadar güzel bir sanat olduğunu bir kez daha hatırlattı. tek kelimeyle büyüleyiciydi.
hicran'dan devam edersek, hicran aslında eskilerin deyişiyle "soğuk nevale" bir genç kız. duygularını belli etmekte zorlanan, içe kapanık ve gülümsemeyi bilmeyen biri. bunda ebeveynlerin o'nu yetiştirmedeki başarısızlıklarının etkisi elbette büyük. hicran aslında kendini geliştirebilecek ve kalp gözü açık biri. ancak bulunduğu ortam, ne yazık ki buna müsaade etmiyor. az önce size anlattığım duygusal boşalım sahnesine dek, hicran'ın çok az mimiğini görüyor ve içindeki duygu fırtınalarını tanımlamakta zorlanıyoruz. hicran'ın filmin son 20 dakikasında, ağladığını, güldüğünü ya da aslında yaşama sevincinin varlığına şahit olabiliyoruz. dolayısı ile demirkubuz filmin ana karakterini oluştururken, o'nda aynadaki yansımayı kullanmış. hicran, aslında biz seyircilerin olaylara bakışını yansıtan bir karakter. işte tam olarak bu yüzden, biz filmdeki tek cinayete de hicran'ın gözlerinden şahit oluyoruz. bir adamın başka bir adamı vurmasının hicran'ın "kader"inde yarattığı kırılma, o'nun o güzel gözlerine yansıyor.
filmin ilk yarısı, hicran'ın kısa süreli nişanlısı rıza'ya odaklanıyor. aslında ilk 90 dakikalık süre için, rıza'nın merkezdeki karakter olduğunu söylemek lazım. bu bölüm hayatın bambaşka bir kısmı. kuzey anadolu'lu (boyabat-sinop) bir gencin, sıradan bir hayatı. genç rıza'nın dedesinin, o'na görücü evliliği amacıyla verdiği fotoğrafla içine ateş düştüğünü belli etmemeye çalışması ve güçlü görünme çabaları, bu topraklara uzak değil. çünkü aşık adam zayıf olarak görülür. hele bir de o'nu terkedip istanbul'lara gitmişse, vah ki ne vah!
burada rıza'nın dedesine ayrı paragraf açmak gerekiyor. ne kutlu bir oyunculuk, ne güzel yazılmış bir karakter. böyle dedeyi pamuklara sarıp sarmalamak lazım. genç yaşta hem öksüz hem de yetim kalan yeğenini, adeta kendi oğullarından daha çok seven ve o'na gözü gibi bakan bir dede profili. karakteri yorumlayan oyuncuya da ayrıca büyük alkış. filmin ilk yarısı bu güzel dedemiz sayesinde şiir gibi akıyor. ne diyelim, allah her sevdiği kuluna böyle bir dede nasip etsin.
filmin tek düze giden ve ayrı bir film izleniyormuş hissiyatı veren ilk saati, doğu demirkol'un filmde ikinci kez görünmesiyle sonlanıyor. filmde pezevenk yılmaz'ı başarılı bir biçimde canlandıran demirkol, filmde değişen aksın öncüsü oluyor. oyuncunun sahnelerinde oyuncu arkadaşlarını yükseltmesi takdire şayan. burada küçük bir eleştiri yapalım. filmde hicran'ı (gizem) (istanbul'da escortluk yaparken gizem takma adını kullanıyor) her türlü sömüren ve pezevenk yılmaz'ın ev arkadaşı olduğu karakter "ferit", oldukça başarısız bir casting örneği. açıkçası oyuncu stil olarak da mimik/jestlerle de karakteri yorumlamada başarısız. filmin oyunculuk anlamında vasat altında kalan iki karakterinden biri. (diğeri, rıza'nın istanbul'da yaşayan ve evinde kaldığı arkadaşı.)
rıza'nın aslında içinde fırtınaların koptuğunu ama bunu kimseye belli etmediği gerçeğine (elbette dedesi olan bitenin farkında), işlediği cinayetle emin oluyoruz. ferit'ten sürekli dayak yiyen ve "bu böyle gitmez" diyen yılmaz'ın, ferit'in aşağılamalarına tahammül edemeyişi ve o'nu rıza'ya gammazlaması, en azından ağzından çıkan "seni vururum" lafını, başkasına yaptırarak, intikamını hapis yatmadan almasına yol açıyor. öyküsü çok güzel yazılsa da, yılmaz karakterini bir kaç ilave sahnede daha görmek isterdim doğrusu.
yaşadığı büyük yıkımla küçücük baba ocağına dönmek zorunda kalan hicran'ın annesi rolünde melis birkan, son derece başarılı. ben filmin oyuncu kadrosunda kendisini görünce mutlu oldum. çünkü demirkubuz'un çok iyi işleyebileceği, adeta "güvenli liman/saha" diyebileceğimiz menşeii bir karakter yorumunu izledik. çünkü yönetmen, böylesi saf anadolu kadınını iyi tanır ve bizlere ustaca anlatır. geçmişte bunun örneği çok. baba rolündeki umut kurt da, karakteri yorumlamada başarılı. izleyiciler olarak kendisinden layığıyla tiksindirmeyi başarıyor.
istanbullara kaçıp, orada kötü yola düşüp, ardından memleketine zoraki dönüş yapan ve burada ailesiyle beraber yaşamakta zorlanan hicran'a sunulan çıkış/kurtuluş yolu, elbette yaşlı ve çocuklu bir öğretmenle yapması tavsiye edilen izdivaç oluyor. görüşme teklifini kabul eden hicran'ı, yeni evli olarak görüyoruz. filmin ikinci yarısının ortalarına tekabül eden sahnelerde, cem davran'ın oyunculukta zirveyi gördüğü anlara şahit oluyoruz. davran, bu kısımda filmin en güçlü oyunculuğuna imza atıyor. 50 yaşını geçip, hala ne istediğini bilemeyen, iç huzuru olmayan, dengesiz, tutarsız ve en önemlisi de özgüven eksikliği yaşayan bir "ihtiyar delikanlı" karakterini mükemmele yakın yansıtıyor. demirkubuz tarafından enfes yazılan diyaloglar için ve bu harika yorum için, hem davran'a hem demirkubuz'a bin teşekkür!
huzursuz adamın yanındaki hicran, haklı olarak "huzur" bulamayıp valizini hazırlayınca, ister istemez "acaba rıza'yla bir şeyler olacak mı?" sorusu aklınıza geliyor. şükürler olsun ki yönetmen burada bizleri yanıltmıyor ve karakterlerimizi, hapishaneden yazılmış ve anne tarafından saklanmış mektuplar aracılığıyla bir araya getiriyor. bakın ne sms, ne whatsapp, ne instagram ya da telefon. mektupla sadece "gerçekten seven adam" uğraşır. gerisi yalan. hicran'ın annesinden öğrendiği gerçekler neticesinde, hapisten kurtulan rıza'yla buluşma kararı, bir sonraki sahnede rıza'nın hicran'a neler anlatacağını merak etmemize yol açıyor.
hicran'la rıza'nın, kafedeki buluşma sonrası sohbet sahnesi, öylesine güzel yazılmış ve oynanmış ki, açıkçası bu sahnenin, az önce yukarıda bahsettiğim hicran'ın doğadaki duygusal boşalmasıyla sonuçlanması, bize harika bir 20 dakika sunuyor. film, burada sonlansaydı da, hiçbir puan kaybetmezdi diye düşünüyorum. ancak film burada bitmiyor. bu bitmeme durumu, seyirciyi ikiye bölecek yeni bir meydan okuma, yeni bir alternatif damar yolu yaratıyor. bu kanal, daha önce demirkubuz sinemasında hiç tanık olmadığımız bir şey. şaşırdım mı? evet, hem de çok!
filmin mutlu sonla bitmesi, eminim benim gibi bir çok demirkubuz sinemasına meraklı izleyiciyi şaşırtmıştır. ben bunu yönetmenin yaş aldıkça duygusallaşmasına ve masumiyet ve kader filmlerindeki yıkıcı gerçekliğin bozulmasını arzulamasına bağlıyorum. hep mi 3. sayfa haberi, hep mi yıkım? işte bu defa öyle olmuyor. huzurlu bir yuvası olmasından başka bir derdi olmayan anadolu insanı motivasyonuyla, kendilerine yeni bir yuva kuran hicran ve rıza, sağlam birlikteliklerini çocukla anlamlandırıyor. bayram vesilesiyle baba ocağına yapılacak ziyarete giderken, arabada hicran'ın rıza'ya uzun uzun, aşkla bakması ve tünele girerken " dün gece bir rüya gördüm" demesi, izleyicisinin kalbine umut aşılayan bir son anlamına geliyor.
Spoiler bitti.
hayat, zeki demirkubuz'un kariyerinin en iyi filmlerinden biri mi?
bu cevaplaması zor bir soru. çünkü bu film, yazının başında da belirttiğim gibi seyirciyi bıçak gibi ikiye bölecek. dolayısı ile filmi ne kadar beğenirseniz beğenin, çok yakından tanımadığınız birine filmi önermeniz, hayal kırıklıkları yaşanmasına da sebep olabilir. şahsi görüşüm filmin, yönetmenin en iyi işlerinden biri olduğu yönünde. hayat, yönetmenin olgunlaştığını hissettiren, bakış açısındaki değişimleri gözlemleyebildiğimiz ve hikayesinde bir çok klişe/klişe olmayan karakter barındıran bir film. böylesi serbest bir anlatıya sahip olup, doğal akış kurgusunu mümkün olan en zor seviyede gerçekleştirebilen bir film, nezdimde mutlak surette sinemaya bir katma değer sağlar. işte spoiler'lı kısımda yazdıklarıma ek olarak hayat, bu sebeplerden dolayı başarılı bir film.
yazının sonunda zeki ağabeye küçük bir mesaj bırakayım; "bir önceki filmin vizyona gireli 7 sene oldu. lütfen bir daha arayı bu kadar açma. pandemi falan anlamam ben. bak, oyuncularını maskeyle bile oynatmışsın. ben filmini sevdim, senden razıyım. bize böyle güzel filmler çekmeye devam et. kal sağlıcakla. "