Zamanında Bomba Etkisi Yaratan Bob Dylan Albümü Highway 61 Revisited'in Detaylı İncelemesi

Zamana ve mekâna hâlâ direnmekte olan eşsiz sanatçı Bob Dylan, 77 yaşında ve üretmeye devam ediyor. Kendisini efsane yapan üç albüm var: Bringing It All Back Home (1965), Highway 61 Revisited (1965) ve Blonde on Blonde (1966). Sözlük yazarı "black monday", bu üçlemenin belki de en akılda kalıcı olanı Highway 61'ı güzel güzel incelemiş.

bağnazlık ne kadar saçma bir şey

yıllar sonra geriye dönüp bakıldığında insanların takıldığı konular ne kadar saçma geliyor. mesela kalçasını sallıyor diye elvis presley'in eleştiri yağmuruna tutulması kulağa ne kadar da saçma geliyor. john lennon, "the beatles, şu an isa'dan daha ünlü" dediğinde milletin beatles plaklarını kırarak onları piyasadan sileceklerini sanması ne kadar gülünç. zaman tabii ki de o bağnazları değil, onları rahatsız edenleri haklı çıkardı. eğer tabular yıkılmasaydı ilerleme diye şey olmazdı ve yıllar boyunca aynı şeyleri aynı şekilde dinlemek zorunda kalırdık.

konu bob dylan olduğunda bu konulara değinmemek olmaz. hele ki kendisinin 1965 tarihli highway 61 revisited albümünü değerlendirecek isek. bilindiği gibi bob dylan, blues'un ve daha sonra rock'n'roll'un ana akıma geçmesi ile kaybolan amerikan folk müziğinin 60'ların başında tekrardan dirilmesine neden olan isimlerden biriydi. ikinci albümünde başta blowin in the wind olmak üzere siyasete doğrudan dalan ve barış isteyen şarkılarıyla dinleyicisini buluşturduğunda dylan, folk müziğin en önemli ismi haline gelmişti.


ama insanlar değişir: an gelir, söylemek istediklerini farklı kelimelerle, farklı bir üslupla söylemek istersin

dylan da sonsuza dek akustik gitarını ve mızıkasını çalıp, barıştan bahseden biri olmak istemedi. etkilendikleri arasında elektro gitarı öttüren blues sanatçıları vardı. bir yandan da başta the beatles olmak üzere yeni akım rock'n'roll hoşuna gidiyordu. bu nedenle bob dylan önce eski şarkılarını yeni grubuyla yeni düzenlemeleriyle sundu. bu yüzden de dinleyicisi tarafından yuhalandı. bob dylan, bu yoldan geri dönebilirdi, ama dönmedi. aksine highway 61 revisited'da neredeyse bütün şarkıları yeni tarzı ile kaydetti. ayrıca doğrudan siyasete bulaşmak yerine, herkesin daha farklı şeyler anlayabileceği, daha edebi, daha merak uyandırıcı sözler yazdı, hikayeler anlattı.

bob dylan yazdığı sözlerle, mızıkasıyla ve şarkı söylemesindeki arzusu ve enerjisi ile muhteşem bir formda. albümün öne çıkan üç ismi daha var. birincisi mike bloomfield. kendisinin elekto gitarı bob dylan'ın şarkılarına çok yakışmış. ama bloomfield ve dylan'ın ortaklığı kısa süren bir ortaklık çünkü albüm sonrasında bloomfield kendi yolunda devam etmeye karar vermiş. ikinci isim bloomfield'in kankası klavyeci al kooper. başta ballad of a thin man olmak üzere kendisinin orgu dylan'ın müziğine taze bir havak atmış. üçüncü isim ise piyanodaki paul griffin. dönemin önemli stüdyo klavyecilerinden biri olan griffin, kooper ile uyum içinde çalışmış.

Dylan ve Mike Bloomfield, Highway 61 kayıtlarında.

albümdeki şarkılar güzel ve çok güzel arasında gidip gelmekte

genel olarak klasik blues formatından çok fazla uzaklaşmasalar da dylan'ın şiirsel hikaye anlatımı ve canavar gibi çalan müzisyenler sayesinde klişe olmaktan çok uzaktalar. bob dylan, kendi dinleyicisine karşı bile protest bir kişi olabilir ama şarkılar "sırf elektro gitar kullanılsın, farklılık olsun" diye yeni bir anlayış ile kaydedilmiş değil. bence dylan'ın yazdığı şarkıların heyecanı ve enerjisine böyle bir düzenlemenin yapılması gerekiyordu. keza albümün tek akustik şarkısı desolation row da aslında tam kadro kaydedilmiş ama dylan bir şeylerin eksik olduğunu hissedince folk bir düzenlemeye dönmüş. yani dylan'ın folk müziğe ya da dinleyicisine bir garezi yok elbette. yeni şarkılarının yeni bir düzenleme istediğini anlamış ve yapmış. dylan böyle bir kişi. country yapmak istediğinde johnny cash'ten yardım alıp nashville skyline'ı kaydeden, şarkı söyleme tarzını tamamen değiştirip self portrait'i kaydeden, kafasına esince sinatra şarkılarından, yetmeyince 1930'ların şarkılarından oluşan 90 dakikalık albüm kaydeden biri. her yeni fikri belki bir şaheser değil ama kafasında sınırları kaldıran bir hikaye yazarı dylan.

bu hikayelerin en bilinenlerinden biri like a rolling stone, albümü açmakta

dünyanın en bilinir şarkılarından like a rolling stone için daha fazla söylenebilecek ne var ki? şarkıda muhteşem bir enerji var. zamanında en iyi kıyafetleri giyen, iyi okullarda okuyan, etrafındakileri küçümseyen bir hanımefendinin her şeyini kaybetmesi sonrasında dylan, tüm gücüyle ona evsizliğin, kimsesizliğin nasıl bir şey olduğunu soruyor. gitar ve piyanonun uyumu çok iyi. o dönemin standartlarına göre uzun bir şarkı ama hem altyapısındaki, hem sözlerindeki, hem de dylan'ın performansındaki enerji sağolsun bir hit haline gelmesi şaşırtıcı olmamış.

bahsettiğim enerji tombstone blues'da devam ediyor

bu şarkı geleneksel blues tarzına daha yakın. baterist bobby gregg'in hiç değişmeyen ritmi ve mike bloomfield'in her mısrayı takip eden elektro gitar nameleri bu geleneksel tarzın bir göstergesi. sözlerde dylan'dan bir toplum eleştirisi dinliyoruz ama bu eleştiri - nakarat hariç - amerikan/ingiliz tarihinden ya da mitolojiden bir çok gönderme kullanılarak yapılmış. mesela ticaret odasının başında karındeşen jack'in bulunduğunu anlatıyor ya da fareli köyün kavalcılarının hapse atıldığına değiniyor dylan. her göndermeyi yakalamak kolay değil. elbette bunun da dylan da farkında ki nakaratta fabrikada çalışan fakir anne, yemek arayan baba, mutfakta üzgün duran çocuktan bahsediyor ve yoksuluğu en yalın hali ile bize gösteriyor. bir de şuna değinmeden geçmek olmaz: "the sun's not yellow, it's chicken".

geleneksel blues tarzını en iyi yansıtan eser ise, hayatımda gördüğüm en iyi şarkı isimlerinden olan it takes a lot to laugh, it takes a train to cry

şarkı oldukça klasik ve sakin bir blues eseri olarak ilerliyor. bob dylan'ın performansı çok iyi - ki "well if i de on top of the hill" derken son notayı uzun uzun devam ettirebilmesi aslında vokalist kimliği çok eleştirilen dylan'ın pek de kötü bir vokalist olmadığına da delalet. sözler albümdeki diğer eserlere göre daha basit. hayatı trenlerde geçen biri olarak, dinlemekten en zevk aldığım eserlerden biri bu. albümün hareketli ilk iki şarkısından sonra nefes almak için de birebir.

from a buick 6 kolay unutulabilecek şarkılardan biri

bu da klasik bir blues rock şarkısı. bo diddley'e de bir göndermesi var. şarkıyı biraz farklı kılan şeylerden biri arkadan ince ince gelen klavye sesi. en başta da belirttiğim gibi albümdeki klavye kullanımı öyle iyi ki ortalama şarkılara bile seviye atlattırıyor. bob dylan'ı zor günlerde sırtlayan kahramanvari bir kızın anlatıldığı bu şarkı tatlı bir eser ama çok dikkat çekici değil. positively 4th street'in b-side'ı olarak yayınlanması da bu yorumumu destekliyor.

gel gelelim, ballad of a thin man öyle kolay unutulacak şarkılardan biri değil

hata bob dylan'ın en iyi beş şarkısı arasında düşünmeden koyacağım eserlerden biri. öncelikle müzikal olarak dylan'ın diğer eserlerinden çok farklı. daha en başından dylan'ın çaldığı piyano ile bir sarsıyor ve al kooper'ın orgda yaptığı numaralarla şarkı değerine değer katıyor. şarkının karanlık ve puslu bir atmosferi var. bu atmosfer dylan'ın iğne gibi batan sözlerine çok iyi uymuş. dylan, mr. jones üzerinden bütün müzik eleştirmenlerine "bir boktan anladığınız yok" diyor. müzik eleştirmeninin içindeki karmaşayı anlatan ikinci kıtadaki "is this where it is?", "it's his?", "what's mine?", "well, what is?" muhabbeti, her dinlediğimde bana "karmaşa, iletişimsizlik işte böyle anlatılır arkadaş" dedirttiriyor.

şarkının sonlara doğru acayip bir şekilde soyut hale gelmesi çok sevdiğim başka bir özelliği. bir anda eleştirmenin karşısına kılıç yutan bir eleman ve tek gözlü bir cüce çıkıyor. bu karakterler ve dylan'ın daha önce söylediği "as he hands you a bone" sözlerinde cinsel bir ton da var. bunu da ilginç buluyorum. sonuç olarak bu şarkıyı baz alarak dylan'ın edebi yeteneği ve müzik dünyasının patronlarıyla ilişkisi hakkında uzun uzun makaleler yazılabilir. hem altı dolu bir şarkı, hem de dinlemesi cidden zevkli bir eser.

albümün ikinci yüzü hem müzikal olarak hem de söz bakımından albümün açılışını yapan like a rolling stone ile benzerlik gösteren queen jane approximately ile başlıyor

kahramanımız like a rolling stone'ta olduğu her şeyini kaybetmiş bir kadın olmasa da ailesiyle, arkadaşlarıyla sorunlar yaşayıp yalnızlık hisseden bir kişi. piyano şarkıyı alıp götürmüş. hiç durmadan arka planda usul usul akıp gidiyor. dylan'ın içli içli sorduğu "won't you come see me, queen jane?" sorusu da böylece daha etkileyici bir hal alıyor.

albüme adını veren highway 61 revisited "viuuvv viuvvv" tarzında bir efektle başlayarak ne kadar enerjik ve muzur bir şarkı olduğunu müzikal anlamda hissettiriyor

bu ses, bob dylan'ın çaldığı düdük gibi bir enstrüman ile çıkarılmış ve bu nedenle albümün kartonetinde bob dylan'ın çaldığı enstrümanlar arasına "police car" eklenmiş. bahsettiğim muzurluk daha şarkının ilk kıtasında hissediliyor. tanrı ve hz. ibrahim'in meşhur kurban muhabbeti, bob dylan'ın kaleminde oldukça eğlenceli bir hale gelmiş. daha sonra daha dindar biri haline gelecek dylan'ın tanrı'ya "gelirsem oraya kaçsan iyi edersin" dedirtmesi bugün baktığımızda ironik. tanrı'nın tehditi nedeniyle oğlunu kurban etmeye boyun eğen hz. ibrahim "nerede öldüreyim?" dediğinde de tanrı "highway 61" diyor.

şarkıda bu ve bunun gibi her türlü abuk sabuk olayın highway 61'de gerçekleştiğini görüyoruz. burnu kanayan georgia sam silah zoruyla oraya gidiyor, elindeki gereksiz ürünleri satmak isteyen mack the finger oraya gidiyor, ikinci anne ve yedinci oğlu oraya gidiyor, yeni dünya savaşını çıkarmak isteyen kumarbaz oraya gidiyor. yani şarkıya göre highway 61 bir nevi dünyanın merkezi.

Dylan'ın en çok etkilendiği isimlerden, Robert Johnson.

gerçek hayatta da burasının blues sanatçıları için bir dönüm noktası olduğunu söylemek gerekir. ruhunu şeytana sattığı iddia edilen blues müziğinin öncülerinden robert johnson'ın bunu highway 61'da yaptığı söylenir mesela. şarkının ismindeki "revisited" ifadesi bob dylan'ın da highway 61'e daha önceden yolunun düştüğü ve şimdi oraya geri döndüğünü ima ediyor. acaba bob dylan'ın başından neler geçmişti? sözlerden dolayı şarkının kendisine değinemedim ama yine piyano ve elektro gitarın başı çektiği enerjik bir bob dylan bestesi diye özetleyebiliriz.

highway 61'den sonra farklı bir coğrafyaya gidiyoruz: just like tom thumb's blues

şarkı, meksika, juarez'de dylan'ın başından geçenleri anlattığı bir eser. şarkının ilk yarısında kahramanımızı tatmin eden iki ayrı kadından (saint annie ve sweet melinda) bahsediliyor. hanımefendiler o kadar ateşliler ki kahramanımızı fiziksel olarak bitkin bir halde bırakıyorlar. ikinci bölümde ise şarkı daha toplumsal bir hal alıyor. dylan, oradaki insanların zengin ya da ünlü olma çabalarını, bürokratların nasıl yolsuzluk içinde olduklarını anlatıyor. en sonunda da içip içip new york'a geri dönme kararı veriyor. nakaratı olmayan bu şarkı hikayesini güzel bir müzik eşliğinde anlatıyor ve bitiyor.

desolation row albümün tek akustik şarkısı ve iki akustik gitar, bir bas gitar eşliğinde çalınmış

bu şarkıdaki solo gitarı çalan sanatçı charlie mckoy ve kendisi çok iyi bir iş çıkarmış. sağ hoparlörden gelen soloları şarkıyı daha etkileyici kılmış. yoksa şarkı biraz sıkıcılaşabilirmiş. keza eser 11:30 dakika sürüyor. ilk dönem dylan'ı özleyenler için muhteşem bir eser olsa gerek. öncelikle fiş çekilmiş, saf bir folk müzik dinliyoruz. ayrıca sözleri zaman zaman politikaya da değen uzun bir öykü. aslında desolation row, highway 61 gibi bir yer. tabir-i caizse ipini koparan burada. bir sirk orada, kolluk kuvvetleri orada, külkedisi orada, romeo orada, intihara hazırlanan ophelia orada büyük tufan sonrasında çıkan gökkuşağına bakmakta, robin hood kılığına girmiş einstein bir zamanlar desolation row'da keman çalmış, casanova bile oradaymış.

en sevdiğim kısım ise son kıtası. burada bob dylan bir anda başka insanları bırakıp kendinden bahsetmeye başlıyor ve kendisine mektup eden arkadaşı ona yazdıklarından ötürü yerin dibine sokup çıkardıktan sonra diyor ki "bana artık mektup atma, eğer desolation row'dan yazmıyorsan". yani dylan gerçek hayattaki abuk sabuk insanlar hakkında değil, farklı farklı kimliklerin yaşadığı kaotik desolation row hakkında konuşmak istiyor. onu heyecanlandıran şeyler sıradan insanlar değil, anlatacak öyküleri olan sıra dışı insanlar.

final

highway 61 revisited, tartışmasız olarak dylan'ın en iyi albümlerinden biri. albümdeki en kötü şarkı bile belli bir seviyenin üstünde. dylan'ın hikayesini bilmeyen biri belki albümden o kadar da etkilenmez ama kolayda zaman öldürmek varken zoru seçen dylan'ın müzik tarihine adını bir kez daha altın harflerle yazdırmış olması beni çok etkileyen bir öykü.

4,5/5 verdim gitti.

albümü en iyi anlatan şarkılar:

like a rolling stone

highway 61 revisited

desolation row

Paranın Evriminin Son Halkası Bitcoin'in Yükselişi Neden Durdurulamaz?